Siyaset alanında ´Eskatolojik´ dünya nefreti

Hristiyanlığın insanlık tarihine kazandırdığı iki tane oldukça ürkütücü ve etkileyici kavram vardır: kurtuluş (Salvation) ve nihai son (Eschatology). Elbette kurtuluş ve nihai son fikri Hristiyanlık ile başlamadı. Hristiyanlıktan çok daha önce Yahudilik ve Hinduizm´de kendi has şekilde bu iki kavramı çoktan geliştirmişti ancak Hristiyanlık bu iki kavramı siyasetin içine yerleştirebildiği için siyaset tarihi açısından eşsiz bir yere sahiptir.

Toplum
19 Mayıs 2021 Çarşamba

Meriç Aytekin

Bilindiği üzere bugün anladığımız anlamda siyaset bir antik Yunan icadıdır. Siyaseti Yunanlılar bulmuş ve Romalılar geliştirmiştir. Arkeologlar Antik Yunan’ın gelişiminde Antik Mısır’ın hatta Hindistan’ın etkisinden bahsetmeyi çok sever. Şüphesiz bu medeniyetlerin Greko-Roman dünyaya etkileri görmezden gelinemez ama bu iki medeniyet diğer birçok antik uygarlık gibi siyasetin yakınından bile geçememiştir. Dolasıyla Antik Yunan medeniyeti birçok toplumdan etkilenmesine rağmen siyaset yapmayı ve demokrasiyi kendi öz koşullarında bulmuştur.

Greko-Roman dünyayı Antik Mısır’ın çocuğu olarak görmek isteyenlerin durumu biraz modern demokrasinin köklerini İngiltere’de değil de Avrupa’da arayanlara benziyor. Bernard Lewis şöyle diyor: “Anglo- Amerikan demokrasisin kökenlerinin Anglo Sakson kabilelerinin eski yaşantılarında bulunacağını iddia eden kişilerce ve yerli kökleri başka yerlerde aralayanlarca bir yığın saçmalık kaleme alınmıştır.”[1]

Fikrimce bu romantik irrasyonellik ile harmanlanmış hınç duygusu Greko-Romen dünyaya karşı da çeşitli araştırmacılar tarafından gösteriliyor. Oysa tıpkı İngiltere’nin kendine has bir şekilde modern dünyanın demokrasini doğurması gibi Greko-Romen dünya da diğer kültürlerden bağımsız olarak siyaseti doğurmuştur.

***

Hristiyanlık ile birlikte Avrupa’da siyasetin anlamı değişmeye başlamış ve günümüze geldiğimizde siyaset tamamen sekülerleşmiş Hristiyan ögelerle dolmuştur. Dinsel akıl ve dinsel kavramlarla düşünmek kolay kolay terk edilebilir bir şey değildir ve insanlık tarihinin önemli bir kısmı dinsel mitoslarla geçmiştir. Dinler arzularımızı, dünyayı kavrayışımızı çağlar boyu etkilemiştir. Bu yüzden onu kolayca terk edemiyoruz. Dinsel akıl kendini bilim ve siyaset gibi alanlarla da seküler biçimlerde yeniden yaratır.

Özellikle Alman idealizminden kaynaklanan ama genel olarak Batı felsefesinin geneline sinmiş kurtuluşçu ve eskatolojik eğilimler bu Hristiyan arzudan kaynaklanır. Greko-Romen dünya yaşamı ve olayları olduğu gibi kucaklamanın dünyasıdır ancak Hristiyanlık bu dünyanın reddi üzerine kuruludur ve kıyamet arayışı (eskatoloji) bunun en uç noktadır.

Sadece kendini değil tüm hayattan keyif alanları cezalandırma isteği, hıncı siyaset alanında eskatoloji olarak karşımıza çıkar. Dilerseniz siz buna tarihin sonu da diyebilirsiniz. Şüphesiz bunun en yaygın olanı Marksizm’dir. Marksistler Hegel’den miras aldıkları tarihin sonu gibi kavramları dünyayı cezalandırma konusunda Hristiyanlardan çok daha başarılı bir şekilde kullanmışlardır.

Meşhur din bilimci ve antropolog Mircea Eliade’ye göre Marksizm geçmişin bütün kurtuluşçu mitozlarını bünyesinde toplamıştır [2]. Marks’ın dehası tıpkı Hegel’in yaptığı gibi siyasal olanı eskatolojik olanla birleştirebilmiş olmasıdır. Artık siyasetin amacı dünyadaki acıları dindirmek, ebedi bir çelişkiye son vermek ve tüm çelişkilerin ortadan kaldırılmasıdır.

Greko-Roman dünya için siyaset böyle bir şey değildi. Siyasetin tek amacı polisin kendisiydi. Polis yani kent devleti kendi dışında bir amaç vaat etmiyordu. Vatandaşlarını nihai bir amaç için bir araya getirmiyordu polisin kendisi kendinde bir amaçtı. Yani siyaset sadece siyaset için yapılıyordu. Hristiyanlığın siyasallaşması ile birlikte kurtuluş ve nihai son fikri (eskatoloji) siyasetin bütün anlamını değiştirdi.

Marksistlerin dünya devrimi hayali böylesi bir son arayışıdır ve her son arayışı gibi motivasyonu hınçtır. Fransız devrimi yoksulluğu politik bir mesele olarak insanlığın gündemine getirdiğinden beri bu nihai son arayışı da siyaset alanının en güçlü kavramlarından biridir.

Yoksulluk Greko-Romen dünyada elbette dikkat çeken ve bir şekilde üzerinde durulan bir konuydu ancak siyasetin itici gücü bu değildi. Para konusuna gelirsek, elbette siyaset ile uğraşanlar o zaman da yolsuzluklara karışıyorlardı ama örneğin siyasi olarak önemli mevkilerdeki vatandaşların ticaret ile uğraşması itibarsız bulunurdu. Siyasete şan şöhret, poliste itibar için girilmesinde bir mahsus yoktu ama para için girilmesi oldukça itibarsız görülürdü.

***

Hristiyanlık bilindiği gibi önceleri köleler yani en alt tabaka arasında yayılmıştı. Bir dezavantajlı grup olarak kadınlar arasında da hayli ilgi görmüştü. Bu açıdan yoksulluk, muhtaçlık, açlık Hristiyanlığın her zaman en temel temalarından olmuştur.

Greko-Romen dünya bunun tam aksine dünyada acıların, kayıpların, kederin olduğunu bilerek onu olduğu gibi kabul eder. Antik Yunan’da iyi insanların da başına kötü şeyler gelebilir, iflas edebilir, çocuklarını eşlerini kaybedebilir ve köle olabilirler. Greko-Roman dünyada tüm bunlar ne kadar dehşet verici olursa olsun hayatın bir parçası olarak görülür. Şeytan yoktur. Kötü ruhlar yoktur. Başımıza gelen kötülüklerin sebebi Roma veya Kapitalizm de değildir. Bu yüzden Greko-Romen dünyada siyaset açlık, yoksulluk vb. nedenlerle yapılmaz. Böyle bir ihtiyacı siyasallaştırma eğilimi olmadığı için siyasi bir kurtuluş ve kıyamet ögesine de neredeyse hiç rastlanmaz.

Nihai bir son veya kurtuluş üzerine kurulu siyasi ideolojiler aslında siyasetin gerçek anlamından haberdar değildirler ve baştan sona Hristiyanlığın sekülerleşmiş bir biçiminin mirasçısıdırlar.

Bugün çok azımız siyaseti sadece kamusal bir mesele olarak görebiliyoruz. Çoğumuz kabilesel güdülerimize uyan dinsel aklın ötesine geçemiyor. Sanıldığı gibi Hristiyanlık evrensel bir din değildir. Tüm dünyadaki ezilenlerin ve yoksulların dini olarak başlamış ve Roma’yı yerle bir etmiştir. Dolayısıyla Hristiyanlığın evrensellik iddiası ezilenlerin birlikten güç bulma istencine dayanır kozmopolit bir cömertliğe değil.

Bugün siyaset yaptığını düşünen herkes derdimize derman olmaya çalışıyor ve dertler politize oldukça kıskançlık, hınç duyguları toplumu zehirliyor. Siyaset bizim acılarımıza derman olacak bir ilaç değil dünyayı olduğu gibi sevmenin biricik yoludur. Kurtuluş yok, nihai son yok. Yaşıyoruz.


[1] Bernard Lewis, “Demokrasinin Türkiye Serüveni”, s.49. Yapı Kredi Yayınları 2020

[2] Eliade, Myths, Dreams, and Mysteries 1960, pp. 25–26.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün