Sporda taciz ve şiddet…

Mete YAYLALI Spor
30 Kasım 2022 Çarşamba

Ekim ayının son günlerinde uluslararası tenis platformlarına bir video ve haberi düştü. Belgrad’da bir tenis kortunda 14 yaşındaki kızına şiddet uygulayan bir baba. Ailenin Çinli olduğu ve antreman yapmak istemeyen kızını evire çevire döven, yerlerde sürükleyen bir babanın görüntüsüydü. Yine habere göre baba kızının koçuydu. Baba Sırp polisi tarafından gözaltına alındı; mahkemeye çıkarılacağı yazıldı. Babanın ifadesine göre “Burada tuhaf bir durum yoktu, Çin’de bunlar gayet normaldi, size ne oluyordu, zarar vermek amacı yoktu, kimse sakatlanmadı vs.” Sırbistan kanunlarına göre 2-10 yıl arasında cezası olan bir suçtu fakat aile Sırbistan vatandaşı değildi. Sonrasında ne oldu bilemiyoruz.

Baba-koçlar

Tabii bu ilk olay değildi. Önceki yıllarda Avustralyalı Jelena Dokic’in babası Damir Dokic, Fransız Marion Bartoli’nin babası Walter Bartoli, Fransız Mary Pierce’in babası Jim Pierce, Amerikalı Jennifer Capriati’nin babası Stefano Capriati, Hırvat Mirjana Lucic’in babası Marinko Lucic, Avustralyalı Bernard Tomic’in babası John Tomic gibi koç baba ile sporcu çocuğu arasındaki fiziksel ve ruhsal şiddet örnekleri sporun kitabında yer alıyordu. Bu olaylar elbette hızla basına yansıyordu çünkü bu sporcular ünlüydü, halkın gözü önündeydiler ve izleniyorlardı. 2011 Wimbledon maçında Marion Bartoli babasını tribünlerden attırmış ve daha sonra da bilindiği gibi tenisi bırakmıştı. Walter Bartoli aslında bir doktordu ve kızına koçluk yapmak için mesleğini bırakmıştı. John Tomic oğlunun antreman partnerini iyi performans göstermiyor yani oğlunu iyi çalıştırmıyor diye dövmüş ve burnunu kırmış, sonra da Madrid polisi tarafından tutuklanmıştı.

Jennifer Capriati henüz 13 yaşındayken dünya kadın tenisinin yıldızları arasına girmiş fakat babasının kural tanımaz davranışları yüzünden Fed Cup takımına alınmamıştı. Jennifer babası tarafından hep bir “At kuyruklu ATM” olarak görüldü. Mirjana Lucic’in babası Marinko’ya göre “kızını dövdüyse bunu hakettiği için yapmıştır, hep onun iyiliği için şiddet uygulamıştır.”

Damir Dokic eski bir güreşçiydi; Sırbistan’ın Avustralya büyükelçisini dövdüğü için cezaevinde yatmış, US Open sırasında somon balığının fiyatına itiraz edip kavga çıkarınca turnuvaya girmesi yasaklanmış, Avustralya’da maç bağlamakla suçlanmıştı.

Jim Pierce kızının maçlarında rakiplerine sözlü tacizde bulunduğu için WTA tarafından yasaklı bir koç-babadır ve kızına şiddette o boyuta gelmiştir ki Mary Pierce babasına karşı özel korumalarla dolaşmaya başlamıştır.

İran asıllı Fransız tenisçi Aravane Rezai babasından şiddet gördüğü için şikayetçi olmuş, Araslan Rezai’nin turnuva ortamlarına girmesi yasaklanmıştı. Aravane Rezai’yi İstanbul Cup’ta oynadığı bir yıl seyretmiştim, annesiyle dolaşıyordu.

Alman tenis yıldızı Steffi Graf’ın babası Peter Graf, kızının servetini yönetirken yaptığı vergi numaralarından yakalanmış ve üç yıl hapis yatmıştı.

Andre Agassi’ye göre babası Mike şiddete eğilimli, sokağa silahsız çıkmayan birisidir. Agassi anılarında bir gün başka bir sürücüye silahla saldırdığını anlatır.

Bunlar bilinenler tabii. Arada bu kadar ünlü olmayan, basına uzak ve yaşadıklarını kimseye anlatma fırsatı olmayan binlerce örnek bulabiliriz.

Buraya kadar yazılanları okuyunca belki bazıları “adamlarda neler oluyormuş, yazık bu çocuklara” diyecektir ama bu olaylar sadece “o adamların memleketinde” olmuyor. Bizde de sayısız örneği var bunların. Aradaki fark bizimkiler o çapta oyuncular olmadığı ve bizim basın da futbol dışında bir spor tanımadığı için haber olmuyor.

14 yaşındaki çocuğunu yenildiği için uçak biletini iptal edip trenle Avrupa’dan döndürenler, çocuğunun kaybettiği maçın ardından korta girip hakemi dövenler, milli maçta çocuğu kaybedince başhakemin üstüne saldırıp boğmaya kalkanlar, 10 yaşındaki çocuğu maçı kaybedince antrenörü dövenler, rakip sporcunun babasına saldıranlar ve tabii en sık görülen de 10-14 arasında maç kaybeden çocuğunu korttan çıkınca evire çevire döven ebeveynler. Tabii arada maç kaybedince oyuncusunu döven antrenörler, buna göz yuman “eti senin kemiği benim” ilkelliğinden kurtulamamış anne babalar.

Anlatılan olayların bütün aktörleri aslında birer ruh hastasıdır, lafı dolandırmaya gerek yok.

 

Stefano ve Jennifer Capriati

Şiddetin nedeni

Profesyonel spordaki şiddetin arkasındaki neden kaybedilen paralar olurken daha küçük yaşlarda farklı nedenler var. Rusya, Ukrayna ve Doğu Avrupa ülkelerindeki sporcuların küçük yaşlarda karşılaştığı şiddetin nedeni, maddi durumu bozuk ailelerin bu spordan çocukları aracılığıyla kurtulma ümidi. Para getirecek ürün sporcu çocuk ve her kayıp bu umudu erozyona uğratıyor, sonrasında birisi cezalandırılmalı ki bu da çocuk oluyor. Bu baskı altında çocuk ya daha hırslanıp şiddetten kurtulmak için performansını yükseltiyor ya da sporu bırakıyor. Özellikle bu bölgelerin kadın sporcularının neredeyse tamamında çocuk yaşlarda gelen büyük aile baskısı ve şiddet var; bazılarını biliyoruz, bazılarından kimsenin haberi bile yok. Bizde ise durum çok daha farklı. 10-12 yaşındaki çocukların hiçbirinin ailesi on yıl sonrasını hedeflemiyor, çocuğunun bu sporu meslek olarak yapmasına da karşı çıkacaktır zamanı geldiğinde. O zaman dertleri ne? Gündelik hayatlarında başaramadıkları ne varsa bunu çocuğun başarmasını bekliyorlar. 12 yaşındaki şampiyonluk aslında çocuğun umurunda bile olmayacakken bunu büyük bir zafer haline getirip sunuyorlar. Tabii tersi durumda ceza geliyor. Halbuki bunlar ÇOCUK. Büyük harfle yazıyorum ki daha iyi anlaşılsın. 10-16 yaş arasında bazen fiziksel ama bolca ruhsal şiddete maruz kalan çocukların ilerideki yıllarda spordan nefret etmesi hatta benzer bir ruh halinde olması da kaçınılmaz.

Maçını kaybeden çocuğa sık sık hatırlatılan bir durumda “kendisinin oynayabilmesi için ailenin ne büyük fedakarlıklar yaptığı.” Böylece küçücük bir çocuğu anne-babası borçlandırıyor.

Bu ruh halinde maç kaybeden çocuk hemen mazeretler arıyor tabii, nasıl aramasın? Rakibinin o gün ya da her zaman kendisinden daha iyi olabileceğini aklına getirmiyor. Türk tenisinin yıldız isimlerinden birinin uluslararası bir turnuva maçını izlerken dikkatimi çekmişti. Rakibi kendisinden hem klasman hem da oyun olarak tartışmasız çok üstündü ve kaybediyor olması da çok normaldi. Fakat sürekli kendi kendine tekrarlıyordu “kız hiçbir şey yapmıyor, hep sen hediye ediyorsun” yani klişe tabirle diyordu ki “o kazanmıyor, ben kaybediyorum!” İşin daha da kötüsü, kenardan antrenörü de kendisine aynı şeyi söylüyordu! Acaba başka bir maç mı izliyorum diye düşünmüştüm.

Çünkü bu tip sporcular on yaşından itibaren bu şekilde formatlanıyor. Ailesi, antrenörü ve belki de kulüp yöneticisi her kayıptan sonra bu mesajı veriyor.

Bu bir ruhsal taciz aslında. Rakip küçümseniyor, rakibe saygı ortadan kalkıyor, iyi olanın kazandığı bir spor yerine dış güçler devreye giriyor.

İşte burada çocuk iki taraflı baskı altına alınıyor. Maçı iyi olan kazanmıyor fakat hakem rakip lehine karar veriyor, hakem rakip sporcunun antrenörünün arkadaşı, rakip sporcunun ailesi çok güçlü ve müdahale ediyor, maç fikstüründe rakip sporcu kollanıyor (maç bağlanıyor, fikstür ayarlanıyor), rakip sporcunun antrenörü kenardan oyuna karışıyor ama kimse uyarmıyor… Liste böyle uzar gider.

Yıllar önce Romanya’da bir turnuvaya gitmiştik oğlumla. Bükreş’te Steau Kulübünde bir 10 yaş Romanya klasman turnuvası olduğunu duyduk, gidip izledik. Toprak kortta oynanıyor; bizim denk geldiğimiz maç da bir kız maçı. İki sarışın çok güzel çocuk, bembeyaz kıyafetlerle tertemiz bir maç oynuyor. Epeyce de seyirci var ve herkes sessiz sakin maçı izliyor, güzel puanları herkes alkışlıyor. Çok güzel bir ortam ve ben de bizdeki 10 yaş turnuvalarındaki olayları bildiğim için hayran hayran seyrediyorum. O sırada seyircilere uzak kenarda bir içerde-dışarda tartışması oldu çocukların arasında. İkisi de fileye geldi, biri iz gösteriyor sessizce konuşuyorlar, gözlemci hakem bile kortun kenarına gelmedi. Tartışma uzayınca ve çocuklar izde anlaşamayınca seyircilerden bir erkek yüksek sesle bir şeyler söyledi kortun içine doğru. Buna cevap da başka bir erkekten geldi aynı tonda. Ne dediklerini anlamıyoruz ama birinden “in” diğerinden “out” kelimelerini yakalayınca çocukların babaları olduğunu anladım. Biri baseline diğeri kenar tribünde oturuyor. Sesleri yükselmeye ve karşılıklı atışmaya başladı. Çocuklar konuşmayı kesti, maçtan koptu babalarını izliyor. İş uzadı ve sonunda babalar (!) kortların dışına çıktı, kavga etmeye başladı, yumruklar tekmeler havada uçuşuyor. Bu sırada çocuklar maça döndü ama yüz ifadelerini hiç unutamadım. Babaları kavga ediyor ve bu iki güzel çocuk orada spor yapmaya çalışıyor.

O zaman dedim ki bu ruh halinin milliyeti ve coğrafyası yok.

Spor cahilliği

Konuyu basitçe ruh hastası ebeveynler olarak da açıklayabilirsiniz, korumacı aile çocuğunun yenildiği ya da haksızlığa uğradığına inandığı bir durumda üzüldüğünün farkında olarak devreye giriyor diyebilirsiniz. Ben ikisinin de doğru olduğu örnekler gördüm. Fakat hepsinin üstünde bir eğitimsizlik var, bir çeşit spor cahilliği diyelim. Spor kültürüne sahip olmayan ailelerin çocuklarına uyguladığı baskının temelinde yatan sorun bu. Anne babanın veteran (senyör) sporcu olduğu vakalarda dahi benzer şiddet uygulanıyor ki yukarıda verdiğim yurdum örneklerindeki ebeveynler senyör olarak bu sporla ilgileniyordu. Kimi 40 yaşında başlamış, kimi de çocuğu ile birlikte. Spora başladığı güne kadar edindiği bütün toplumsal değerler, olumlu ya da olumsuz, çocuğu yarışmaya başladığında sporun felsefesinden bağımsız bir davranış biçimini tetikliyor.

Eğer bir sporcu geçmişi olsa bilecekti ki o çocuklar maç dışında arkadaşlar. Birlikte gülüp eğleniyorlar ve kimin kimi yendiği bu sohbetlerinin konusu bile değil. Elbette sporcular arasında anlaşmazlıklar vardır ama maç başlayınca herkes kendi işine bakar. Herkes kazanmak için oynar ama kaybedince de dünyanın sonu değildir, başka maçlar da olacaktır.

Bunu anlayabildiğimiz zaman son Göztepe-Altay maçında yaşananlar olmayacak, sahaya giren bir taraftar korner direğiyle rakip kaleciye saldırmayacak, bir taraftar grubu diğerine havai fişek atıp canına kastetmeyecek.

Bunu anlayabildiğimiz zaman çocuklar sadece spor yapıp sağlıklı bir toplum yaratacak, rekabetin önemini anlayacak, kazanıp kaybetmenin sporun hatta hayatın bir parçası olduğunu kabul edecek.

Yani daha yolumuz var…

Stefano ve Jennifer Capriati

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün