Holokost´un unutulmaması gereken hikayeleri

Bu hafta sizler için hepsi de Holokost dönemine ait çeşitli hikâyeler derledim. Holokost dönemi öylesine karışık, trajik ve sonu gelmeyen hikâyelerle dolu ki, ilginç ama çok uzun olmayanları bir araya toplamaya karar verdim.

Sara YANAROCAK Kavram
22 Haziran 2022 Çarşamba

II, DÜNYA SAVAŞI SIRASINDA, BERLİN’DE SAKLANAN HOLOKOST KURTULANI INGE DEUTSCHRON, 99 YAŞINDA HAYATINI KAYBETTİ.

Nazi döneminde Berlin’de saklanan ve daha sonra Holokost’u anma konusunda önde gelen bir ses haline gelen, Holokost’tan kurtulan Inge Deutschkron,9 Mart 2022 tarihinde 99 yaşında öldü.

Londra’da ve daha sonra Tel Aviv’de yaşadıktan sonra 2020’de Berlin’e dönen Deutschkron,1978 tarihli otobiyografisi ‘Sarı Yıldız Taktım’da, genç bir kadın olarak şehrin içinde ve çevresinde nasıl saklandığını anlattı. Daha sonra Almanya’daki birçok sınıfta paylaştığı hikâyesi bir ilham ve uyarı oldu.

Almanlar tarafından kendisine yapılan onca zulme rağmen Inge Deutschkron, ,

Almanya’ya sırtını dönmedi. Ölümünden sonra, Almanya Cumhurbaşkanı Walter Steinmeier yaptığı açıklamada, “Nasyonal Sosyalizm döneminde işlenen suçlardan doğru dersleri almamızı sağlamak için yorulmadan çalıştı. Çağdaş bir tanık olarak, zulme uğrayan ve öldürülenlerin anılarının canlı tutulmasına ve tanıklardan oluşan bir nesil oluşmasına yardımcı oldu” dedi.

1922’de Berlin’in güneyinde bir kasaba olan Finsterwalde’de doğan Inge, ailesi başkente taşındığında beş yaşındaydı. Naziler 1933’te iktidara gelene kadar, kendilerini Yahudi’den çok Alman gibi hissettiler.2013’te Almanya Parlamentosu’nda düzenlenen Holokost Anma Günü töreninde konuşan Inge, annesinin ona söylediklerini hatırladı:  “Artık bir azınlığın parçasısın. Sınıfınızdaki diğer çocuklara, onlardan daha değersiz olmadığınızı göstermelisiniz.”

“Ve tabii ki tam olarak bunu yapacağımı biliyordu,” diye ekledi.

Bir öğretmen olan babası Martin Deutschkron, ders verdiği okuldan Yahudi olduğu için kovuldu ve 1939’da İngiltere’ye kaçtı. Ancak annesi Ella ve Inge, Berlin’den dışarı çıkmadı.1941’de Otto Weidt’ın körler için fırça atölyesinde iş buldu. Weidt, birçok Yahudi de olmak üzere sağır ve kör işçileri istihdam etti ve aynı zamanda kurtarılmasına yardımcı oldu. Atölyenin yeri şimdi Berlin Yahudi Müzesinin uydu sergi salonu olarak hizmet veriyor.

2013’te Federal Meclis’te yaptığı konuşmada “1946 yılında, diğer göçmenlerle birlikte babam bizi Londra’daki tren istasyonunda karşıladı. Onu hemen gördüm” diyen İnge “Bu göçmenler için öldürülen akrabalarının elçileri gibiydik. Bizi gördüklerinde gözyaşlarına hâkim olamadılar” dedi.

Deutschkron,1960’larda Frankfurt’taki Auschwitz davalarını da ele aldığı İsrail gazetesi Maariv’de yıllarca gazeteci ve editör olarak çalıştıktan sonra, 2002’de Berlin’e geri döndü. Yaşamının sonuna kadar Almanca birçok kitap yazdı, ödüller kazandı ve ölene değin Berlin’de kiralık bir evde yaşadı.

KRAKOW GETTOSUNUN ECZACISI

Holokost sırasında Polonyalı bir eczacı olan Tadeusz Pankiewicz, Krakow Gettosundaki Yahudilere yardım etmek ve onları kurtarmak için çok çalıştı.

Polonya Krakow’da doğup büyüyen Tadeusz’un babası, ‘Altın Kartal Altında’ adlı eczanesini yıllarca işlettikten sonra, onun ölümünün ardından oğlu Tadeusz, eczaneyi 1933 yılına kadar şehirdeki tüm halka ve Yahudilere hizmet ederek işletmeye devam etti.

Ancak Naziler Polonya’yı işgal ettiklerinde, şehrin Yahudilerinin tutulduğu gettonun bir parçası olan Tadeusz’un eczanesinin bulunduğu bölgeyi kapattılar. Gettodaki diğer Yahudi olmayan üç eczane, Nazilerin yasak bölgenin dışına taşınma teklifini kabul etti. Ancak cesur eczacı kalmayı tercih etti. Hatta işçileri gettodan gelip gitmek için izin almış olmasına rağmen, eczanede yaşamayı bile seçti.

Gettoda yaşam zordu ama Tadeusz, Krakow’daki Yahudilerin acısını hafifletmeye çalıştı. Hayatlarını kurtaran ilaçlar ve farmasötik ürünler sağladı. Çoğu zaman bu ihtiyaçları ücretsiz olarak verdi. Tıbbın yanı sıra, gettodaki Yahudilere verilen gereçlerin hayat kurtarıcı olduğu kanıtlandı. Saç boyalarının kılık değiştirmeler için yararlı olduğu kanıtlandı, sakinleştiriciler ise Yahudi çocukları Gestapo baskınları sırasında saklanırken sessiz ve canlı tutmak için kullanıldı.

Eczane aynı zamanda gettonun yeraltı merkezi olarak da görev yaptı. Eczacı ve çalışanları, yiyecek ve bilgi kaçırmak için ve Nazi ölüm kamplarına sürülecek olan Yahudileri saklamak için kendi hayatlarını riske attılar. Yüzlerce Yahudi’nin hayatını kurtardılar. Eczane şimdi Ulusal Anma Müzesi olarak duruyor. ‘Schlinder’in Listesi’ filminde eczaneye yer veren filmin yönetmeni Steven Spielberg, binanın korunması için para verdi.

Yad Vashem,1983 yılında (vefatından on yıl önce)Tadeusz Pankiewicz’i  ‘Uluslararası Dürüst’ olarak onurlandırdı. Erdemli eczacı aynı zamanda, Holokost’tu gelecek nesillere öğretmek için bir dönüm noktası olarak hayat kurtaran eczanesinin açılışına katıldı. Yürekli eczacı bu sırada işlenen kötülüklere rağmen, karanlık zamanın içinde kötülüğe karşı cesurca davranmıştı.

“HER GECE YEMEK HAYAL ETTİM”

Açlık, işkence, cinayet; Alman toplama kamplarında milyonlarca insanın yaşadığı dehşet tarif edilemez. Kurtuluşundan 70 yıl sonra Auschwitz’e dönen Holokost’tan kurtulanlar, medya ordusu ile karşılaştı.

Otobüs, Polonya’nın Oswiecim kasabasındaki gri ve terk edilmiş tren istasyonunun ve karla kaplı paslı demiryolunun önünden geçerken, yaşlı bir adam aniden ağlamaya başladı. Sessizleşen otobüste hıçkırıklar yankılandı. Adamın karısı yavaşça kolunu okşayarak kulağına hafifçe fısıldadı. O iki kişi otobüsten inerken, insanlar onun kollarını kavrıyorlardı.  Onlar, umutsuz zorluklara rağmen yaşayan erkekler ve kadınlar, Auschwitz Müzesinin ana girişine doğru yavaş ve zahmetli bir şekilde ilerlediler. O hayatta kalabilenler Auschwitz’in ve diğer Alman toplama kamplarının açlıktan ve sayısız dehşetinden ve 27 Ocak 1945’te Sovyet Kızıl Ordusu tarafından kampın kurtarılmasından 70 yıl sonra geri döndüler.

Bilet gişesinde gülüp itişen bir grup İtalyan öğrencinin yanından geçerken, omuzları buz gibi esen rüzgâra karşı eğilmiş olan Natan Grossmann, Auschwitz’in bir uydu kampı olan Birkenau’daki bitmeyen sonsuz geceleri hatırladı. ”Her gece, annemin benim için yemek yaptığını hayal ederdim, büyük tabaklarda lezzetli yemekler” dedi. Annesi, babası ve erkek kardeşi Naziler tarafından öldürüldü. 15 yaşındayken Grossmann önce toplama kampındaydı ve ardından Kızıl Ordu ilerlerken ve Naziler mahkûmlarını zorla Almanya içlerindeki kamplara yerleştirirken uzun, zorunlu ölüm yürüyüşünde tek başınaydı. “Bazı geceler uyanır ve yemek hayal etmediğimi fark ederdim. Bu beni inanılmaz derecede üzerdi” diye anlatıyordu.

 Tekrar olabilir…

Grossmann, Auschwitz’in, kapının karşısındaki kocaman siyah harflerle yazılı iğrenç ‘Arbeit Macht Frei’ girişine ulaştığında, bir kameraman kalabalığının karşısında duran diğer Holokost kurtulanlarının yanına getirildi. Fotoğrafçılar sürekli olarak fotoğraf çekiyorlardı.

Orta yaşlı belgesel film yönetmeni Jeffrey Tuchman etrafına baktı. ”Medya o zamanlar buralarda olsaydı, belki birisi bu cinayetleri durdurabilirdi” dedi.

Birkaç adım ötede, çitin diğer tarafında bir gazeteci kurtulanlara sordu; “Şu anda neden Auschwitz’desiniz ve ne hissediyorsunuz?” Bir Alman mühendisin o zamanlar 21 yaşındaki bir çocuğu Siemens fabrikasında köle işçi olarak seçmesi nedeniyle ölüm kampından sağ olarak kurtulan Marcel Tuchman, sözlerini dikkatle ve bilinçli bir şekilde seçti; ”Holokost bir gecede olmadı. Zaten kıvılcımlar vardı. Yani asıl mesaj bunun tekrar olabileceğidir. Auschwitz’in gaz odalarında ve 1 milyondan fazla insanın öldüğü tahmin edilen uydu kamplarında, sonsuza kadar susturulanların seslerini onurlandırmaya geldim” dedi.

Bu tam olarak bir tatil değil…

Başka bir gazeteci sordu: ”Buraya geri döndüğünüzde ne hissettiniz?” Marcel Tuchman’ın gülümsemesi alaycıydı:  “Size söyleyebileceğim, bu tam olarak turistik bir tatil değil. Kendime acımak için değil, hayattan en iyi şekilde yararlanmak için hayatta kaldım”  cevabını verdi. “Öğrencilerime nasıl insancıl olunacağını öğretiyorum” derken yüzünde bir gülümseme vardı.

Solunda başka bir gazeteci kalabalığı vardı. Oswiecim’de doğmuş, ancak Auschwitz’in kapılarının arkasına kilitlenmiş olan Samuel Beller’i kuşattılar. En yakındaki mikrofona “5 yıl,8 ay tarif edilemeyecek kadar ağır bir işkenceden kurtuldum” derken sesi boğuk ve öfkeliydi. ”Bu acı bir tarih. Bin defa anlatılmalı. Bugünün gençleri yeterince bilgi sahibi değil.”

Arkasında turist grupları taş barakaların önündeki yolda yavaşça yol alıyorlardı. Düzinelerce insanın asıldığı darağacının, ahşap bekçi evinin ve dikenli tellerin fotoğrafını çekmek için duruyorlardı. Kulübede beş İtalyan çocuğu bir cam bölmenin üzerinde durdular: Arkasında büyük bir saç yığını vardı. Bazıları hâlâ örülmüş. Bunlar geldikten sonra çocukların, kadınların ve erkeklerin başlarından kazınmış olan saçlar. Birçoğu hemen gaz odalarında ölmek üzere gönderildi. Siyanürü içeren büyük, boş ve paslı bir teneke yığını başka bir bölmenin içinde sergileniyor. Orta yaşlı bir adam akıllı telefonuyla fotoğraf çekiyor, sonra kıpırdamadan ona bakıyor ve etrafındaki diğer ziyaretçileri görmezden geliyordu.

Dışarıda, kalın bir ceketin altına ince çizgili mavi beyaz hapishane üniforması giymiş yaşlı Polonyalı bir adam, bir Alman kamera ekibi tarafından izlenen ana yoldan yavaş yavaş yürüyor. Kapıda Marcel Tuchman oğluna dönüyor ve  “Burayı bir daha ziyaret etmek istemiyorum” diye fısıldıyor. Oğlu başını sallıyor: ”Tamam baba zorunda değilsin” diyor. Sesi sakin ve yatıştırıcı…

Otobüs hayatta kalanları ve ailelerini Krakow’daki otellerine götürürken, çoğu sessiz, karla kaplı tarlalara ve dışarıdaki köylere bakıyor…

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün