Altın kanatlarıyla uçan düşünceler

“Kişiyi kontrol eden şey hazdır ve bir köle hazza köleleştirilir. İnsanlar hazzı almaktan geliyorlarsa onlara ´Firavun´un Hizmetkarı´ haz ihsan etmekten geliyorlarsa ´Yaradanın Hizmetkarı´ denir.” Şemot

Neşe BİNARK Perspektif
28 Eylül 2022 Çarşamba

Kendisini bildi bileli öykü dinleyen, öykü okuyan, öykü biriktiren, fırsat buldukça öykü anlatan ve hatta öykü yazan ve yaşadığı dönemde Türk Yahudi Toplumu Başkan Vekili olarak görev yapmakta olan Moris Levi isminde bir öykü yazarı varmış. Öykülerle düşünür, değerlendirir, kıyaslar ve karar verirmiş.

Bir gün Moris Levi sosyal medya sayfasında bir öykü paylaşmış. Ertesi gün Türk Yahudi Toplumu Eşbaşkanlarından İshak İbrahimzadeh kendisine “Dün sayfanda bu Şabat’ın Peraşası ile ilgili bir öykü paylaşmışsın” demiş.

Peraşa; Yahudilerin Tora adını verdiği (Türkçede Tevrat adı ile bilinen) Hz.Musa’nın ilk beş kitabının -54 bölüme ayrılmış- her bir bölümüne verilen isim. Dünyanın her yerinde Yahudi dini uyarınca yıl süresince belirlenmiş bir sırayla bölüm bölüm okunur, irdelenir, tartışılır, öğrenilir hatta o haftanın olayları ile aralarında paralellikler aranır. Bir peraşadan ötekine geçiş ise kutsal olarak nitelendirilen cumartesi günü olur.

Bu yorum üzerine yazar, gidip eline bir Tevrat almış ve o haftanın peraşasını okumuş. Öyküsü ile arasında bir ilişki kuramamış. Birkaç kişiye danışmış, onlar da ilişkilendirememiş. Sonunda yazarımız İshak İbrahimzadeh’nin yanına gitmiş ve öyküsü ile peraşayı nasıl bağdaştırdığını sormuş. Öyle güzel, öyle derin, öyle ufuk açıcı anlatıp bir düşünür, bir sanatçı bakışı ile yorumlamış ki İbrahimzadeh tıpkı bir öykü dinler gibi hissetmiş yazarımız ve heyecanlanmış. “Böyle çağdaş ve özgür bakışla yorumlanabiliyorsa eğer peraşalar, ben her hafta bir öykü bağdaştırır, paylaşırım” deyivermiş.

Elbette çıktığı bu yol zahmetli ama sonuçları da manevi açıdan kazançlı olacakmış. Her hafta bir tarafta bir peraşa, diğer tarafta bir kütüphane dolusu roman, öykü, tarihi bilgi açık, çalışır durur, öyküleri peraşasına uygun halde kotarır, insanlara sunarmış.

Gel zaman git zaman bu verimli ve okuyana ibret veren çalışmalarının üzerinden altı buçuk yıl geçiverdiğini fark etmiş. Tam 337 yazıyı düşünmüş, yazmış, paylaşmış. Her biri için her peraşayı defalarca okumuş. Günler geceler boyunca kafasının içinde notlar almış. Cemaatin değerli rabilerine sorular sormuş. Geleneksel kalıpların dışına taşarak, bağımsız, özgün ve içine sinen emek verdiği bu işi tamamına erdirerek bir kitap haline getirmiş. Fotoğraf sanatçısı Emel Benbasat’ın bakmakla görmek arasındaki farkı çözerek, ardını görmeye çalıştığı karelere sıkıştırdığı anların eşliğinde, titiz ve başarılı bir editör olan Gila Erbeş’in yayına hazırladığı bu kitabın ismini de ‘Yetmiş Duvaklı Gelin’ koymuş.

Bunca emekle kotarılmış bu zarif kitap bir gün Şalom’da Bibliobibuli başlığıyla kitap eleştirileri yazmakta olan bir yazarın gözlerine değmiş. Bu yazar, bu denli lezzetli cümleleri bir arada okuyor olmaktan büyük haz duymuş. Bilgisayar ekranında peraşaları açmış, adım adım her öyküyü, işaret edilen peraşasıyla karşılaştırarak okumuş. Her bir öyküden ayrı bir tat, her bir peraşadan ayrı bir ders alarak kitabı tabiri caizse yutmuş. Bütün öyküler zihninde dans ederken bu kitabı anlatmaya nasıl başlayacağı üzerinde uzun uzun düşünmüş. Sonunda özgün ve özgür bir karar vermiş: “Gözlerini kapatıp gelişigüzel bir peraşayı seçecek, içeriğini okuyacak ve bu harikulade kitabı okurken aldığı hazzı yazarak anlatabilmeyi umacak.” Şemot seçmiş, haz ihsan etmekten gelenlere “Yarada’nın Hizmetkarı” dendiğini okumuş. 337 öyküyü, insanlara ders teşkil edecek şekilde düzenlemiş ve bunun için de altı buçuk yılını harcamış yazar Moris Levi’nin, her yazısını yayınladığında ayrı, şimdi kitabını yayınladığında ayrı okuyucu kitlesine bu öyküleri ulaştırarak Yaradan’a hizmet etmiş olabileceğini düşünmüş. Gülümseyerek, yazısına başlığı da kitabın sayfalarını rastgele açıp gözüne ilk değen satırdan bulmaya karar vermiş: “Gidin ey düşünceler, altın kanatlarla uçun”. Evet, “Altın kanatlarıyla uçan düşünceler”. Tam olarak öykü yazarı Moris Levi’nin kitabına giren düşünceleri oldukları yerden okuyucusunun aklına uçurmasına verilecek isim doğrusu.

Ve ‘Yetmiş Duvaklı Gelin’ artık karşınızda…

Kitabın adı neden ‘Yetmiş Duvaklı Gelin’?

Yazar Levi’nin anlatımıyla kitabın adının çözümlenmesi şu cümlelerde saklı:

           “Dünyanın her yerinde Yahudiler cuma akşamı, Şabat’ı ‘gelin’ olarak karşılarlar. Ve atalardan bin yıllardır hiç değişmeden aktarılan peraşalara ve öykülerine yetmiş farklı açıdan bakarlar, nesiller arasında yüzyıllar boyunca tartışırlar, paylaşırlar ve farklı farklı yorumlamalarda bulunurlar.” Bu kitapla, uzun yıllar boyunca sosyal medya hesaplarında paylaştığı denemelerini bir araya topladığını belirten yazar daha sonra yayımlamayı düşündüğü kitaplarla da buna devam edeceğinin ipucunu ön sözünde veriyor. Moris Levi’nin Yetmiş Duvaklı Gelin kitabını okurken “Her okuyucunun kendine has bir rota çizerek anlama yolculuğuna çıkacağını ve bu yolculuktan da mutlaka eli dolu olarak kendine döneceğini söylemem gerek.”

 

Kitabın gizli kahramanı ‘baba’

Moris Levi’yi öykülerle tanıştıran, yemek yerken nazlandığında lokmalara isim takıp öyküler anlatan babası bence bu kitabın en gizli kahramanıdır. Babası yazarı öykülerle yaşama hazırlarken, öykülerin onun hayatında bu denli önemli bir yer kaplayacağını tahmin etmiş midir?

Çocukluğunda öykülerin dünyasıyla yakınlık kuran yazar hayatının ilerleyen dönemlerinde de öykülerle haşır neşir olmuş, öykülerle düşünmüş, bol bol öykü okumuş sonra da öykü yazmaya başlamışken tüm bunların gerisinde babasının rol model oluşu ebeveynlerin çocukları üzerindeki olumlu etkilerin yaşamlarında ne türlü başarılara yol açtığının güzel bir örneği olarak kabul edilebilir.

Sevgili Renan Koen’in Şalom Dergi için yaptığı röportajda Moris Levi’nin şu söylediklerini tam da bu başlık altında buraya aktarmadan geçemeyeceğim: “Öyküler hep benim yaşamımın önemli bir parçası oldu. Babam çok güzel öykü anlatırdı. Daha da ötesi beni eğitmek için bile öykülerden faydalanırdı. Anımsadığım en eski anılardan biri, sofrada yemek yememizle ilgili olanıdır. Zayıf ve iştahsız bir çocuktum, beni yedirebilmek için babam tabaktaki her bir lokmaya isim takar ve o lokmalar arasında geçen bir uyduruk öyküyü anlatmaya başlardı. Bir yandan da o isim taktığı, kişilik kazandırdığı lokmaları ağzıma tıkıştırırdı. İlkokula başladığım yıl bir türlü okumayı sökemedim. Sanırım disleksi gibi bir kusurum vardı, harfleri hep ters görüyordum. Babam yine kollarını sıvadı ve her harfe çıkardığı ses ile ilgili bir isim taktı. Harfler birlikte gezmeye gittiler ve kelimeleri oluşturdular. Ben harflerden önce öykülerini öğrendim. Yıllar geçti ve etrafıma benden küçük çocukları toplayıp öykü anlatmaya başladım. Daha sonra da fırsat buldukça öykü okudum, öykü biriktirdim, öyküler anlattım daha da önemlisi hep öykülerle düşündüm durdum.”

Güzel olan ne varsa nedeni aşktır

Moris Levi’nin Yetmiş Duvaklı Gelin kitabından öykülerin tamamını çok beğendim ancak öyle bazı öyküler var ki beni derinden etkiledi. Bunlara genel hatlarıyla ve beni etkileyiş biçimleriyle değinmeden geçemeyeceğim. Vayetse Peraşasına örnek bir öykü bu, dünyayı aşkın döndürdüğüne dair, aşkın var olan her şeyin ve herkesin sebebi olduğuna dair çok anlamlı bir öykü.

18. yüzyılın en büyük düşünürlerinden Moses Mendelssohn vücudundaki bozuklukla yaşayıp giderken fikirlerinin hayranı bir adam kendisine kızının da kendisine hayran olduğunu, onları tanıştırmak istediğini ve eğer kabul ederse kendisini damadı olarak görmek istediğini söylüyor. Düşünür ister istemez bu durumdan etkileniyor ve kızla görüşmeye gidiyor. Kız, düşünürün vücudundaki arızayı gördüğü andan itibaren gözlerini yerden kaldırmıyor ve sohbeti o şekilde sürdürüyor. Kızın güzelliğinden ve zekasından çok etkilenen düşünür aradan geçen bir süre sonra adama eğer hala aynı fikirdeyse kızına evlenme teklif etmek istediğini söylüyor. Adam mahcup bir şekilde kızının onun vücudundaki bozukluktan ötürü bundan vazgeçtiğini ifade ediyor. Mendelssohn bu son durumda dahi kızıyla görüşmek istediğini belirtiyor.

Kızla tekrar bir araya gelen düşünür ile kız uzun uzadıya sohbet ediyorlar, felsefeden konuşuyorlar, fikirler üzerine tartışıyorlar. Kız bütün sohbet boyunca gözlerini ellerindeki nakış işlediği gergefinden kaldırmıyor. Bir an geliyor sessiz kalıyorlar ve kız Mendelssohn’a soruyor: “Siz Bay Mendelssohn, evliliklerin bir yerlerde hazırlandığına mı inanırsınız?” Mendelssohn şunları söylüyor: “Evet inanırım. Biliyorsunuz Talmud’u yorumlayanlar, çocuklar daha doğar doğmaz kimin kiminle evleneceğinin cennette belirlendiğini söylerler.” Ve konuşmasını sürdürüyor: “Bende de böyle olmuş. Bana çok küçükken kamburu olan biçimsiz bir vücutlu ama çok akıllı bir kadınla evleneceğim fısıldandı.” Genç kız bu sözlerden şaşırıyor. Mendelssohn konuşmaya devam ediyor: “İşte o zaman dua ettim, ‘Allahım’ dedim, Kambur ve çirkin vücutlu kadının yaşamı, akıllı bile olsa bir trajedi olur. Bir kadın güzel ve alımlı da olduğunu hissetmeli. Sana yalvarıyorum, benim için seçtiğin akıllı kadına layık gördüğün biçimsiz vücut benim vücudum olsun.” Bu sözlerden sonra genç kızın bir anda sevecenleşen bakışlarının verdiği cesaretle kıza evlenme teklif ediyor. Evleniyorlar. On çocukları oluyor, altısı yaşıyor. Torunları arasından çok sayıda bilim insanı bankacı, coğrafyacı, ressam, besteci, aktör, yazar, matematikçi yetişiyor. Torunlarından Felix Mendelssohn klasik batı müziğinin dehalarından biri kabul ediliyor. Yazar Moris Levi kitabında öyküyü anlattıktan sonra William Shakespeare’in bir oyununda söylediği şu sözü paylaşıyor: “Beğendiğiniz bedenlere hayalinizdeki ruhu koyup aşk sanıyorsunuz. Gerçek aşk gözlerle değil ruhla görür” diyor ve ardından ekliyor: Shakespeare’in anlatmak istediğini galiba Şems-i Tebrizi daha iyi anlatmış; “Senin baktığına herkes bakar; ama senin onda görebildiğini herkes göremez. Fark sende... Özel olan sevdiğin değil... sevgin…” Bu satırların hemen ardına yakışacağını düşündüğüm bir cümleyi de ben ekliyorum: Zekasını beğendiğin birinin görüntüsünü merak etme. Zekasını kullanmayan birinin görüntüsünden etkilenme”. Friedrich Hegel.

 

Bisiklet kullananların suçu

Yazar kitabında ‘Ship of Fools’ (Aptallar Gemisi) filmi için sinema tarihine geçmiş iyi filmlerden biridir diyor ve filmden bahsediyor. Filmde 1933 yılında II. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde, Almanlarla dolu bir yolcu gemisinde geçen olayların anlatıldığını söyleyen yazar filmdeki bir diyaloğu örnek olarak veriyor: “Gemi yolcuları arasında olan Nazi eğilimli biri, ülkesinin başındaki önemli bir problemle ilgili olarak bir konuşmasında, ‘Bütün kabahat Yahudilerde’ diyor. Orada bulunan bir Yahudi Doktor da tereddütsüz; ‘Ve bisiklet kullananlarda’ diye atılıyor. Adam bu yorumu anlamıyor ve konuşmasını sürdürüyor; ‘Ekonomideki bütün sıkıntılarımızın sebebi de Yahudiler!’ Doktor hemen yapıştırıyor; ‘Ve bisiklet kullananlar!’ Nazi boş gözlerle doktora bakıyor ve bu sefer bağırıyor; ‘Gelen savaş da Yahudiler yüzünden!’ Doktor da bağırıyor; ‘Ve bisiklet kullananlar yüzünden!’ Nazi’nin sabrı tükeniyor; Bisiklet kullananlar mı? Ne saçma! Neden bisiklet kullananları suçlayalım ki?’ diyor. Doktor aynı tonda cevap veriyor; ‘Aynen! Neden Yahudileri suçlayalım ki?’” Ne kadar kısa ve öz değil mi? Kitap bunun gibi güzel öykülerle dolu. Okurken her birinden ayrı bir keyif alacaksınız ve tabii ders de çıkartacaksınız.

Neden doğduğumuzu anlayacağımız güne değin…

Sevgili Renan Koen’in Moris Levi ile yaptığı röportajda kitap hakkındaki tanımlaması tam olarak aslını ifade ediyor: Geliştirici, düşündürücü ve dönüştürücü bir kitap”. Ve Moris Levi’nin fikri:Bir topluluğa kimlik kazandıran onun kolektif hafızasıdır. Ve kolektif hafıza en çok öykülerle taşınır inancındayım”. Moris Levi’nin bir sonraki kitabı tarihi öykülerden oluşacak. 100 gerçek tarihî olayı araştırarak yazdığını dile getiren yazar, röportajda şunları da ekliyor “O tip öykülerin ya da anekdotların daha fazla yerine ulaşabileceğini zannediyorum. Esasen yaşadığımız devirde elimizde paha biçilmez bir hazine var. Ne yazık ki “Tarih” deyince biz savaşları, yengi ve yenilgileri sıralamaktır sanıyoruz. Okullarda bize öğretilen bireylerin tarihi değil. Çok defa ideolojiler ve sistemler bireyleri ezmiş, birtakım, zamanla anlamını yitirecek kurum ve ilkeler- amaçlar- menfaatler insanların önüne geçmiştir. Oysa bireylerin başlarından geçenler ve onların olaylar hakkındaki tutum ve kararları tarihin kendisini değiştirmiştir. Gerçekten mesel gibi okunması gereken ve bize çok şey öğretebilecek olanlar tarihi öykülerdir.” Moris Levi’nin ikinci kitabını bir Bibliobibuli olarak sabırsızlıkla bekliyorum. Mark Twain’in bir sözü ile cümlelerimi sonlandırıyorum: “İnsan hayatında iki önemli gün vardır: “Biri doğduğu gün, diğeri neden doğduğunu anladığı gün”. Hepimizin neden doğduğumuzu anladığımız güne bir an önce erişmemiz dileğiyle, Bibliobibuli’den dostlukla.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün