Sokağın sesi – Sesin fotoğrafı

Rubi ASA Sanat
15 Aralık 2021 Çarşamba

Vivian Maier yaşadığı her dönemde hem feminist hem sosyalist hem muhalifti.

1926 yılında New York’ta doğan, naif, içe kapalı, çocuk bakıcılığıyla yaşamını farklı şehir ve ülkelerde sürdüren ve müthiş gözlem kabiliyetinin ürünü olan değeri tartışılmaz fotoğraflar çeken bu kadın, ölümünden çok sonra fotoğraf dünyasına bir bomba gibi düştü.

Yüz binlerce kare çekmesine rağmen yapıtlarını tanıtmaya yönelik birkaç teşebbüsten sonra reddedilmeyi hassas ruhu kaldıramamış ama yılmadan deklanşöre basmayı sürdürmüştü.

2009 yılında ölümünden sonra tamamen tesadüf eseri keşfedilmiş yapıtları Maier’in dünyanın en ünlü fotoğraf sanatçılarıyla birlikte anılmasına olanak sağladı.

Babadan oğula antikacılıkla uğraşan bir ailenin çocuğu olan John Maloof yaşamı boyunca adı duyulmamış bu sanatçıyı, tesadüfen keşfettiği fotoğrafları, elde ettiği arşiviyle tüm dünyaya tanıttı. Bu öylesini ilginç ve naif bir yaşam öyküsüydü ki… Charlie Siskel’in çektiği ve tüm dünyada tanınmasını sağlayan ‘Vivian Maier'i Bulmak /Finding Vivian Maier’ adlı belgeselle de fotoğrafçıya hak ettiği saygınlığı kazandırdı. 

Vivian Maier, Amerika’ya göç etmiş Avusturya ve Fransa kökenli bir ailenin çocuğuydu.

ABD'nin refah dönemi olarak hatırlanan 50'li yıllarda, daha çok varlıklı ailelerin yaşadığı bölgelerin varoşlarında, gündelik sokak yaşantısına tanık olarak hayata tutunmaya çalışan çocuklara, zencilere, evsizlere, marjinallere, yaşlılara, engellilere veya dilencilere kamerasını yöneltmiş, onların karşıt dünyalarının aynası olmuştu.

Vizörün üstte olduğu Rolleiflex makinesini göbek seviyesinde bedenine yakın tutmak suretiyle karşısındakini rahatsız etmeden kullanarak, hatta fotoğraf çekildiğini bile hissettirmeden görüntülerdeki doğallığı yakalayabiliyordu.

Mimariye, estetiğe, sokağın kaotik karşıtlığına, kültürlerin çatışmasına, varlıklı ve yoksulların ironik dünyalarına bir sokak fotografçısı gözüyle bakarak yapıtlarını oluşturuyordu. Bu iki meraklı göz sokak hayatını kendi hayatına paralel bir ömür boyu takip etti.

Ailesini genç yaşta kaybeden ve hayata tek başına atılan Vivian, yaşamı boyunca evlenmeyip tutkuyla bağlı olduğu fotoğrafı yaşantısına katmak için Chicago’da burjuva ailelerinin çocuklarına bakıcılık yapıyordu. Kimine göre garip ve gizemli, içine kapanık, sosyalleşmesi neredeyse imkânsız, aksi bir bakıcıydı.

Vivian’ın özel hayatını ve yaratıcılığını başkalarıyla paylaşmıyor olması adeta tüm enerjisini toplumu ve düzeni gözlemlemeye ve eleştirmeye yoğunlaştırmıştı. Yaşadığı koşullar biraz da onu tepkili ve öfkeli bir gözlemci haline getirmişti.

Peki kimdi Vivian Maier? Büyük bir çoğunluğunu hiç basmadığı, yani kendisinin bile hiç görmediği on binlerce fotoğrafı hangi dürtülerle çekmişti? Sadece vizöre düşen görüntülerine saplantıyla tutkulu bir kaçık mıydı, deha bir gözlemci ve yaşadığı döneme tanık bir sanatçı mıydı?

Belki de ona “Gündelik hayat casusu: Bayan hiç kimse” demek daha doğru olacaktır.

Uzun ve yalnız bir yaşamı oldu. Bu yaşamı, çeşitli şehir ve ülkelerde çocuk bakıcılığı yaparak, aile kurmadan hiçbir yere ve kimseye bağlanmayarak adeta sanatının kamuflajı altında yaşadığı düşünülebilir.

Bir sessiz tanık gibi dolaştı sokaklarda. Nice olaya, kargaşaya, karşıtlığa tanık oldu. Mezbahaların, yaban çilekleriyle dolu ormanların, gettoların, limanların, suç mahallerinin ve varlık-yokluk çatışmalarının fotoğraflarını çekti.

 

Gizemli kadın

1950’li yıllardan itibaren Amerika’nın, hatta birçok ülkenin arka bahçesinde, sahne arkasında, kulislerinde oldu. Yaklaştı, izledi, kendini yok ederek deklanşöre bastı. Nice hayatları, olayları yaşamdan parçaları çekip güncelin içinden koparıp aldı. Buna rağmen kendi hayatı üzerinde inanılmaz korumacı ve dışlayıcı bir kontrole sahip olurken, başka insanların burnunun dibine girdi.

Kim olduğunu öğrenmek isteyenlere, “Ben gizemli kadınım” demekle yetindi.

O, sokakların, sokaklardaki anonim gündelik hayatın, bu anonim gündeliğin içinde hiç kimsenin göremediği çarpıcı ayrıntıların saplantılı biçimde peşine düşmüş bir casustu.

Zorunlu haller dışında adını bile -bir casus- gibi esirgedi insanlardan. Miss V. Smith diye cevap verdiği çok oldu adını soranlara; diğer bir deyişle “Bayan Hiç kimse”.

Vivian’ın fotoğraflarını gün yüzüne çıkartan John Maloof'un bu süreçte kendine pay çıkardığı söylense de Vivian'ın fotoğrafları onun sayesinde Norveç, Danimarka, Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya, Belçika, Çin, Kanada, İsviçre, Polonya ve Türkiye'de, ABD'nin çeşitli şehirlerinde sergilendi ve fotoğraf dünyasında yankılandı.

Fotoğraflarına baktığınızda sokağı açık ve net algılarsınız. Bütün akışkanlığıyla hayata ve akan zamanına tanık olursunuz. Fotoğraflarda insanın içini sızlatan ironik ve naif bir tarafıyla Maier’in bütün duyarlılıklarını açığa vuran duygu dolu bir taraf da gözlemlenir.

O kadar çok sokak, o kadar çok sokak sesi ve insanı çekmiş ki… Şişman, yoksul, bakımsız, engelli, dilenci, çalışan işçiler kapı aralarında sohbet eden kadınlar hep fotoğraflarında yer aldı. Örneğin New York’ta bir caddenin ortasında kavga ederken polisin müdahale ettiği Ermeni bir kadın da var fotoğraflarda, kara çarşaflı kadınlar da.

Sokak çocukları, koltuk değnekli sakat dilenciler, evsizler, alkolikler, kimsesizler… Metroda birbirinin omzunda uyuyakalan çiftler ve arka sokaklardaki bıçkın delikanlılar, sokakta çocuğunun ayakkabısını düzgün giydirmeye çalışan iyi giyimli bir baba, çöp karıştıran çocuklar, çöp kutularının içleri... Maier insanları ve sokakları insanlara ait kılan her tür malzemeyi, 50’lerin, 60’ların, 70’lerin, 80’lerin ve 90’ların gündelik hayatının yaşandığı her köşeyi ayrı bir tutkuyla çerçevelemiş.

Vivian Maier bu dünyaya, sanatının izi bir dedektif titizliğiyle sürülmeksizin öğrenilmesi mümkün olmayan bir hikayeyi miras bıraktı.

Gerçi Maier’in öyküsünde hayat ve sanat gibi ayırt edilebilir iki katman bulabileceğimiz de epeyce kuşkulu. Üstelik bu hikayenin henüz pek azına vakıf durumdayız.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün