Arap topraklarından gelen unutulmuş Yahudi mülteciler

Filistinli mülteciler hakkında çok şey yazıldı, ancak Kuzey Afrika, Arap Yarımadası, Levant ve ötesindeki Arap vatandaşlarından kaçmak zorunda kalan yaklaşık bir milyon Yahudi mülteciye çok az ilgi gösterildi.

Sara YANAROCAK Kavram
15 Haziran 2022 Çarşamba

1948-1972 yılları arasında Arap ülkelerinden yaklaşık 586 bin Yahudi, İsrail’e yerleştirildi, 200 bin Yahudi de Kuzey Amerika ve Avrupa’ya taşındı. Yahudi mültecilerin büyük çoğunluğu yoksuldu ve arkalarında bıraktıkları mallarına Arap hükümetleri tarafından el konuldu. Bu kadar mülteciyi kabul etmek İsrail için zor ve maliyetliydi. Genç İsrail ülkesinin nüfusunu neredeyse ikiye katladı.

Fas, Afganistan, Yemen ve Suriye gibi, İslam’dan önce oralara giden bu çok uzaklardaki Yahudi topluluklarını ‘Geri Dönme Yasası’ uyarınca kabul etmek zorunluluğu olduğu halde, bu toplulukların İsrail’in ilk zamanlarında, ülkeye hiç katkıları olamadı.

Bu Arap Yahudi’si topluluklarının, İsrail toplumu tarafından özümlenmeleri sorunsuz değildi. Yeni gelenler, kalabalık, toplu barınma kamplarında (beit olim), maabarot adı verilen geçici barınaklarda, çadırlarda ve barakalarda barınıyordu. İsrail’in mevcut toplumsal gerilimlerinden bazılarının kökleri, maabarot’a kadar uzanıyor: Avrupalı Aşkenaz göçmenler daha iyi eğitimli, daha küçük ailelere sahip olduklarından, laik topluma asimilasyon oranları daha yüksekti ve ‘Alman Savaş Tazminatı’ almaya hak kazandılar. Mizrahi - Doğu Yahudileri ise daha az eğitimliydi, daha büyük aileleri vardı, daha dindardı ve Alman Savaş Tazminatına hak kazanamamışlardı. Onların özümlenmesi, ‘Kemer Sıkma Hükümeti’ tarafından ve dünya Yahudilerinden gelen bağışlarla desteklendi.

Bugün, orijinal maabarot’tan geriye hiçbir şey kalmadı. Mizrahi Yahudileri, İsrail toplumunun tam üyeleri; onlar ve soylarından gelenler İsrail nüfusunun yaklaşık yarısını oluşturuyor. İsrail toplumuyla bütünleştikleri için artık mülteci değiller ve haber değeri taşımıyorlar.

Arap ülkelerinden gelen Yahudi mülteciler neden daha önemli?

Hikâyeleri tarih kitaplarında anılmak yerine, neden bugün için hâlâ geçerliliğini koruyor? İsrail’in kuruluşu sırasında ve ilk yıllarında Arap vatanlarından kaçan Yahudi sayısı, 1948 ve 1967 savaşları sırasında evlerinden kaçan Filistinli mültecilerle bir nüfus mübadelesine denk geliyor. Filistinli mültecileri tazmin etmeye yönelik barış anlaşmasında, mülksüzleştirilmiş Arap Yahudileri için herhangi bir Arap tazminatı verilmemişti. Bunun nedenini anlamak için biraz da arka plana göz atmak gereklidir.

İkinci sınıf vatandaşlar

Arap egemenliği altında Yahudiler, Hıristiyanlar ve diğer gayrimüslimler, zimmi veya ikinci sınıf vatandaş olarak kabul edildi. Bu statü, Yahudilerin özel bir yıllık vergi ödemek zorunda olmaları, sinagog inşa edemeyecekleri veya dinlerini çok açık bir şekilde uygulamayacakları anlamına geliyordu. Alt konumlarını daha da güçlendirmek için, zimmiler Müslümanlar kadar yüksek evler inşa edemedi, farklı giyinmeleri istendi ve sadece eşeklere binmelerine izin verildi. Ata binmeleri yasaktı. Yahudi yetimler sık sık topluluktan çıkartılıp Müslüman olmaya mecbur edildi. Kuzey Afrika’da Yahudi toplulukları bir gettoda (mellah) yaşamak zorundaydı. Tüm bunların yanı sıra, Arap yöneticiler bu kuralları uygulama konusunda tutarlı değildi.

Yahudilerin Arap dünyasındaki istikrarsızlığını gösteren, 1840 yılında Şam’da vuku bulan kan iftirasıydı. Bir Kapuçin rahip ve onun Müslüman hizmetkârı ortadan kaybolduğunda, ikisinin kanlarını Pesah için kullanmak isteyen Yahudiler tarafından öldürüldüğüne dair bir söylenti başlatıldı. Birkaç Yahudi tutuklandı, bazıları işkence altında öldü, diğerleri ‘itiraf etti’. Kalan tutuklular, Sir Moses Montefiore ve diğerlerinin müdahalesi sayesinde kurtarıldı. Ancak Mitchell Bard (htpps://www.jewishvirtuallibrary.org/the-damascus-blood-libel) bu olayın ardında acı ve kalıcı bir miras bıraktığını açıklıyor.

Yahudiler ‘ötekilik’lerine rağmen Arap kültürüne ve siyasetine katkıda bulunmayı başardılar. Önemli kişiliklerden bazıları şunlardı:

Ya’qup Bilbul: Irak roman ve kısa öykü yazarı.

Togo Mizrahi: Mısırlı yönetmen, oyuncu, yapımcı ve senarist.

Saleh ve Daoud al-Kuwaity: Şarkıları Arap klasiği olarak kabul edilen kardeşler.

Sir Sassoon Eskell: Irak Krallığının kurulmasında etkili olan devlet adamı ve finansör.

Alphonse Halimi: Cezayir’den dünya şampiyonu boksör

Alphonse Halimi

Şeyh el Afit (Issim İsrael Rozzio): Tunus’un en üretken şarkı yazarlarından biri.

1900’lerin başında, Arap dünyasının çoğu, Avrupalı güçler tarafından yönetiliyordu. Bu, bir yandan Yahudilere eğitimde, ticarette ve hükümette ilerlemenin yollarını açtı. Ama aynı zamanda onları Avrupa sömürgeciliği ve huzursuz Arap milliyetçiliği güçleri arasına tehlikeli bir biçimde yerleştirdi.

Sir Sassoon Eskell

Modern tarih

Avrupa’daki ölüm kamplarının cehenneminden kurtulmuş olsalar da Arap ülkelerindeki Yahudiler tarihin büyük ölçüde göz ardı ettiği kendi zorluklarıyla karşı karşıya kaldı. Fas, Cezayir ve Tunus’taki Nazi yanlısı Vichy Fransız rejimleri, Yahudilere karşı ayrımcı yasalar çıkardı. Bunlar arasında 110 bin Cezayirli Yahudi’nin Fransız vatandaşlığının iptal edilmesi ve 5 bin Tunuslu Yahudi’nin zorunlu çalışma kamplarına gönderilmesi yer alıyor. Libya’yı işgal eden Nazi güçleri, 2 bin Yahudi’yi Trablus ve Bingazi’den, Sahra Çölündeki çalışma kamplarına sürdü.

Irak’ta Naziler, Yahudilere karşı, Farhud olarak bilinen en şiddetli pogroma yol açan antisemit propaganda ile yerlileri kamçıladı. 1-2 Haziran 1941’de İngiltere’nin Anglo-Irak savaşındaki zaferinin ardından ve Şavuot Bayramı sırasında, Arap isyancılar Bağdat’ta 180’den fazla Yahudi’yi öldürdü, yüzlercesini yaraladı, mallarını yağmaladı ve yaklaşık 900 Yahudi evini yaktı.

İsrail’in kuruluşuna giden süreçte Arap Yahudilerinin durumu daha da kötüleşti. Arap yetkililer, aktif Siyonist oldukları düşünülen Yahudileri tutukladı. Ayaklanan Suriyeliler, Halep’te düzinelerce Yahudi’yi öldürdü ve yüzlerce ev, sinagog ve dükkânı yıktı. Aden’de ise benzer şekilde 76 Yahudi öldürüldü. Iraklılar Yahudi işletmelerini boykot etti ve cemaatin önde gelen iş adamı Şefik Ades’i İsrail’e silah satmakla ilgili uydurma suçlamalarla astı. Mısır ayrımcı yasalar çıkardı ve Yahudi iş yerlerine ve evlerine yönelik bir yangın bombası dalgasında 70 Yahudi öldürüldü.

Baskı İsrail’in kuruluşundan sonra da devam etti. 1958’de Libya’daki Yahudi Cemaati Konseyi feshedildi ve 1961’de Yahudileri Libya vatandaşlıklarından fiilen yoksun bırakan bir yasa çıkarıldı. Ülkedeki Yahudi cemaati, bir ayda 6 bin Yahudi’nin tahliye edilmesiyle esasen sona erdi. 1963’te bağımsızlığını kazanan Cezayir, Müslüman olmayanları vatandaşlıktan çıkaran bir yasa yayınladı. 1964’te Suriyeli Yahudilerin hükümette veya bankalarda çalışması, mülk satın alması ve ehliyet alması yasaklandı. Yurtdışına seyahat etme izni alan Suriyeli Yahudilerin, aile üyelerini rehin olarak geride bıraktığı bir belgeyi imzalamaları istendi. 1967’de Altı Gün Savaşı’ndan sonra Mısır Yahudileri bir ‘el koyma’ dalgasıyla vuruldu.

Neyse ki, 48 bin Yemenli Yahudi ve yaklaşık 120 bin Iraklı Yahudi, Sihirli Halı Operasyonu (1949) ve Ezra ve Nehemya Operasyonu (1951-52) ile İsrail’e hava yoluyla getirildi.

Özümleme ve yerleştirme

Bar İlan Üniversitesinden Dr. Shaul Bartal, Yahudi mültecilere yönelik uluslararası kayıtsızlığın İsrail’i yeni gelenleri yeniden yerleştirmek için orada olmayan Filistinlilerin mal varlıklarını kullanmaya nasıl zorladığını açıklıyor:

“Aynı zamanda, Holokost’tan kurtulan yüz binlerce kişiyi henüz bünyesine katmış olan yeni kurulan İsrail Devleti, kısa bir süre sonra Arap ülkelerinden 550 bin mülteciyi daha entegre etme gibi çok önemli bir görevle karşı karşıya kaldı. Arap ülkelerinden İsrail’e gelen Yahudi mülteciler, 1950’lerde Arap ülkelerinde Filistinliler için kurulan mülteci kamplarına benzer kalitede transit kamplarına yerleştirildi. Zamanla bu geçiş kampları, bitişik oldukları daha büyük şehirlerde kalkınma kasabaları veya mahallelerine dönüştürüldü. Kampların sonuncusu 1963 civarında kapandı.

BM, Yahudi mültecilere (veya bu konudaki dünyadaki herhangi bir mülteci topluluğuna) yardım etmek için UNRWA gibi özel bir kurum kurmadı. 1951’deki Fransız Konferansı’nda, ‘Arap’ Yahudi mülteciler konusu, özellikle Yahudilerin Irak’ta kalan mal varlıklarına el konulması gündeme getirildi. İsrail, Arap devletlerinde kalan Yahudi varlıkları ile Filistinli mültecilerin arasında bir bağlantı kurulmasını talep etti, ancak tartışmadan hiçbir şey çıkmadı.

Sonuç olarak, İsrail Devleti, mevcut olmayan varlıkların kullanımına ilişkin kendi yasasını çıkarmaktan başka alternatif görmedi. Bu, hükümetin Filistinli mültecilerin varlıklarını kendi Arap Yahudi mültecilerini yeniden yerleştirmek ve desteklemek için kullanılmasını sağladı.

Kaynak: Pesah Benson (http://honestreporting.com/author/pesachbenson200/)

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün