Bilinmez yaşamın büyüsü

“Yaşam; çalkantılı, akıntılı, kayalarla dolu bir denizde aniden parlayan rüzgarlarla önüne çıkan farklı rotalar içinde dönüp duran bir geminin yolculuğuna benzer. Kimse, gemi limana yanaştığında kaptana ´Fırtına çıktı mı? İsyan oldu mu? Makineler çalıştı mı? Korsanlarla nasıl baş ettin? Hedeflediğin liman bu muydu da kendini burada buldun?´ sorularını sormaz. Uygun rüzgârı arkasına alıp gemiyi limana yanaştırabilene ´kaptan´ derler.”

Neşe BİNARK Perspektif
11 Ocak 2023 Çarşamba

Dün, gelecek için umut verir mi?

Hayatta kalmak için nelere ihtiyacımız var? Nefes, sağlıklı bir beden, iyi çalışan bir zihin, su, yiyecek, sevgi, aile, para, bu ve buna benzer bir çırpıda sayabileceğimiz ihtiyaçlar listesi uzayıp gider. Peki ya umut? Tüm temel ihtiyaçlar sağlandıktan sonra insanın yaşamayı sürdürebilmesi için umuda ihtiyacı vardır. Paran yoktur, para kazanmak için umudun vardır. İşin yoktur, iş bulabilmek için umudun vardır. Sevgilin yoktur hayatına bir gün girmesini umut ettiğin bir sevgiliyi bekler durursun. Umudun varsa her şeyin vardır bilmezsin. Elle tutulur, gözle görülür, maddi değeri olan kazançların peşinde harcadığın zamana umutlarını ipotek edersin. Ya kazanırsın ya kaybedersin. Kaybettiğini kabul ettiğin anda umudun seni terk eder. İşte o zaman hayatın biter.

İnsanlar daima ânı yaşamaktan söz eder. Geçmişte aklın kalmasın, gelecekte gözün olmasın, aklın, bedenin ve ruhunla yaşamakta olduğun an içerisinde debelen dur isterler. Geçmişten alınan dersleri, gelecek olgusundan da umudu izole ederek ânı yaşamak mümkün değildir. Özlem duygusu ise geçmişe de olsa geleceğe de olsa umudu besler ancak şu koşullarda: “Umudun önüne geçmemesi, alınan dersleri göz ardı ettirmemesi, vizyonu bulanıklaştırmaması, sadece özleme takılıp insanın kendini de dünyayı da allak bullak etmemesi kaydıyla.”

Dün varsa hayatınızda gelecek de olacak demektir çünkü bugünün içindesiniz. Çünkü umudun üretildiği andasınız demektir. Andaki umudu dün yaşadıklarınız ve geleceğe dair istekleriniz üretir. Dün, gelecek için umut tohumları eker ama şu anı kaçırmadan ancak anda kalarak umutvar olabilirsiniz bu doğrudur, geçmişe takılı kalmadan ama geçmişten beslenerek…

Moris Levi’nin çiçeği burnunda kitabı ‘Maymunlar, Patatesler ve Berlin Opera Binası’ kitabını, bana ithafla imzalayıp gönderdiğinde, yine kısa bir süre önce yayınlanan ‘Yetmiş Duvaklı Gelin’ kitabını okurken aldığım hazzın aynısını ya da daha fazlasını kendime katacağımı biliyordum. Çünkü Moris Levi’nin kalemini tanıyorum. Çünkü o kalemin yazdıklarının ardındaki birikimin ve derinliğin oluşturduğu Kaf dağını görebiliyorum.

Çok sayıda tarihi olayı öyküleştirip içlerinden yüz öyküyü seçen ve kitabına koyan yazar Moris Levi sonunda okuyucuya sorduğu can alıcı tek bir soruyla her öyküsünü mühürlüyor. “Dün size gelecek için ümit veriyor mu?” sorusu yazar Moris Levi’nin yazdığı tarihi öykülerden birinin peşine taktığı bir soruydu. Okurken beni hem öykü üzerinde hem de umut üzerinde düşünmeye yönelten derinliği olan bir soru. Hangimiz, öyküleri sonunda kendimize soru sormak ve cevabını da içimizde bulmak için okuruz? Yoksa keyfini çıkartıp öyküyü aklımızın raflarına mı kaldırırız? Yarın ya da bir gün aklımıza getirip hatırlamak, kıssadan hisseyi o zaman çıkartmak ya da başkalarına anlatmak için mi rafta tutarız? Zamanla bu öykülerin üzerini toz kaplayacağını düşünemeyiz. Oysa öyküyü okur okumaz ana fikrini, size katacağı mesajı, içinden sorusunu çıkartarak hemen ardından çözümlemek ve öylece aklımızın raflarına kaldırmak daha kalıcı olmasını sağlamaz mı? Moris Levi, sizi okuduğunuz öykülerin sorularını arayıp bulma zahmetinden kurtarıyor. Her öykünün sorusunu da beraberinde zihnimize gönderiyor. Bize sadece sorunun cevabını vermek için düşünmek kalıyor. Kitapta yüz öykü var. Her birini okuyup üzerinde düşünmenin okuyucuya çok şey kattığını söylemeliyim. Çocukluğumuzdan beri bizi azar azar oluşturan, hayallerimizi, umutlarımızı geliştiren yaşamdan aldığımız dersler, masallar, öyküler değil midir? İşte o sorular bu sorular. Soru sormaktan ve cevabını arayıp bulmaktan çekinmezseniz umudu yakalarsınız. Moris Levi ‘Maymunlar, Patatesler ve Berlin Opera Binası’ isimli yeni kitabına aldığı öykülerini okuyucunun zihninde soru-cevap lingine çıkartıyor. Öyküyü okuyup bitirerek yolunuza devam edemiyorsunuz. Okuduğunuz öyküde bir süre konaklıyorsunuz. Moris Levi, öykünün geçtiği zamanda, öyküyle gerçekleşen koşullarda sizi iyi bir ev sahibi gibi ağırlıyor. Anlatıyor, sorguluyor, sorgulatıyor. Öyküyü, ana fikriyle zihninize kazımayı başarıyor. Moris Levi sadece çok iyi bir öykü yazarı değil aynı zamanda çok da iyi bir öykü anlatıcısı. Okuyucu ile yazar arasında öyle başarılı bir empati kurulmasını sağlıyor ki cümleleriyle bir bakıyorsunuz duygularınıza satırlarıyla tercüman olmuş bir bakıyorsunuz öykü boyunca aklınızı kemiren soruyu bulup çıkartmış ve size yöneltmiş. Sorunun cevabı sizde varsa bir umudunuz daha oldu, tebrikler. Çünkü kendinize kattığınız bir çıkarımınız daha oldu, çünkü bir adım daha ilerlediniz hayat keşfinde…

Her öykü bir soru her soru yeni bir umut. ‘Maymunlar, Patatesler ve Berlin Opera Binası’ kitabıyla Moris Levi kendi umudunuzu arayıp bulmanızı sağlıyor.

“Her geçen günle birlikte her şey, haleti ruhiyemiz, ekonomimiz, duygularımız, sağlığımız, arka araya gelen iyi ve kötü olaylarla birlikte yükselir, iner, tekrar çıkar, tekrar iner ve yol alır. Bu arada zaman/ömür geçer.”

“Dün sadece anıdır ve ona bir anı kadar değer verilmelidir. Çünkü gelen gün de bize hep başka başka şeyleri konuşmak isteyecek. Ve yaşam hep çok bilinmeyenli bir denklem olarak devam edecek.”

Soru: “Dün” size gelecek için ümit veriyor mu?”

Bu sorunun cevabını siz vereceksiniz ancak daha önce “Maymunlar, Patatesler ve Berlin Opera Binası” kitabındaki “Dokuz Kral” öyküsünü okumalısınız derim.

Delenda Est Carthago (Kartaca yıkılmalıdır)

Okuyucuyu kitlelerin kandırılması konusunda düşünmeye sevk eden Moris Levi, kurgu bilim yazarı Carl Sagan’ın bir cümlesini altını çizerek paylaşıyor. Cümle şu: “Eğer yeterince uzun bir süre kandırılarak bir şeye inandırılmış isek bu kandırılmışlığın kanıtlarını reddeder ve doğru olanı bulmakla ilgilenmez oluruz.” Levi bir öyküsünde yaşlı Romalı soylu Marcus Porcios Cato’dan söz ediyor. Cato, Moris Levi’nin tanımlamasına göre: “Fundamentalist, yabancı kültürlerden paranoya derecesinde korkan, ülkesinin ve kültürünün üstünlüğüne körü körüne inanan, etrafındakilere ve kendisine karşı aşırı disiplinli, sanattan ve estetikten hiç hoşlanmayan bir adamdı. Tarihin ilk faşistlerinden biri idi denilebilir.”

Moris Levi Cato’nun öyküsünü kendine özel üslubu ile okuyucuya aktarırken yavaş yavaş her satırı birbirine eklediğiniz sorgu trenine zihin istasyonunuzdan yol veriyor. Artık geri dönüşünüz yok. Öykünün rayları üzerinde her istasyonda duraklayarak adım adım sorgularınızla ilerliyorsunuz. Aklınızda Cato’nun öyküsünden şunlar kalıyor: “Cato, gençliğinde Kartaca şehri ile yapılan ikinci savaşta asker olarak çarpışıyor. Hannibal’den ve ölümden çok korkuyor. Bütün ömrü boyunca Kartaca fobisi ile yaşıyor. Orta yaşlarında Roma’yı temsilen Kartaca’ya büyükelçi olarak gönderiliyor. Kartaca’nın iyi eğitimli askerlerini, mutlu ve zengin insanlarını, yemyeşil doğasını, uzun kumsallarını, görkemli sanat eserlerini, uygarlığını ve zenginliğini görüyor ve muhtemelen habis bir şekilde kıskanıyor. Sığ bir kanıya varıyor: ‘Bu dünyada Roma ve Kartaca bir arada var olamaz. Biri diğerini sonunda yok edecek.’ Roma’ya dönüyor. Diline şu sözü pelesenk ediyor: ‘Delenda Est Carthago / Kartaca yıkılmalıdır.’ Sokakta insanlara selam veriyor ardından bunu söylüyor. Aile ve dost sohbetlerinde gereksizce birden bunu söylüyor. Hatta her sabah uyandığında ağzından ilk çıkan cümle bu oluyor. Önceleri kimse onu ciddiye almıyor. Giderek sokakta onunla karşılaşan Romalılar gülerek ‘Kartaca yıkılmalıdır’ cümlesiyle selamlaşıyorlar. O da diğer Romalıların kendisi gibi düşünmeye başladığını zannediyor. Gel zaman git zaman Romalılar da her yerde bu sözü tekrar etmeye başlıyorlar. Kartaca’nın zenginliği kıskanılıyor. Kıskançlık toplumda sosyal bir travmaya dönüşüyor. İnsanlığın başına gelen her sıkıntının sebebinin Kartaca olduğu kabul ediliyor. Artık bir slogan olan ‘Kartaca yıkılmalıdır’ cümlesi ulusal bir çığlık haline geliyor. MÖ 149 tarihinde toplumsal cinnet gözleri kör ediyor ve sonunda Kartaca’ya sebepsiz savaş açılıyor. Üç yıllık çok kanlı bir savaştan sonra tarihin bilinen ilk soykırımlarından biri yaşanıyor. 80 bin Kartacalı’nın çoğu erkek olmak üzere 30 bini öldürülüyor. Kalan çocuklarla kadınlar esir olarak Roma’ya satılıyor. Kartaca’nın mümbit toprakları bir daha yeşermesin diye tuz dökülüyor, yerle bir ediliyor, ekonomisi de geleceği de yok ediliyor.

Soru: Kitleleri kandırmak kolay mı? Tarih sizce bize böyle bir saptama yapma fırsatı mı veriyor?”

 

 

Maymunlar, Patatesler ve Berlin Opera Binası

Yazar: Moris Levi

Gözlem Gazetecilik Basın ve Yayın A.Ş

Kasım 2022, İstanbul

443 sayfa

 

Maymunlar, Patatesler ve Berlin Opera Binası

Kitaba adını veren üçlü bir öykü var. Moris Levi’nin kalemini neden sevdiğimi bana hatırlatacak ironi oluşturan şu cümleleri paylaşmadan edemeyeceğim: “Fransızlar krallara layık patatesle kuraklığı atlattılar ama kralın yiyeceğini yiyince beyinlerine kan gitti ve ‘Liberte-Egalite-Fraternite / Özgürlük-Eşitlik-Kardeşlik’ kavramlarını bir anda fark ettiler. 3-4 yıl içinde Fransız Devrimi oldu ve asırlardır özendikleri soyluların hatta kral ve kraliçelerinin kafasını uçurdular.”

Her okuyucunun bu kitabı yaşamdan beklentileri doğrultusunda okumasını öneriyorum. Bu kitaptaki öykülerin yaptığı sizi içinizdeki yel değirmenlerine ulaştırmak. Ya onlarla savaşacaksınız ya da ittifak kurarak rüzgarla savaşacaksınız. Her iki halde de kazancınız yeni öykülerin verdiklerini bünyenize katmak. Bu öyküleri zaman içinde sindirecek ve bünyenizle hayatınızdaki yol haritanızı sorgulayacaksınız. Moris Levi kitabındaki öyküleriyle okuyucuya kendi sorusunun cevabını ararken ışık tutuyor. Diyojen misali… Gündüz vakti elinde kandil lambası ile Atina sokaklarında dolaşan Diyojen’e “Ne arıyorsun?” diye soruyorlar “İnsan arıyorum” cevabını veriyor. İçinizdeki insanı ararken Moris Levi’nin yeni kitabı ‘Maymunlar, Patatesler ve Berlin Opera Binası’ yolunuza ışık olsun.  Bibliobibuli’yi Moris Levi’nin sözleri ile bitiriyorum: “Kışın karanlığına bakıp da insanın içerisinde olan coşkuyu görebilen ve yansıtabilen bir ruh kelimelerin dar anlamlarında sıkışır mı ki?” Dostlukla.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün