Zengin ve yoksul…

Mete YAYLALI Spor
21 Eylül 2022 Çarşamba

2022 sezonu, son major turnuva US Open ile kapandı. Erkeklerde 19 yaşındaki İspanyol Carlos Alcaraz ile kadınlarda 21 yaşındaki Polonyalı Iga Swiatek mutlu sona ulaştı. Elbette sadece şampiyonlar akılda kaldığı için kimse final oynayan 23 yaşındaki Norveçli Casper Ruud ile 28 yaşındaki Tunuslu Ons Jabeur’u hatırlamayacak. Hep sistem sistem diye yakınıyoruz, bir Türk sistemi olmadığı için şampiyon çıkaramıyoruz diyoruz ama Norveç ya da Tunus tenis sistemi neymiş diye merak eden yok!

Her fırsatta yazıyorum, bir daha yazayım Fransa Tenis Federasyonu (FFT) efsane Başkanı Philippe Chatrier’in sözünü:

"En iyi sistemin bile şampiyon çıkaracağına inanmıyorum; şampiyon olmak kişisel bir şeydir. Bir şampiyon üretemezsiniz. Biz ancak sporcuları nehir kıyısına yönlendirebiliriz ancak bu tür şampiyonlar nehrin diğer tarafındadır. Nehrin ortasında timsahlar var. Şişkin egolar, paranın akıntısı, medyadaki şamata, arkadaş çevresi ve çıkar çevreleri, hepsi... Nehri geçebilenler kurtulur. Ayaklarını yere basarlarsa şampiyon olurlar.”

Yani konu sistem değil. Ülkenin ekonomik yapısı, kültürü, spor geçmişi hatta liyakata verilen önem bile suyun kenarına kadar gelen sporcu sayısında etkilidir. Bu sosyal ve kültürel yapıdan çıkanlar da nehirdeki mücadeleye hazırdır.

Bizim alacağımız daha çok yol olduğu için “nasıl oluyor da bizden olmuyor” sorusunun cevabını hepimiz biliyoruz.

Böyle bakınca eleme ikinci turda yenilen Altuğ Çelikbilek ile ilk turda yenilen İpek Öz’e diyecek bir şey yok. Ana tabloya çıkabilirler miydi? Elbette neden olmasın. Fakat bu bizi tenis ülkesi yapar mı? Yok artık!

Her major turnuvanın ardından mutlaka bir hikaye çıkar. Favori olmayan ve hatta elemeden çıkıp gelip şampiyon olan bir oyuncu vardır mesela İngiliz Emma Raducanu gibi. Neydi Raducanu hikayesi? 2021 US Open elemelerinden ana tabloya çıkıp şampiyon olduğunda 18 yaşındaydı ve gerçek bir “underdog” örneğiydi. Arkasından benzer başarılar beklendi ama gelmedi. Belki henüz hazır değildi, belki şöhret gözlerini kamaştırdı topa vuramadı, belki de hepsi.

Bu yılın turnuvasında birkaç hikaye var aslında. Öncelikle Djokovic’in aşı şartlarına uymadığı için ABD’ye girememesi ve haliyle turnuvaya katılamaması. Sonrasında Avustralya’nın hırçın çocuğu Kyrgios’un müthiş bir mücadeleden Medvedev karşısında galip gelmesi fakat sonraki turda çeyrek finalde başka bir Rus sporcuya, Kachanov’a takılması. Serena Williams’ın üçüncü turda Avustralyalı Tomlijanovic’e elenmesi.

Kadın tenisinin yaşayan efsanesi 40 yaşındaki Serena bu turnuva öncesinde emekliliğini duyurmasına rağmen birkaç gün önce geri dönüş sinyali veriyordu. Williams kardeşleri ve özellikle Serena’yı buraya sıkıştırmayayım da ayrı bir yazı konusu olsun, hakkını verelim.

Son olarak da RG’22 şampiyonu Rafael Nadal’ın dördüncü turda Amerikalı Frances Tiafoe’ye mağlup olarak elenmesi bu yılın hikayeleri arasında yazılabilir; biraz daha kurcalarsak başka hikayeler de bulunur.

Burada bir Casper Ruud hikayesi daha ortaya çıkıyor. İlginç bir şekilde Norveçli sporcu önce RG finalinde Nadal’a, sonra da US Open finalinde başka bir İspanyol’a, Alcaraz’a mağlup oluyordu. İspanyollar Ruud’a iyi gelmiyor anlaşılan.

RG’22 erkekler final eşleşmesinin bir benzeri de kadınlar tarafında fakat birkaç tur aşağıda yaşanıyordu. Paris’te çeyrek finalde Amerikalı Jessica Pegula’yı mağlup ederek devamında şampiyon olan Polonyalı Iga Swiatek, bu defa da New York kortlarında aynı turda karşılaşıyorlar. Mücadeleden yine galip ayrılan Swiatek finalden zafer çıkartıyordu.

Dedim ya hikayelerin sonu yok fakat sadece benim değil herkesin dikkatini bir kadın ve bir erkek sporcu çekti: İki Amerikalı tenisçi, 28 yaşında Jessica Pegula ile 24 yaşında Frances Tiafoe.

İkisi de çok hareketli, çok hızlı, çok koşan, hırslı ve mücadeleci. Pegula bu haftaya 5 numara olarak girerken Amerika’nın da 1 numarası; Tiafoe 19 numara ve ülkesinin 2 numarası.

Pegula çeyrek finalde şampiyona Swiatek’e kaybetti, Tiafoe önce Rublev ardından Nadal’ı mağlup etti fakat yarı finalde şampiyon Alcaraz’ı geçemedi. Turnuva, her iki oyuncunun da kariyerlerinde önemli bir adımdı. Ancak kendi evlerindeki Grand Slam'deki kariyerlerinin en iyi performansları onlara çok daha fazla hayran kazandırdı, ancak dinamik ikili arasındaki tek benzerlik bunlar değil.

Dünya 5 numarası Pegula, NFL takımı Buffalo Bills ve NHL takımı Buffalo Sabres'in sahibi Terry ve Kim Pegula'nın kızı. Terry Pegula milyarder bir iş adamı ve petrol mühendisi. Pegula Sports bir aile şirketi. Terry Pegula'nın net servetinin 7 milyar doların üzerinde olduğu tahmin ediliyor. 

Jessica Pegula’nın böyle bir servetin sahibi olarak gidip tenis turnuvaları dolaşması beklenmez herhalde ama öyle olmuş işte. Babam sağolsun dememiş, bu serveti kullanıp başka işlere gireyim de dememiş fakat dünyada kendine göre bir iz bırakmayı tercih etmiş. Bu yolculuk da bugün dünyanın 5. ve ülkesinin 1. kadın tenisçisi olarak devam ediyor.

US Open çeyrek final maçı öncesindeki basın toplantısında diyor ki:

“Buffalo'dan her yerde bir sürü insan var, her zaman Bills ve Sabres hayranı olan birini bulursunuz. Ve bence bunu daha çok benimsedim ve bu insanların eğlenceli ve havalı olduğunu düşünüyorum. Buffalo'da çok fazla tenis olmadığı için tenis hakkında fazla bir şey bilmiyorlar ama Cincinnati'de ya da burada ya da herhangi bir yerde gelip maçı izleyecekler, çünkü hepsi taraftar. Bence bu şekilde tenisi Buffalo'ya biraz daha fazla gösterebilmem ve onlara destek olacak bir şeyler verebilmem harika çünkü kesinlikle spor takımlarının arkasında olmayı seviyorlar. Eğlenceli bir deneyim oldu.”

Amerika’nın 1 numarasının çeyrek final maçında tribünde kardeşleri de vardı ama babasının strese dayanamadığı için evde kalıp seyretmeyi tercih ettiği söyleniyor.

Üç Grand Slam turnuvasında da çeyrek final oynayan Jessica Pegula için 2022 uzun ve başarılı bir yıl oluyordu.

Bu yıl New York turnuvasında tribünleri ayağa kaldıran başka bir sporcu da Frances Tiafoe oldu. Hikayesi ve US Open yolculuğu da sadece tribünlere değil birçok genç, özellikle siyah sporcuya örnek olacak cinstendir.

Tiafoe, her ikisi de Sierra Leone'den ABD'ye göç etmiş olan Frances Tiafoe Sr. ve Alphina Kamara'nın oğlu. Frances’in babası 1993'te, annesi ise 1996'da Sierra Leone'deki iç savaştan kaçmak için ABD'ye geldi. Tiafoe Sr. bir inşaat işçisiydi; Frances'in dört yaşında tenis oynamaya başladığı Maryland'deki Tenis Merkezindeki inşaat ekibinde çalışıyordu. Tiafoe, ailesinin mütevazi bir mali geçmişe sahip olduğunu ve annesinin çoğu gece iki vardiya ve fazla mesai yapan bir hemşire olduğunu anlatıyordu. Tenisin kendisi ve ikiz kardeşi Franklin için 'mahalleden çıkmak' için bir yol olduğunu söylerken geldiği zorlu yoldan ulaştığı noktadaki gururu anlaşılıyor tabii.

“Tenisin içinde kalmak bizim için mahalleden çıkış fırsatıydı. Babamın bu tesisin inşaatında işçi olması bizi sürekli izlemesine yarıyordu. İşlerin buraya kadar gelmesini hesaplamadık tabii. Bir üniversite eğitimine paramız yetmezdi. Bu yüzden tenisi kullanın ve bir üniversiteden burs alın.”

İşte yine hep anlatılan konuya Tiafoe ile döndük. “Üniversiteye paramız yetmezdi, bu yüzden tenis oynayıp burs alabildim” diyor Salisbury Üniversitesi mezunu sporcu. Tiafoe ile Pegula arasındaki benzerliklerden biri de bu zaten. Tiafoe mahalleden kurtulmak için tenis oynarken, üniversiteye gidebilmek için de yine tenisi kullanıyor. Pegula’nın ise kurtulmak istediği bir mahalle ya da maddi sıkıntısı yok. Fakat o da kendi ayakları üzerinde durup bir şeyler yapmak istiyor, tenis oynuyor ve spor bursu alıp Pittsburgh Üniversitesi’ne gidiyor. Yani ikisi de “eğitim şart” demiş.

Tiafoe’ye örnek, siyah ve benzer zorluklardan geçmiş iki süper tenisçi daha vardı: Venus ve Serena Williams.

Hani deriz ya bir rol model, bir örnek sporcu olmalı ki yolu göstersin.

O zamanlar, ben çok gençken, Grand Slam finallerinde Serena ve Venus'ü oynarken izliyordum. Wimbledon'da oynamak, Arthur Ashe'de oynamak ve bunun gibi şeyler ne kadar havalı olurdu diye düşünürdüm.”

Bugün Amerika’nın 2 numarası Frances Tiafoe, 1972 yılından beri Arthur Ashe ardından US Open yarı finaline ulaşan ilk siyah erkek sporcu oldu. Hem de babasının inşaatında çalışırken eline raket aldığı ve o efsanenin adını taşıyan tenis kortunda.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün