İspanya'da iki durak MADRİD & TOLEDO

Cako TARAGANO Seyahat
24 Mart 2021 Çarşamba

Turizm sektöründe faaliyet gösterdiğim dönemlerde Madrid’de gerçekleşen Fitur Turizm Fuarına katılmak amacıyla bir Madrid ziyareti ayarladım. Havaalanına iner inmez tipik bir Akdeniz ülkesine geldiğim hissi oluştu. İnsanların bağıra bağıra konuşmaları, gürültüleri baharda ormanlardaki kuş cıvıltılarını andırıyordu.

Madrid Havaalanında herşey büyük, düzenli ve net anlaşılır oklarla, levhalarla belirtilmiş. Aradığınızı bulamamak imkânsız gibi... Nitekim önce danışma masasına gittim. Şehir merkezine metroyla gitmek istediğimi söylediğimde detaylı bir açıklama aldım. Görevli, istasyonun biraz uzakta olduğunu, metronun alanın ikinci bölümünden hareket ettiğini izah etti. Kalacağım otelin mevkini belirttiğimde de inmem gereken durağı gösterdi. Ayrıca metro biletimin olup olmadığını sordu. Olmadığını söylediğimde de bana bir metro bileti verdi. Hizmetin bu kadarı pes dedirtti.

Okları takip edip metroya ulaşırken, kafamda otelimle ilgili düşünceler vardı. Acaba otelim iyi ve merkezi bir yerde miydi? Rezervasyon yapmak istediğim tüm oteller doluydu ve sadece üç yıldız otel fiyatına iki yıldızlı Hotel Plaza Mayor’da yer bulabilmiştim. Daha önce hiç iki yıldızlı otelde kalmadığım için biraz endişeliydim. Fiyat hususunda da biraz kazıklandığımı düşünüyordum.

Metrodan Tirso de Molina durağında indim. Otel dışardan fena gözükmüyordu. Küçük resepsiyonunda giriş işlemlerimi yapıp odama çıktım. Oda fena değildi; iki kişilik yatak, televizyon, dolap, ferah banyoyla beklentilerimin üzerindeydi. Standart üç yıldızlı bir otelden farkı yoktu. Ancak tek kişilik odası bulunmadığından benden çift kişilik oda fiyatı istemişlerdi, bana biraz pahalı gelmesi de bu sebeptendi.

 Madrid turu

Odama yerleştikten sonra çıkıp keşif turlarına başladım. Otel, Plaza Mayor Meydanına birkaç adım mesafede, Atocha Tren Garının hemen arkasında, meşhur Puerta del sol Meydanına çok yakın. Şansım yaver gitmişti; gezgin ruhumun ve tecrübelerimin verdiği önsezilerle, doğru otelde yer ayırmıştım.

Plaza Mayor Meydanı

Yeni bir şehri görme ve tanıma isteği yol yorgunluğumu unutturduğu için Puerta del Sol Meydanını haritadan inceleye inceleye dolanmaya başladım. Önce sağa, sonra sola, kaybola kaybola, etrafa bakınarak turladım. Gördüğüm tüm kafeler doluya yakındı. Özellikle ‘mezeci’ gibi bir mekân olan tapasçılar çok doluydu.

Hava kararmaya başladığında, görkemli ve tarihi binalar da dıştan aydınlatılmaya başlandı. Gündüz gördüğüm binalar ışıklandırılınca çok daha heybetli görünüyordu.

Gelmeden bilgi edinmeye çalıştığım kimi arkadaşlarım Barselona ile Madrid’i, Ankara ile İstanbul’a benzetmişlerdi. Ancak gördükten sonra Madrid’in hiç de Ankara’ya benzemediğini, en az İstanbul kadar hareketli ve canlı olduğunu tespit ettim.

Karnım acıkmaya başlayınca her zamanki gibi ilk akşam yemeğimi bilindik bir zincire bağlı lokantadan yana seçtim. Ertesi gün beni yorucu bir fuar günü beklediğinden yemekten sonra otele döndüm.

Ertesi sabahı dinlenmiş, uykumu almış olarak kalktım. Otelin büfesinde (bar desek daha doğru olur) kruasan ve kahveden oluşan hafif bir kahvaltı yaptıktan sonra metroyla şehir dışında sayılabilecek Campo de las Naciones'deki fuar alanına gittim. Fuar alanı, 7-8 binadan oluşan kapsamlı bir yerdi. Bir stanttan diğerine koşturarak görüşmeler yaptım, broşürler topladım. Akşamüstü alandan ayrılığımda faydalı ve olumlu bir fuar günü geçirmiştim. Dönüşte şehir merkezine vardığımda, sokaklar arasındaki turlarıma devam etmeye karar verdim.

Ana hatlarıyla Madrid’i tanımıştım. Daha sert, kuru, agresif bir kentle karşılaşacağımı beklerken hiç de bu özelliklerde olmayan, yürüyüp gezdikçe, tanıdıkça daha da sevdiğim bir şehir oldu Madrid. İspanyollar ressamlarına çok değer veriyor; onların isimleriyle anılan birçok yer yapmışlar. Salvator Dali’yi, El Greko’yu, Goya’yı kimi zaman bir semt adı, kimi zaman bir metro istasyonu olarak görmek mümkün. Sanata ve sanatçıya verdikleri değeri yerinde görmelisiniz; anlatacaklarım yeterli olmaz. Resim sanatından hoşlananlar için Prado Müzesi muhteşem. Şehir genelinde daha birçok müze var. Ayrıca Kraliyet Sarayı da görülmeye değer mekânların başında geliyor.

Ertesi gün erkenden uyandım. Niyetim, otobüsle 50 dakika mesafedeki Toledo’ya gitmekti. Metrodan Mendez Alvaro Durağında inip, asansörle terminale çıktım. Bilet gişelerine yöneldiğimda saat 8.30’u gösteriyordu. Toledo için iki sefer vardı: Ekspres olan 50 dakikada varırken diğer sefer duraklara uğrayarak bir saat 15 dakikada varıyordu. Ekspresi tercih ettim, yol göz açıp kapayıncaya kadar geçti.

Sefarad ruhunu yansıtan Toledo

 

Toledo yolu gerçekten güzel ve heyecan vericiydi. Vardığınızda tepedeki kalesi, surları antik bir şehre geldiğinizi hissettiriyordu. Otobüs terminalinden şehir merkezine otobüs on dakika sürüyordu ancak ben yürümeyi tercih ettim.

Toledo sokakları

Şehrin her yerinden tarih fışkırıyor. Turizm bilgilendirme ofisini bulana kadar bir-iki yapıyı ve sokağı gezdim. Derken karşıma şehrin en büyük katedrali çıkınca hemen içeri daldım.

Gördüğüm manzarıyı anlatmaya kelimeler yeterli olmaz. İhtişamı, sütunları, heykelcikleri, tavanı, odaları görülmeye değer… Girişi ücretsiz olan katedralin içeride sadece bir bölümü ücretli gezilebiliyor. Burayı bir rehberle gezmek daha iyi olur.

Katedral çıkışında danışma bürosunu buldum. Haritamı temin edip, gezilmesi gerek yerlerin listesini yaparak tekrar yola koyuldum. Şehir en fazla 4-5 saatte gezilebilecek gibi. Hatta bu süreye öğlen yemek molası da dahil. Bu zaman zarfında Santa Cruz Müzesini, Alcazar'ı, Katedrali, El Greco Müzesini, Sefarad Yahudi Müzesini, sinagogdan kiliseye çevrilen Santa Maria la Blanca'yı ve birçok yeri gezdim.

Toledo Yahudilerin yaşadığı 1940’ların Şişhane’sine benziyor. Burada sanki benden bir parça vardı; hiç yabancı gelmedi bana. Toledo’yu her Sefarad Yahudisinin mutlaka görmesi gerektiğini düşünüyorum. Sokaklardaki hediyelik eşya satan dükkânlara girdim. Her zamanki gibi magnetler aldım. Sefarad Yahudilerinin tipik tatlısı olan, özellikle Pesah Bayramında yenen Masapan, badem ezmesi dediğimiz tatlı, burada Marzipan olarak adım başına satılıyor. Çok sevdiğim için iki paket aldım; birini yolda yiye yiye bitirdim. Bütün sokakları birkaç kez turladıktan sonra artık hem yorulmuş hem de görülecek pek bir yer olmadığını düşündüğümden dönüşe geçmeye karar verdim.

Dolaşmalarım sırasında, şehrin insanları ile ilginç deneyimlerim oldu. Bir yeri sorduğumda, çok küçük bir yer olmasına rağmen, genellikle kimse bilmiyor. Haritayı eviriyor çeviriyor, yine de bulamıyor. Müze girişleri ucuz denilebilir. Yahudi Sefarad Müzesini gezerken bir camekânın içinde gördüğüm Ketuba - Yahudi dini kurallarına göre evlilik akdi - ilgimi çekti. İncelediğimde 1935’te İzmir’de evlenmiş Sabetay Hullu ile Coya Sabah'a ait olduğunu gördüm.

Toledo turumu tamamladığımda aynı yolla Madrid’e geri döndüm. Şehre vardığımda sinagogdaki Şabat duasına yetişmek için hâlâ vaktim vardı. Turistik çift katlı otobüslerle şehir turu yapmaya karar verdim. Madrid Vision şirketinin turunu tercih ettim. Otobüs tam 15.00’te Gran Via No:32’deki duraktan kalktı. Üst kata yerleşip, kulaklığımı taktım. Otobüsle geçtiğimiz yerleri birçoğunu yürüyerek dolaşmışım. İki saat süren turda bilgi de almış oldum. Yol boyunca Madrid hakkında bilgi edinip, bol bol fotoğraf çektim.

 

Madrid’de Şabat

Turun ardından otelde bir moladan sonra sinagoga gitmek hazırlandım. Metrodan İglesia durağında indim. Balmes Sokağı 3 numaradaki sinagoga geldiğimde dünyanın her tarafında olduğu gibi kapıda güvenlikten sorumlu gençler karşıladı. Pasaport kontrolü ve üst aramasının ardından beni içeri aldılar.

İnsanlar pırıl pırıl giyinmişlerdi. Kadınlar tarafı neredeyse tamamen doluydu. Etraf ışıl ışıldı. Okunan ilahilerin ezgileri kulağıma hiç yabancı gelmedi. Sinagogdaki kalabalıkla coşkulu, harika bir Şabat duası yaptık.

Ertesi sabah erkenden kalktım. Uçağım öğleden sonra olduğundan öğlene kadar boş vaktim vardı. Bu zamanı değerlendirmek için kahvaltımı bir kafede kahve ve çörekle yapmayı uygun gördüm. Daha sonra İspanya’nın ünlü markalarından El Corte İngles, Zara ve bunun gibi birkaç mağazaya girdim.

El Corte Ingles'te kaşer reyonu bulunduğunu öğrendim. Danışmadan hangi şubesinde olduğunu sordum. Sağ olsun danışmadaki kadıncağız bilgi verebilmek ve görevini eksiksiz yapmak için çok uğraş verdi. Meraklısı için, kaşer reyonunun bulunduğu El Corte Ingles Kastelyano diye anılıyor. Metronun 6.hattına binip Nuevo Ministerios durağında inildiğinde ulaşmak çok kolay. El Corte Ingles, Fransa’daki Printemps, İngiltere’deki Selfridges, Almanya’daki Kaufhof’u geçmiş. Çok büyük ve çok şubesi var…

İçeride hızlı bir tur attıktan sonra, her zaman beni en çok çeken bölüm olan yiyecek-içecek bölümüne yöneldim. Etrafa bir göz attıktan sonra kaşer bölümüne geçtim. Birkaç raf, reyon ve bir-iki derin dondurucudan ibaretti yine de gerekli olan her şey vardı. Hiç niyetim ve ihtiyacım olmamasına rağmen kendimi tutamayıp vakumlanmış paketlerde bir-iki mezelik (Thina, humus vs) aldım.

Dönüş yolunda Puerta del Sol Meydanına bir grup gencin slogan attığını, düdüklerle bir şeyleri protesto ettiklerini gördüm. Merak edip yaklaştım. Fikirlerini yüksek sesle dile getirip bir takım şeylere karşı olduklarını ifade ediyorlardı. Ne bir polis müdahalesi vardı ne de başka bir şey. Ellerinde pankartlar, ağızlarında düdükler, kimi zaman alkışlarla kimi zaman sloganlarla tepkilerini dile getirdiler, sonra da dağıldılar.

Madrid seyahatimin sonuna gelmiştim. Otele uğrayıp çantamı resepsiyondan aldım. Yüküm fazla değildi, hava da müsaitti. Bu nedenle havaalanına taksi yerine metroyla gitmeyi tercih ettim. 20-25 dakikalık yol, metroyla 50 dakika sürdü.

Beş güne sığdırılmış hem ziyaret hem ticaret amaçlı seyahatim hoş anılarla geçmişti. Bedenim ve kafam yorgun, gezgin ruhum mutlu bir şekilde İstanbul’a döndüm.

Bir Tutkudur Seyahat…

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün