Festivalde Fransa

Fransız sineması geride kalan 41. İstanbul Film Festivalinde gövde gösterisi yaptı.

Viktor APALAÇİ Sanat
5 Mayıs 2022 Perşembe

41. İstanbul Film Festivali programındaki film sayısı, eski yıllara kıyasla daha azdı. Büyük merakla beklenen film sayısı daha da azdı. Ancak bunlar, sinemaseverlerin çok sayıda kaliteli film izleme fırsatını bulduğu gerçeğini değiştirmiyor. Yakın çevremden edindiğim intiba şu oldu: 41. Festival Frankofon sinefiller için bir sinema şöleni oldu. Başta Uluslararası Yarışmada Altın Lale Ödülünü kazanan Vortex olmak üzere, Fransız sineması festivalde bir gövde gösterisi yapmış oldu. Korku sinemasının veteran yönetmeni Dario Argento’nun başrolünü oynadığı, Gaspard Noé’nin oyuncularına doğaçlama imkanı tanıdığı, müstesna film Vortex, jüri üyesi arkadaşımız Erdoğan Mitrani’den öğrendiğimize göre, oybirliğiyle FİPRESCİ En İyi Film Ödülü’nün de sahibi oldu.

Xavier Giannoli’nin Sönmüş Hayaller / Illusions Perduessü, François Ozon’un Peter Von Kantı, Yvan Attal’in İnsani Şeyler / Les Choses Humainesi programdaki filmler arasında en çok beğenilenlerdi. Isabelle Huppert’in müthiş bir belediye başkanı kompozisyonunu çizdiği, Thomas Kruithof’un Vaatler / Les Promessesi, Claire Denis’nin Bıçağın İki Yüzü / Avec Amour Et Acharnementı ve Bertrand Bonello’nun Coması festivalin beğeni kazanan Fransız filmleri arasındaydı. Bu yazımızda ikisine değineceğiz.

 

İNSANİ  ŞEYLER

Yvan Attal’in Karne Tuil’in romanından Yael Langmann ile birlikte yazdığı İnsani Şeyler / Les Choses Humainesin senryosunun merkezinde güçlü bir aile var. Jean Farel (Pierre Arditi) Fransa’nın önde gelen prestijli ve uzman gazetecilerindendir. Légion D’Honneur nişanı alma arifesindedir. Eşi Claire (Charlotte Gainsbourg) radikal feminizmiyle tanınan bir deneme yazarıdır. Karı- koca ayrılmış, Claire hayatını Adam (Mathieu Kassovitz) ile sürdürmektedir.

Farel ailesinin örnek gösterilen oğulları Alexandre (Ben Attal) saygın bir Amerikan üniversitesinde öğrencidir. Babasının törenine katılmak için geldiği Paris’te, annesinin yeni sevgilisi Adam’ın kızı Mila (Suzanne Jouamet) ile bir partiye gider. Ertesi gün Mila, Alexandre hakkında tecavüz suçlamasıyla şikayette bulununca, her iki ailenin hayatı kararır. Uzun süren mahkeme safhasında birbirleriyle çelişen sayısız iddia, medyanın olayı köpürtmesiyle içinden çıkılmaz bir düğüm ortaya çıkar.

Yvan Attal, başta avukatlar olmak üzere ‘gerçeğin peşine’ takılan sayısız insan arasında, gizem ve merak unsurunu sürekli ayakta tutabilen bir atmosfer yaratır. Bunda Alexandre’ı canlandıran oğlu Ben Attal, annesini oynayan eşi Charlotte Gainsbourg, iki babayı canlandıran deneyimli aktörler Pierre Arditi ve Mathieu Kassovitz kendisine destek verirler. #MeToo dönemine çok yakışan konusuyla, “Tecavüz suçu var mı? Genç kadın intikam arzusuyla iftira mı atıyor?” sorularına cevap arayan film, baştan sona eksilmeyen bir ilgiyle izleniyor.

“Gerçek bir tane midir?” sorusunu soran film iki genci ve ailelerini anlamaya çalışıyor. İlk yarısında Alexandre’ın gözünden anlatılan filmde, tüm imkanlara sahip olmasına rağmen, babası tarafından hep ihmal edilmiş, tatminsiz, ağzında altın kaşıkla doğmuş, yakışıklı bir gencin açmazlarını izliyoruz. Reşit olmadığı halde, kendisinden çok yaşlı evli bir erkekle uzun süreli bir birliktelik yaşayan Mila sütten çıkmış ak kaşık değildir.

Avukatlar iki tarafın geçmişlerindeki zaaflarına ve sevaplarına ulaştıkça mahkeme safhası gittikçe ilginç bir hal alır; üstünlük bir taraftan diğerine geçer. Evliliğini sürdürememiş Jean Farel, zamparalıktan vazgeçmeyen, gencecik sekreteriyle evlenen maço bir karakter. Mila’nın kocasından ayrı yaşayan, aşırı tutucu ve dindar Yahudi annesi Valerie (Audrey Dana) da kocasını yanında tutamamış, yuvası dağılmış bir kadındır.

Yvan Attal senaryoda beceriyle yapılmış, psikolojisi alt üst olmuş karakter tahlilleri yanında, düzgün mizanseniyle iyi bir öykü anlatıcısı olduğunu bir kez daha doğruluyor. Her iki tarafı anlamaya çalışan, taraflara eşit mesafede durmaya özen gösteren Yvan Attal, her iki tarafın da haklı ve haksız olduğu yanları gözlere seriyor.

 

ARTHUR  RAMBO

Laurent Cantet’nin senaryo yazılımına da katkı verdiği son filmi Arthur Rambonun merkezine, yazdığı son roman ile edebiyat dünyasının gözdesi haline gelen genç yazar Karim D. (Rabat Naif Oufella) var. Filmin ilk yarım saatinde zaferinin tadını çıkaran Karim D. sosyal medyaya düşen bir bilgi yüzünden hayatının karardığına tanık oluruz. Medyanın göklere çıkardığı genç yazar, bir gün sosyal medya web sitesinden taranan eski nefret dolu mesajların yazarı, takma adıyla Arthur Rambo kimdir?

Etrafındaki hayran kitlesi çil yavrusu gibi kaçışan, sevgilisi tarafından dışlanan, kendisine destek çıkacak tek kişi bulamayan, en güvendiği arkadaşları tarafından terkedilmenin acısını yaşayan, prestijli kadın yayıncısı tarafından ihanetle suçlanan bu medyatik kişi, nasıl bir kollektif nefretin hedefi olmuştur? Laurent Cantet Kuzey Afrika kökenli, Fransa’da başarıyı yakalamış kahramanının geçmişine bizi davet ederken, her şeyin göründüğü gibi olmadığı gerçeğinden hareket ediyor.

Paris’in banliyösünde, fakir, bakımsız, uyuşturucu satıcılarının cirit attığı toplu konutlarda sağlıksız büyüyen gençlerin içlerinde biriktirdikleri nefretin izlerini Karim D.’nin geçmişinde attığı mesajlarda buluruz. Bunlar umutsuz büyüyen gençlerin duygularını yansıtan ırkçı, Yahudi karşıtı, kurulu düzene isyan bayrağı açan tweet’lerdir.

Mathieu Kassovitz’in unutulmaz başyapıtı Protesto / La Haine (1995), Ladj Lee’nin yaşanmışlık kokan isyan filmi Sefiller / Les Miserables (2019), Paris banliyösünde, varoşlarda nefret içinde büyüyen gençlerin yaşantısını ekrana taşıyan gerçekçi filmlerdi. Aynı yoldan hareket eden Laurent Cantet Arthur Ramboda, Karim D.’nin erkek kardeşi Farid’in ağzından, çözümü bugüne kadar bulunamayan bir sosyal yarayı, gittiği ülkeye uyum sağlayamayan göçmenlerin sorununu dile getiriyor.

Film yeni yazdığı romanı çok beğenilen Karim D. ile yapılan bir televizyon söyleşisiyle başlıyor. Ardından romanın yayınlanması şerefine verilen bir partide, insanlar Karim D.’ye iltifat etmede yarışıyordur. Ancak aynı gece yazarın sosyal medyada geçmişte takma adla attığı saldırgan, ırkçı, ayrılıkçı, tweet’leri ortaya çıkar. Skandal patlak verince, inkar etmeye kalksa da, Karim D. ünlenmeden önce silmeyi akıl etmediği bu mesajlar yüzünden kazandığı tüm sempatiyi bir anda kaybettiğini görür.

Filmin ikinci yarısı Karim D.’nin hızlanan düşüşünü baş döndürücü bir tempoda anlatır. Kendisine karşı oluşan güçlü cepheyle savaşacak gücü kalmayan Karim D.’nin çaresizliği ve çıkışsızlığını anlatırken, Laurent Cantet kahramanının tarafını tutmamaya, objektif kalmaya özen gösterir.

Laurent Cantet Arthur Ramboda, Cezayir kökenli Fransız yazar, blogger Mehdi Meklat’ın yaşadıklarından ilham alıyor. Laurent Cantet  ile önceleri Sınıf / Entre Les Mursde çalışan, Paris doğumlu aktör- besteci Rabah Naif Oufella (30) Mehdi Meklat olayının belirsizliğinin tüm nüanslarını zekice oynuyor. Karim D.’nin kibrini ve paniğini yansıtmada da başarılı.                                                               

Yönetmen - senaryo yazarı - görüntü yönetmeni Laurent Cantet (61), kariyerinin beşinci filmi Sınıf / Entre Les Murs (2008) ile Fransa’ya 21 yıllık bir aradan sonra Altın Palmiye Ödülünü getirme başarısını göstermişti. 25 yılda on film yaptığına göre, Cantet üretken bir sanatçı sayılmaz. Sınıf ve İnsan Kaynakları / Ressources Humaines (1999) dışındaki filmleri pek ses getirmedi. Laurent Cantet kışkırtıcı filmi Arthur Ramboda kimlik sorunu, medya, şöhret, kamuoyu algısı ve unutulma hakkı gibi temaların hakkını veriyor.

Fransa, nüfusunun yüzde 20’sini oluşturan Kuzey Afrikalı göçmenleri bünyesine entegre etmeyi başaramamanın sıkıntısını yıllardır yaşıyor. Son cumhurbaşkanlığı seçimi adaylarının çoğu, Müslüman göçmenlere uygulamayı vaad ettikleri yöntemlerle kampanyalarını yürüttüler.   

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün