29. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali geride kaldı-2

Altın Koza Festivalinde İsrail sinemasını temsil eden ´Cinema Sabaya´, ilginç Çin draması ´Topraktan Toprağa´, Claire Denis´nin düş kırıklığı yaratan ´Öğle Güneşinde Yıldızlar´ ve Napoli şehrine saygı duruşunda bulunan ´Nostalji´ ile Adana yolculuğumuzun defterini kapıyoruz.

Viktor APALAÇİ Sanat
5 Ekim 2022 Çarşamba

DÖRT FESTİVAL FİLMİ

Adana Festivali heyecanını üstümden atamamışken Antalya’dan 59. Altın Portakal Film Festivali’ni izleme davetini aldım. 1-9 Ekim arasında gerçekleşecek bu festival bitmeden, İKSV’nin 7-16 Ekim tarihleri arasındaki 21. filmekimi uluslararası festivali var. Sonbahar üst üste sunduğu şenliklerle sinemaseverleri şımartıyor.

İsrail filmi: Cinema Sabaya

‘Bütün Kızlar Toplandık / Cinema Sabaya’ ilk uzun metrajlı filmini gerçekleştiren İsrailli kadın yönetmen ve senaryo yazarı Orit Fouks Rotem’in belgesel tadındaki filmi. Gerçek hayattan konusuyla filmde Arap, Yahudi ve Hıristiyan sekiz kadın, genç film yapımcısı Rona’nın ev sahipliğiyle bir video atölyesine katılıyor. Bu son derece samimi, gerçekçi ve alçak gönüllü film, aynı coğrafyada yaşayan, farklı sosyal sınıflara mensup kadınlardan renkli bir portreler resmigeçidi sunuyor.

Tiyatroya yakın konusuyla film bu toplantılarda yaşananları perdeye taşıyor. Rana katılımcılara videoyla hayatlarını nasıl belgeleyeceklerini öğretir. Grup dinamiği, kadınlar tarafından çekilen ve diğerleriyle paylaşılan, her bir ham ev yapımı görüntüyle, birbirlerini ve kendilerini daha iyi tanıdıkça onları görüş ve inançlarına meydan okumaya zorluyor. 

Hadera kenti sakinlerinden, birbirini hiç tanımayan sekiz kadının aldıkları eğitim, taban tabana zıt dünyalarını sarsacak bir deneyime dönüşür. Zira kadınlar birbirlerini tanıdıkça inançlarını sorgulamaya zorlanır.

İki evli muhafazakâr tesettürlü kadından biri insan hakları avukatı, diğeri ailesiyle sakin bir hayatı olan bir ev kadınıdır. Yahudi kadınlar arasında annesiyle birlikte yaşamaya zorlanan iki çocuklu boşanmış bir Rus göçmen anne, yelkenlisinde köpeğiyle yaşayan özgür ruhlu yaşlı bir kadın, ikinci kez evlendiği depresyondaki kocasıyla yaşayan bir kadın vardır. Sonunda kadınlar sorunlarını, hayallerini ve özlemlerini paylaştıkça empati ve ortak payda bulunur.

Rotem filmini şöyle tanımlıyor: “Bence film Yahudi ve Filistinli kadınların hayatlarının gizli derinliklerine ender bir bakış sunuyor. Bu onların dinlerinden veya kültürel dünyalarından daha güçlü hale geldi. Umarım film, derin bağlantılar ve gerçek dostluklar kurmaya engel olmadığını kanıtlayan samimi ve güçlendirici bir sohbet sunar. Hikâyelerinin duyulmasını arzulayan ancak korkan kadınlar. Dolayısıyla sinemanın gücünü de ele alan bir film bu.” Festivalin davetlisi olarak Adana’ya gelen Filistinli şarkıcı ve oyuncu Amal Markus’dan oyuncu kadrosunun üçü amatör, altısı profesyonelden oluştuğunu öğrendik.

Çin’den: ‘Topraktan Toprağa’

Bu yıl Berlin Film Festivali ana yarışmasında yer alan Çin draması ‘Topraktan Toprağa / Return To Dust’ kırsal Gansu’da yeni evli bir çiftin hayatlarını takip ediyor. Senaryo yazarı ve yönetmen Ruijin Li’nin bu basit ama samimi, dürüst ve sürükleyici filmi hümanist mesajlarıyla öne çıkıyor. Ruijin Li, çiftçilerin sömürülmesi, zorunlu kentleşme, geleneklerin ortadan kalkması, dayanışma, fedakârlık ve yoksulluk gibi konuların fonunda, karakterlerin kendine has naiflikteki ve kırılganlıktaki dünyaya bakışlarının altını çizerek filme zarif bir hassasiyet ve derin bir hümanizma katıyor.

Filmin konusunun geçtiği Gansu’da doğan 39 yaşındaki Li, yapıtlarında hızla değişen Çin’de kırsal kesimin, aile, yaşam ve ölüme karşı toplumun yanı sıra insan ve toprak arasındaki ilişkiye odaklanan bir yönetmen. ‘Topraktan Toprağa / Return To Dust’ yönetmenin yedinci uzun metrajlı filmi. Filmin başında, yaşı ilerlemiş, kısır Guiying ile çekingen çiftçi Ma Youtie’nin görücü usulüyle, ailelerinin ortak çabasıyla evlendiklerini görürüz. Eşekleriyle çiftçilik yaparak basit ama meşakkatli bir hayat süren ikili kendi evlerini inşa etmeyi başarırlar. Ma Youtie yerel zengin bir iş adamıyla ender bulunan kan grubunu paylaşır. Karşılığında kendisine sunulan cömert hediyeleri ise reddeder. Çalışkan, alçakgönüllü çift hayata tutunmak için insanüstü bir çaba sarf ederler. Tam rahata kavuşacakken kaderin onlara hazırladığı acı bir oyunla karşı karşıya kalırlar.

Öğle Güneşinde Yıldızlar

Deneyimli Fransız yönetmen Claire Denis senaryosunu da yazdığı ‘Öğle Işığında Yıldızlar / Stars At Noon’ ile bu yıl Cannes’da Büyük Ödül kazandı. Şu günlerde vizyonda olan önceki filmi Bıçağın İki Yüzü / Avec Amour Et Acharnement’ bu yıl Berlin Film Festivalinde kendisine En İyi Yönetmen Ödülünü getirdi. Bir önceki distopik bilimkurgu filmi ‘High Life’ 2018 San Sebastian Film Festivalinden FİPRESCİ Ödülüyle dönmüştü. Bu ödüllü filmler bana hitap etmedi. Hele ‘Stars At Noon’u Cannes prömiyerinde 2 saat 15 dakikalık süresinde sıkıntı içinde izlediğimi hatırlıyorum.

1980’lerin başında Sandanista devrimi sırasında Nikaragua’da geçen, 1986 tarihli Denis Johnson romanından uyarladığı filmi, Claire Denis, Andrew Litvack ve Léa Mysius ile müştereken yazdığı senaryoyu COVID dönemine uyarlamış. Günümüz Nikaragua’sında pasaportuna ve basın kartına el konulduğundan ülkede mahsur kalan genç Amerikalı gazeteci Trish (Margaret Qualley) en iyi çıkış şansı gibi görünen esrarengiz bir İngilize, Daniel’e (Joe Alwyn) âşık olur.

Ancak çok geçmeden Trish, Daniel’in kendisinden daha büyük bir tehlikede olabileceğini fark eder. Daniel ona yalan söylemiştir, İngiliz iş adamı çok uluslu bir petrol şirketinde çalışmaktadır. Bitmek tükenmek bilmez kaçış serüvenlerine bir CIA ajanı (Benny Safdie), bir Amerikalı patron (John C. Reilly), onları gölge gibi takip eden bir polis (Danny Ramirez) karışır. Film yalanlar ve komplolar kasırgasına yakalanan iki aşığın bu çıkışsız arayışlarında Nikaragua’dan kaçma şansını bulup bulamayacakları sorusuna cevap arıyor.

Ancak karmaşık senaryosuyla, Claire Denis’nin akıl karıştırıcı anlatımıyla, gizemli Amerikalı gazeteciyle dik kafalı İngiliz iş adamının saplandıkları yalan labirentinden sıyrılıp Nikaragua cehenneminden kaçma serüveninden keyif alamadım. Filmin belki de tek meziyeti, 135 dakikalık süresinde ekrandan hiç eksik olmayan Margaret Qualley’in varlığı. Ünlü aktris Andie MacDowell’in kızı Quelley müthiş enerjisi ve oyun gücüyle mükemmel bir performans çıkarıyor. My Salinger Year’, ‘Seberg’, ‘Once Upon A Time…İn Hollywood’da küçük rollerde izlediğimiz yetenekli oyuncu ilk kez bulduğu başrol şansını iyi değerlendiriyor. Aynı şeyleri partneri Joe Alwyn için söylemek zor. Kısa rollerinde eski tüfeklerden John C. Reilly ve yönetmen-oyuncu Benny Safdie’nin filme müspet bir katkıları yok.

Napoli Özlemi: Nostalgia

Tiyatro, sinema ve opera yönetmeni Mario Martone bu yıl ‘Nostalji / Nostalgia’ ile 27 yıllık bir aradan sonra Cannes Festivaline katıldı. Kariyerinin ilk uzun metrajlı filmi Napolili Bir Matematikçinin Ölümü / Morte De Un Matematico Napoletano’ ile 1992 Venedik Film Festivalinde Jüri Ödülü kazanan yönetmen üç yıl sonra ‘Sorunlu Aşk / L’Amore Malesto’ ile Cannes’da yarışmıştı. Paolo Sorrentino, Matteo Garrone ve Valeria Golino ile ‘Modern Napoli Sineması’nın temsilcilerinden olan Martone, doğduğu Napoli’ye 45 yıl aradan sonra dönen Felice Lasco’nun (Pierfrancesco Favino) öyküsünü anlatıyor.

Filmin senaryosunu Martone, Ippolita Rea’nın iş birliğiyle Napolili yazar Ermanno Rea’nın romanından yazıyor. Uzun yıllar Mısır’da yaşadıktan sonra gençken aniden terk ettiği yaşlı annesini görmek üzere Napoli’ye dönüşünün ardından yaşadıklarını anlatıyor. Bu hüzünlü, şiddet yüklü, karamsar, etkileyici bir Camorra (Napoli Mafyası) öyküsüdür. Felice 15 yaşındayken bıçkın, sert yapılı Oreste ile birlikte hırsızlık için girdikleri evde, arkadaşı kendilerini suçüstü yakalayan ev sahibini öldürmüştür. Beyrut’ta başlayıp Kahire’de sürdürdüğü hayatında mutlu bir evlilik yapan Felice, Oreste (Tommaso Ragno) ile temas kurmaya çalışır.

Kardeşlik bağlarını sürdürdüğünü zannettiği bu gizemli adam, şehri titreten bir mafya lideri olmuştur. Felice için Napoli’nin kayıp bir yaşamı temsil ettiği ve bir an önce geldiği yere dönmesi gerektiği ortaya çıkınca, nostaljinin ayak direten gücü onu köşeye sıkıştırır. Bu rolde filmin yükünü omuzlarında taşıyan Pierfrancesco Favino bu yıl Cannes Festivalinin en başarılı oyuncusuydu. Kendisini yine harikalar yarattığı Marco Bellocchio’nun ‘Hain / İl Traditore’den hatırlıyoruz. Ürkütücü fiziğiyle Oresto rolünde Tommaso Ragno, Favino ile müthiş bir ikili oluşturuyor. Pandemi döneminde boş durmayan Martone Sevil Berberi’ ve ‘La Traviata’yı televizyona uyarladı.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün