Şalom´da yazılarım, gazetenin Perspektif sayfasında yayınlanıyor. Yazılarımın yayınladığı sayfanın adına uygun olarak bu yazımda, bu haftaya ait, Tevrat´ın Leh Leha okuma bölümü ile geçtiğimiz günlerde kutladığımız Atatürk´ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti´nin 99. yılının arasında, genellikle bildiklerimizin biraz ötesinde farklı bir perspektiften bir bakış getirmek istedim.
Atatürk’ün Türk milleti ve Türklük ile ilgili yaptırdığı birçok araştırmanın odağında Sümer Medeniyeti yer alır. Bu araştırmalarla Türkçe’nin Sümer kökenli Ural-Altay dillerinden geldiği ve Sümerlerin de Orta Asya’dan gelip Mezopotamya’da medeniyet kurdukları bilinir. Atatürk’ün büyük özveriyle desteklediği Sümer araştırmalarıyla ilgili olarak, Türk Tarih Kurumu “Tarih Sümer-Türkleri ile başlar” ifadesine yer verir. Atatürk’ün düşüncesine göre “Sümerler öz be öz Türk’tü ve dilleri de Turanî bir dildi. Dahası Türk dili, o zamanlar (Babil Krallığına kadar) bütün insanlığın ortak diliydi” (Bu son tespit, Atatürk'ün ‘Güneş-dil Teorisi’dir).
Bunun yanında, 1935 yılında ve henüz dünyada böyle bir branş henüz yaygın değilken; Atatürk, Ankara Üniversitesinde, Dil Tarih Coğrafya Fakültesini kurmuştu. Yeni doğmuş Cumhuriyet’in bu vizyonu, dünya tarihine ışık tutmanın yanı sıra aynı zamanda, genç Cumhuriyetin de medarı iftiharı olan Muazzez İlmiye Çığ gibi bir Sümerolog’un yetişmesine de vesile olmuştu.
Çok sorulan bir soru “Sümerler Türk mü?” sorusudur. Sümerler bir Türk koludur diyen Muazzez İlmiye Çığ’dan başka, dünya üzerinde birçok önemli tarihçi, Sümerolog ve antropolog da bu savı, güçlü kanıtlar ile ortaya koymuştur.
Rus arkeolog Nikolai Mikhailovich Nikolsky (1877-1959) Türkmenistan’ı işaret ederek, buradaki Anav kurganlarından çıkarılmış arkeolojik kazılarla Sümer Ur Kral mezarları buluntularının aynı olduğunu belirtir. Nikolsky aynı zamanda Antik İsrail tarihi üzerine de araştırmalar yapmış ve bu konuda üç önemli eser yazmıştı. Bu konudaki ilk bilimsel yayını 1906’daki ‘King David and Psalms /Kral Davut ve Mezmurları’, bundan sonra 1910’da ‘Israel and Babylon’ ve 1911’de ‘The Ancient Israel’. Yazmış olduğu bu eserleriyle de Ortadoğu halklarının bağlarını incelemiştir.
Diğer taraftan Muazzez İlmiye Çığ ile çok yakın çalışmış olan, Yahudi kökenli Sümerolog Samuel Noah Kramer ise, Sümerler ile Türklerin aynı kökenden olması çok olasıdır tespitini yaparken; bir diğer önemli Sümerolog olan İngiliz Leonard William King (1869-1919) ise kitabında, Sümerlerin Lapis Lazuli taşının, Türkmenistan’da da kullanılmasını bu sava kanıt sayar. Aynı savı, önde gelen bir diğer arkeolog ve tarihçi olan Avustralyalı Gordon Childe (1892-1957) de Sümerler ile Türklerin bağının kanıtı olarak kabul eder.
Daha birçok tarihçinin kanıtlar sunduğu bu savın, “Sümerler Türk mü?” sorusunun gerçekliğini, bulunan çivi yazı tabletleri de desteklemektedir. Şöyle ki; sadece Kültepe tabletlerinin bile 60 bin tanesi halen çevrilememişken, şimdiye kadar çevrilen tabletlerden çıkan açık bağı Sümerce içerisinde de fazlasıyla görmek mümkündür. Sadece bir örnek olarak, edebiyat kelimesinin, Sümerce edduba’dan (tablet evi) gelmesi ve bunun gibi daha yüzlerce kelimenin de Türkçe ile eşleşmesi bilinen bir gerçektir.
Gerek günümüzde halen kullanılan gerekse artık kaybolmuş olan birçok dilin kökeni Sümer Yazıtlarına dayanırken, diğer taraftan başta Tevrat olmak üzere, birçok dinin kutsal kitaplarında yer alan metinler de Sümer Tabletlerinde keşfedilenlerle büyük benzerlik gösterir. Hatta kutsal kitaplarda yer alan ortak peygamberler dahi, farklı isimlerle de olsa Sümer yazıtlarında yer bulur. Bu peygamberlerden biri ve en bilineni Hz. Nuh iken, bir diğeri de burada değinmek istediğim, Sümer ve Mezopotamya kökenli olan ve bundan yaklaşık 4500 yıl kadar önce yaşamış olduğuna inanılan Hz. İbrahim’dir:
İbrahimi dinler mefhumu, Hz. İbrahim’in öncülüğünde başlayan, putperestliğe karşı, tek tanrılı inanç sisteminin babası olması ve her üç dinde de peygamberlik vasfına sahip olması sebebiyle ortaya çıkmıştır. Hatta üç dinin dışındaki inançlarda da, Hinduizm’de Brahma olarak anılan bilgelik mertebesi Hz. İbrahim’in adından gelir. Nuh Peygamber’in oğullarından Şem’in soyundan on nesil sonra yaşamış olduğuna inanılan Hz. İbrahim ile, tüm inanç sistemlerinde özdeş olan, Tanrı’nın kendisine emrettiği ve yapmış olduğu Hicret yolculuğudur.
Bu yolculuğundan kısaca bahsedecek olursam, İbrahim Peygamber Mezopotamya’daki Ur şehrinde doğmuş babası Terah’ın taş heykeller (put) atölyesinde, kardeşi Haran ve onun oğlu Lut ile çalışmaktaydı. Doğduğundaki adı Abiram idi. Evlendiği ilk karısının adı da Sarai idi. Tek Tanrı inancına sahip olarak Tanrı’dan aldığı emirle meşhur Hicret yolculuğuna çıktı. Yurdundan yola çıkarak Urfa civarında Harran olduğuna inanılan yere geldi. Buradan Akdeniz’in doğusunda bugünkü İsrail ve Ürdün topraklarına geldi. Burada ortaya çıkan kuraklıkla Mısır’a geçti. Burada Firavunun, kendisine ve karısına bir zarar vermemesi için Sara’yı kız kardeşi olarak tanıttı. Mısır’da ortaya çıkan bir veba ardından firavun Hz. İbrahim ile yanındakileri ve oradayken sahip olduğu mallarıyla geri gönderdi. Dönüşte yeğeni olan Lut Peygamber ayrılarak Ürdün Vadisindeki bereketli topraklara yerleşti ve kendi kavmini kurdu. O sırada Mezopotamya’nın güneyindeki güçlü Elam ülkesinin Kralı Kedarlaomer’e yenilerek esir düştü. Bölgede başka krallıklarla da ittifak halinde hareket eden Kedarlaomer, o dönem Salem olarak anılan (Jerusalem) Kudüs şehrini de tehdit etmekteydi. İbrahim, yeğenini kurtarmak için, yanında az bir kişi ile Kedarlaomer’in adamlarını Şam’a kadar takip edip geceleyin onların elinden Lut’u kurtarmıştı. Dönüşünde Salem Kralı Malki Tzedek tarafından onurlandırılarak karşılanmış ve kralın şerefine nail olmuştu. Bu esnada Hz. İbrahim ve karısı Sara ileri yaşlarına rağmen çocuk sahibi olamamışlardı. Bu amaçla Hz. İbrahim ikinci eş olarak Sara’nın kölesi Hacer’i cariye olarak aldı ve ondan Hz. İsmail dünyaya geldi. İslamiyet ve Yahudilik’teki sünnet emri de Tanrı buyruğu olarak bu noktada ortaya çıktı. Bundan sonra kader İbrahim ile Sara’nın yüzlerine güldü ve ikisinin de ileri yaşlarına rağmen İshak doğdu.
Hz. İbrahim, Tanrı’nın buyruğu olan bu yolculuğu boyunca birçok farklı şehirden geçmişti. İbrahim’in kutsal Hicret yolculuğu üç semavi din kitabında, neredeyse bire bir aynı olarak, ama farklı başlık isimleri altında yer alır;
Tevrat’ta-Bereşit Kitabı Leh Leha,
İncil’de-Genesis Kitabı 12: 1-2-3,
Kuran’da- Enbiya Suresi, 21/70-71.
Buradan çıkarımla, gerek artık kaybolmuş olan, gerekse varlığını halen devam ettiren birçok dil, din ve ulusun kökeninde Sümer Medeniyeti vardır diyebilir miyiz?