Altın Palmiye´nin iki favorisi

Altın Palmiye için favorim olan ´Broker´de, aynı filmde dramdan komediye geçmedeki ustalığıyla, Kore Eda Hirakuzu yine beş benzemezden bir ´karma aile´ yaratmayı başarıyor. Ancak ödülü ´Hüzün Üçgeni´yle kazanan İsveçli Ruben Östlund ´çifte Altın Palmiyeli yönetmenler kulübü´nün dokuzuncu üyesi oluyor.

Viktor APALAÇİ Sanat
8 Haziran 2022 Çarşamba

Geçen hafta Cannes dönüşü uçakta yazdığım yazıda 75. Festivaldeki ödül yağmurundan bahsetmiş, ödüllü filmleri kısaca yorumlamaya çalışmıştım. Bu yazımı Altın Palmiye için favorim olan ‘Broker’e ve ödülü kazanan ‘Hüzün Üçgeni / Triangle of Sadness’e ayırıyorum. İsveçli Ruben Östlund’a ikinci Altın Palmiye Ödülünü getiren ‘Hüzün Üçgeni’nden başlayalım.

Politik ve sosyal hiciv filmi

Sosyal satirleriyle Östlund, insanların davranış biçimlerine odaklanan sosyolojik tahliller yapan filmleriyle ünlendi. Bir burjuvazi ve sanat dünyası, entelektüel snobizm eleştirisi olan ve acı mizahıyla öne çıkan ‘Kare / The Square’den sonra, yönetmen ‘Hüzün Üçgeni’nde sınıflar arası çatışmalara ayna tutan bir sosyal hiciv filmi yapmış.

Filmin konusunun ilk bölümünün geçtiği, multimilyonerleri ağırlayan yatta, el bombası imalatıyla servet yapmış emekli bir çift var. Gemi korsan saldırısına uğrayınca, kaderin cilvesiyle yaşlı çift kendi imalatları bombanın patlamasıyla batan gemide hayatlarını kaybediyorlar. Gemide içki ikram ettiği kadınlara “Çok büyük bir servetim var” diyen Rus oligark, geminin batmasıyla servetinin kendisini hayatta tutmaya yaramadığı acı gerçeğiyle karşı karşıya kalıyor. Gemideki tuvaletlerin temizliğiyle sorumlu Abigail (Dolly De Leon), becerisiyle ıssız adadaki grubun liderliğini yapıyor.

Robert Östlund, “Projemi hayata geçirdiğim beş yıl boyunca, filmimin lüks kıyafetli davetlilerin izlediği Cannes’daki projeksiyonunu düşledim. Pandemi koşulları yüzünden çekimler 1,5 yıl sürdü. Kurgusunu üstlendiğim 2,5 saatlik film Cannes seçici kuruluna gönderildi ve kabul gördü” dedi.

Filme adını veren ‘Triangle of Sadness’ estetik cerrahların kullandığı bir deyimden, botoks ile kaşların arasındaki kırışıklıkların düzeltilebileceği bir alandan alıyor. Östlund ikinci Altın Palmiye heykelciğini 18 aylık oğlunun odasında muhafaza edeceğini söyledi. Festival sponsorları arasındaki Chopard firması bu yıl 75. yıldönümü onuruna Altın Palmiye’ye 75 pırlanta monte etti.

Filmin konusuna gelince… Bir moda haftası sonrasında bir manken çift, güzel ve seksi Yaya (Chalbi Dean) ile sevgilisi Carl (Harris Dickinson) bir yat turuna davet edilir. Marksist olduğunu öğrendiğimiz kaptanın hoş geldiniz galasında kopan fırtınayla işler ters gitmeye başlar. Korsan istilasına uğrayan, patlayan bir bombayla batan yatın yolcu ve mürettebatı denize dökülür. Kurtulanlar bir ıssız adaya sığınır. Burada hayatta kalma mücadelesi veren zenginlerin, balık avlamasını bilen zeki ve becerikli tuvalet temizlikçisi Abigail’in liderliğine sığındıklarını görürüz. Bu orta yaşlı, çirkin kadın, grubun en yakışıklısı olan Carl’ı sevgilisinden ayırıp, seks objesi haline getirir.

Robert Östlund, fazla uzun tuttuğu ve kendini tekrarladığı ıssız ada bölümünde, tekinsiz yorumuyla izleyicisini rahatsız etmeyi hedefler. ‘Turist / Force Majeure’ ve ‘Kare’de de birlikte çalıştığı görüntü yönetmeni Fredrik Wenzel, açık deniz ve ıssız ada sahnelerinde kusursuz bir iş çıkarmış. Ruben Östlund bütün filmlerinde olduğu gibi, bu ilk İngilizce filminin senaryosunu yazıp kurgusunu üstlenmiş.

Filmin iddialı uluslararası kadrosunun en ünlüsü Amerikalı Woody Harrelson. Östlund birlikte çalışmaktan çok memnun kaldığı aktöre ilerdeki projelerinde yer vereceğini filmin basın konferansında ilan etti. Manken çifti Güney Afrikalı afet Chalbi Dean (32) ile ‘The King’s Man’ ile parlayan İngiliz aktör Harris Dickinson (26) oynuyor. İsveçli Hanna Oldenburg (33) ile yatın personel şefine can veren Danimarkalı Vicki Berli, Hırvat Zlatko Buric, İsveçli Henrik Dorsin yanında, yaman kadın personeli oynayan Filipinli Dolly De Leon herkesten rol çalarken, oyuncu kadrosunun öne çıkan ismi oluyor. (Östlund teşekkür konuşmasında bilhassa onun adını andı.)

Cannes Festivali Direktörü Thiery Frémaux filmi “Bu evrensel ve politik hiciv filmi dünyamızın ne hale geldiğine ayna tutuyor” cümlesiyle değerlendirdi. Tıpkı ‘Kare’de olduğu gibi, beni etkilemeyen ‘Hüzün Üçgeni’nin bir başyapıt sayılacağına inanmıyorum. Yönetmenin ikinci filmi, Cannes’da Belirli Bir Bakış Bölümünde Jüri Ödülünü kazanan ‘Turist / Force Majeure’ (2014) benim için İsveçli sanatçının en başarılı eseri.

İkinci bir ‘karma aile’ öyküsü     

Jürinin G. Koreli efsane aktör Song Kang Ho’ya En İyi Erkek Oyuncu Ödülünü vermekle, ‘Hüzün Üçgeni’nin önünü açmayı hedefledikleri kanısındayım. Festival kuralları gereği bir filme iki ödül verilememesiyle,

Kore Eda Hirokazu devre dışı bırakıldı. Yönetmenin ‘La Verité’den sonra kariyerinde Japonya dışında çevirdiği ikinci film ‘Broker’, terk edilmiş bebekleri toplamayı amaçlayan bir G. Kore uygulamasını konu ediyor. Bir papazın inisiyatifiyle hayata geçen bu uygulamada terk edilmiş bebekler yetimhanede büyüyor.

Ailede kan bağları dışında başka bağların, alışkanlık yaratmanın, birbirine sarılmanın, kader birliği etmenin önemini vurgulayan Kore Eda, ‘Broker’da yine bir ‘karma aile’ öyküsü anlatıyor. Film, insanların istenmeyen bebeklerini isimsiz olarak kutulara bırakarak terk ettiği bir dünyada, yolları kesişen bir grup insanı takip ediyor. Hirokazu toplum dışı bir aile üzerinden düzen ve sosyal hayat üzerine sorular soruyor. Komediyle dramı ustalıkla harmanlayan senaryosu, çocukluk, evlat edinme, kimlik, fedakârlık, özveri, yazgı ve kararsızlık duygusu temalarının hakkını veriyor.

Aynı filmde türler arasında dolaşmada, dramdan komediye geçmedeki ustalığı bilinen Hirokazu ‘Broker’de de insanların doğduğu ailede değil, kendi seçtikleri ailede daha mutlu olduğu gerçeğini doğrulamayı sürdürüyor. Örneğin, terk edilmiş bir çocuk olarak yetimhanede büyüyen on yaşlarındaki sevimli bir çocuk, aile olarak bebek hırsızı olduğunu bildiği iki insana sığınarak bir aile yaşamı özlemini gideriyor.

Küçük çaptaki dolandırıcılıklar, dışlanmış insanlar arasında oluşan dayanışma ve dostluk bağları üzerinden, Hirokazu ‘aile’ye yeni bir bakış açısı getiriyor. Karakterlerinin bir özelliği de göründükleri gibi olmadıklarıdır. Hiçbir kan bağı taşımadan aynı çatı altında ‘Arakçılar’ın (2018) hırsızlıkla geçinen karakterleri, terk edilmiş bir kız çocuğunu sokaktan toplayıp bağırlarına basar. ‘Broker’deki bebek tacirleri bebeğin annesini ve iki kadın polisi şaşırtan fedakâr, özverili davranışlarda bulunur. Benzer konuları işlese de Japon usta kendini tekrarlamıyor. Kore Eda Hirokazu 2011’de Japonya’daki tsunami felaketinden sonra ‘aile bağlarının önemini vurgulayan’ filmlere yöneldiğini söylüyor. Bu konuda, “Broker’de aile ilişkilerinin doğasını keşfetmek için suça bulaşmış insanların bir aile kurma çabalarını araştırmayı hedefledim” diyor.

Ken Loach’ın filmlerini akla getiren, proletaryanın sorunlarına eğilen sinemasıyla, Hirokazu’nun senaryolarında lüzumsuz diyaloglara rastlanmaz. Yetişkin kahramanların tümü çocukları sever, kendi çocukları olmasa da. François Truff”aut hayranı Japon yönetmen, çocukları sanatının kalbine yerleştirir. ‘Arakçılar’da olduğu gibi, dünyaya terk edilmiş küçük bir kızın gözünden bakar. Kan bağları olmasa da ailedeki çocuk sevgisine şaşmaz şekilde inandığını filmlerinde sergiler.

Busan’da geçen konusuyla film, istenmeyen yeni doğmuş bebeklerin isimsiz bırakılabileceği ‘bebek kutuları’ndan birine genç bir kadının (Ji-eun Lee) bir bebeği terk etmesiyle başlıyor. Bu bebekleri toplayan yetimhane çalışanı (Dong-Won Gang) ve işbirlikçisi terzi (Song Kang-Ho) bebeği satmak üzere çalarlar. Fahişe olduğunu ve bebeğin babasını öldürdüğünü öğrendiğimiz annenin bebeğini geri istemesiyle durumlar karışır. Üstelik peşlerinde suçüstü yapmaya azmetmiş iki deneyimli kadın polis vardır. Uzlaşan üçlü bebeğin talipleriyle buluşmaya giderler. Konu ilerledikçe, bu dağınık karakterler arasındaki bağlar güçlendikçe, senarist Hirokazu yeni bir aile kurma olasılığını yeniden inşa ediyor.

İstenmeyen bebekler için yapılan terk etme kutuları G. Kore’de olduğu gibi Japonya’da da polemik konusu. Senaryo, filmdeki kadın polis şefini kamuoyunun temsilcisi olarak konumlamış. Zira filmin iyi düşünülmüş finalinde, şaşırtıcı ama çok önemli bir rol üstlendiğini görüyoruz. Film ‘Broker’ başlığını bebekleri satışa çıkaran ‘aracılar’dan alıyor. Bebeğin satış süreci, hayatın sillesini yemiş kahramanlarımızı Busan ile Seul arasında minibüsle, trenle yapılan yolculukları, Hirokazu’nun hassas ve duygusal sinemasıyla, bir ‘yol filmi’ formatında anlatıyor.

Bir otel odasında tüm karakterlerin doğdukları için birbirlerine teşekkür ettikleri, iyimser ve duygu yüklü sekans çok etkileyici. Uyumlu oyuncu kadrosunda G. Kore’nin en ünlü aktörü Song Kang Ho (Parazit), dolandırıcı rolünde bile güler yüzü ve karizmasıyla sevimli olmayı beceriyor. Ortağı yetimhane çalışanını, yine ülkesinin en ünlülerinden yakışıklı Dong-Won Gang canlandırıyor. Bebeğini terk etmek zorunda kalan kader kurbanı anneyi, Japonya’nın ünlü şarkıcı-oyuncusu Ji-eun Lee canlandırıyor.

 

  

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün