Liz Behmoaras ile ´Lale Pudding Shop´ ve 68 kuşağı

Şalom Gazetesine on yıl süresince hizmet veren ve kendi döneminden sonra bile ayak seslerini sıkça duyduğumuz Gazeteci Yazar Liz Behmoaras´ın söyleşi, biyografi ve roman türündeki değerli eserleri kitapseverler tarafından çok okunuyor. Liz ile ´Lale Pudding Shop´ üzerine 68 kuşağının ünlü hippi akımını konuşurken, kitabını da masaya yatırdık.

Sara YANAROCAK Sanat
27 Ocak 2021 Çarşamba

Kitabın, 60’lı yılların sonlarında hippi hareketini anlatan bir atmosferde geçiyor; o dönemin, yani 68 kuşağının küçük bir tasvirini yapar mısın?

Hippi hareketi sözlükte şöyle tanımlanır: Toplumsal düzene, tüketime ve şiddete karşı çıkan, derbederce yaşayan, örgütlenmemiş gençler topluluğu. Tabii ki, bu çok yetersiz bir tanım ama hippi hareketini her ayrıntısıyla, var oluş nedenleri, kökenleri ve beslendiği kaynaklar kadar, sosyal yaşamda, müzikte, görsel sanatlarda ve edebiyatta yol açtığı devrimleri anlatmak bu röportaja sığmaz. Onları biraz daha tasvir etmek için, “dünyayı daha iyi bir hale getirmeyi amaçladıklarını” söyleyebilir, bazı ünlü sloganlarını hatırlatabilirim, “Yasaklamak yasaktır” ve “Savaşacağınıza sevişin” gibi... Her alanda sınırsız özgürlükten yana olduklarını da ekleyeyim. Ve sonunu biraz da bu sınırsız özgürlüğün yol açtığı aşırılıkların getirdiğini...  Hippiler hiçbir dini kalıba sığmamakla birlikte Budizm, Şintoizm gibi Uzakdoğu dinlerine çok ilgi duyuyordu. Tibet’e, Katmandu’ya yolculukları ondandı. Düşünen, okuyan, sorgulayan Türk üniversite gençliği ise yaşadığı dönemin siyasi ve sosyal sorunlarına kayıtsız kalmamıştı. 61 anayasasının tanıdığı özgürlükler sayesinde, Karl Marx’ı okumuş, o yıllara kadar adı dahi anılmayan Nazım Hikmet’in şiirleriyle büyülenmiş ve sosyalizmi tabir-i caizse ‘keşfetmişti’. Örgütlenip eğitimle ilgili taleplerini protesto gösterileriyle dile getirmeye çalışıyordu; ayrıca Amerikan emperyalizmine de karşı çıkıyordu.  1968 - 69’da genç olanlarımızın, Amerikan Altıncı Filo’sunun gelişine karşı gösteriler ve hele ‘Kanlı Pazar’ mutlaka hatırındadır. Özetle 1968-70 yılları, dünya ve Türkiye tarihi için önemli bir dönüm noktası olmuştu. Ve ben romandaki olayları bu zaman dilimine yerleştirdim.

 

‘Lale Pudding Shop’ başlığının gerçek hikâyesini anlatır mısın?

Lale Pudding Shop, altmışlı yılların sonuna kadar Sultanahmet’te adı sadece ‘Lale’ olan sıradan bir muhallebiciydi. O yıllarda Amerika ve Avrupa’dan Katmandu’ya yolculuk yapan hippiler ya da ‘Çiçek Çocukların’ en önemli durağı İstanbul, İstanbul’da Sultanahmet Meydanı ve özellikle de muhtelif nedenlerden dolayı, Sultanahmet’teki bu muhallebici olmuştu. Gelenler, muhallebici kelimesini telaffuz edemediklerinden onun İngilizce karşılığı olan Pudding Shop demeye başladı. Bunun üzerine sahipleri tabelayı Lale Restoran Pudding Shop diye değiştirdi. Ve hem hippileri hem de yepyeni siyasi ve sosyal bir arayış içinde olan Türk üniversitelileri konuk ettiler. Zira üniversitelilerin, hem dünyaya açılmak hem de sarı saçlı yabancı güzel kızlar, yakışıklı erkekler tanımak amacıyla gönüllü rehberlik yapmaları o yıllarda çok modaydı.

Roman, yollarının kesişme noktası olan Pudding Shop’ta, Türk gençleriyle hippiler arasındaki kültürel ve sosyolojik farklılıkları, etkileşimleri ve kaçınılmaz olarak doğan aşkları anlatıyor.  Arka plandaki siyasi olaylar ve muhallebici gerçekse, orada yaşanan olaylar tamamen kurgu.

Kitabın içindeki her bölümün başında çoğunlukla Jack Kerouac’ın ‘Yolda’ adlı kitabından alınmış cümleler var. Kerouac bu akımın öncüsü müydü?

Kanadalı Amerikalı romancı ve şair Kerouac, hippi akımını önceleyen ‘Beatnick’ kuşağının adeta simgesidir. Ve Türkçeye de ‘Yolda’ başlığıyla çevrilmiş olan ‘On the Road’ en ünlü eseridir ki, bu hippilerin kutsal kitaplarından biri sayılır; bir başkası da Herman Hesse’nin Buda’nın yaşamını anlatan ‘Siddharta’ adlı eseridir. Sadece Kerouac’tan değil, Buda’dan da alıntılar var romanda. Aslında her kitabıma ünlü yazarlardan, düşünürlerden alıntı katmayı çok severim; hem onların cümlelerini okurlarımla paylaşmak, hem de biraz geriye çekilip “Bu fikri onlar benden daha iyi izah ederler, biraz ben susayım da onlar konuşsun” dürtüsüyle...

Bir dönem romanı olan kitabın, yayınlandığından beri ne gibi tepkiler aldı?

Kitap çıktığı zaman, medyada beklemediğim kadar çok olumlu yazı çıktı. Zira 13 Mart gibi Türkiye’de salgının resmen baş gösterdiği talihsiz bir tarihte dağıtıma girmişti. Ama yine de birkaç baskı yapmayı başardı. Belki o sadece bir varsayım, ama o dönemin siyasi olaylarının (fakültelerin işgali, 6. Filo’ya karşı protestolar ve özellikle Kanlı Pazar) tarafımdan anlatılmasına, benim gibi sadece sempatizan değil de cidden aktivist olanlar biraz dudak bükmüş olabilirler. Ancak hiçbir eleştiri kulağıma çalınmadı.

Kitabın en önemli kahramanlarından biri, kültürlü bir ailenin aydın kızı Leyla, bu durumlardan nasıl etkilendi? Aile içi eğitimin önemi burada öne çıkıyor mu? Herşeye rağmen çok bocaladı mı?

Leyla, aynı belirttiğin gibi kültürlü ve liberal bir ailede yetişmiş, üniversitede arkeoloji okumaya ‘çalışan’ (zira o dönem fakülteler çoğu zaman kapalıydı), gönüllü rehberlik yapan,  yaşam sevdalısı oldukça cesur bir kız. Hippi bir sevgilisi var ve bu sevgili ancak iki ucu açık bir ilişkiyi kabul ediyor. Zira hippilerin özgürlükler listesinin başında sınırsız cinsel özgürlük geliyordu. Leyla için elbette bu bir kültür şokudur, zira o dönem Türk genç kızlarından en liberal olanları için bile bu tür bir ilişki çok zor kabul edilebilirdi. Aslında Leyla hiç dağılmadan, siyasi ya da kişisel olsun her türlü tecrübeyi yaşayacak, sırasında üzülecek, bocalayacak ve sonunda kendi yolunu bulabilecek, yaşamının tek mimarı olabilecek kadar güçlü bir kız. Burada ilave etmek istediğim bir nokta var: Leyla, kitabın başkahramanı gözüküyorsa da, bu roman aynı zamanda bir kadın romanı ve üç kadının ekseni etrafında da dönüyor: Arkeoloji öğrencisi rehber Leyla, emekli opera sanatçısı annesi Ayla ve ilaç bağımlısı Amerikalı hippi Lilian. Onların bazen fırtınalı olan ilişkileri, karşılıklı etkileşimi ve sonuçta müthiş dayanışması,  kitabın temel unsurlarından birini oluşturuyor.

Çok yönlü bir yazarsın. Araştırma, söyleşi, biyografik ve kurgu olarak 11 yayınlanmış kitabın bulunuyor. Fakat çalışmalarının ortak noktası, işlediğin kişilere, olaylara ve dönemlere neşter atıp, psikolojik ve dönemsel analizler yaparak, okuyucunun bu olayların içine derinlemesine girmesini sağlıyorsun. Bunun için nasıl bir altyapı hazırlığı yapıyorsun?

Dönem romanı yazdığımda, o dönem hakkındaki incelemeleri ve onu yaşamış olanların anılarını okuyor, sözel tanıklıklara da çok yer veriyorum. Bu galiba gazetecilik dönemimden kalan bir alışkanlık... Ayrıca, yazarken yazdıklarıyla baş başa kocaman bir yalnızlık dönemi yaşıyor insan, yaptığım söyleşiler bu yalnızlığı hafiflettiği gibi çok güzel dostluklar edinmeni de sağlıyor. Bir de dönem fotoğraflarına çok dikkatle bakıyorum. Bazen bir fotoğraf bir anlatıdan daha çok çok ipucu verebilir.

Corry Guttstadt ile son dönemlerde gerçekleştirdiğin araştırma çalışmanızı anlatır mısın?

Henüz yayınlanmamış olan bir eserden söz etmeyi pek sevmem. Ama çok kısaca, Almanca yayınlanıp sonra Türkçeye çevrilecek kolektif bir eserde payıma düşen makalenin konusunu anlatmaya çalışayım: Makalem, Tanzimat’tan bu yana Türk Edebiyatında Yahudi imgesinin bir özetiyle başlıyor. ‘Aydınların Gözüyle Yahudiler’ başlıklı kitabımda aydınların söylediklerini, o aynı aydınların eserlerinde yazdıklarıyla karşılaştırarak devam ediyor ve umut yüklü bir analizle son buluyor. Zoom’da sempozyum eşliğinde yayınlanacak.

Sevgili Liz, Şalom Gazetesinin çok değerli emektar eski yazarı, okuyucularına göndermek istediğin bir iletin var mı?

Okur, her türden okur, yazarın veli nimetidir, cevap bekleyen mektuplarını yazdığı kıymetlisidir. Yazar onu hoş tutmak, ilgisini çekmek, sırasında eğlendirmek, sırasında duygulandırmak, bazen de bilgilendirmek için büyük çaba harcar. “Kendim için yazıyorum çok okunmak umurumda değil” diyen yazara sakın inanma. Okur, yazarın hemen her şeyidir, en sevdiğidir.

Şalom okurlarıyla o gazetede on yıla aşkın çalışmamın sonucunda daha yoğun bir iletişim ve etkileşim oluştuğundan, onların kalbimdeki yeri ayrıdır.

 Liz ile yaptığım bu söyleşinin bitmesini hiç istemiyordum. Çünkü o bir derya, böyle bir insan ile bu fırsatı yaşamak eşsiz bir deneyim. Yeni bir kitabında Liz ile yeniden buluşmak üzere…

           

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün