Trump gider korona biter... mi?

Hasan Bülent KAHRAMAN Perspektif
27 Ocak 2021 Çarşamba

Trump’ın kaybedeceğine yüzde yüz inanıyordum ama sağladığı oy miktarını ve ardından yaptıklarını görünce doğrusu son Amerikan seçimleri konusunda yanılmadığımı söylersem annemin kızdığında diline gelen ifadeyle ‘küllî yalan’ söylemiş olurum. (Evet, “Bu çocuk yazar mı olacak, o kadar çok anlatıyor ki, söyledikleri doğru mu yalan mı, bilemiyorum” derdi. Dediği çıktı, yazar oldum, hoca oldum ama hiç yalan söylemedim. Söylemeyeyim diye ‘kurmaca’ yazmaktan da kaçındım.)

Anlaşılan artık ‘Trumpizm’ diye bir şey var. Bu ‘ideoloji’ her şeyden önce ‘gerçek sonrası’ (‘post-truth’) dönemine ait. Gerçeğin yerinden edildiği, anlamını yitirdiği bir çağın üstüne oturuyor. Lenin’in değişiyle “Tek bir gerçek vardır, somut gerçek” diye düşünenlerdenseniz Trumpizm sizin kabusunuzdur. Ben, biraz post-modern bir anlayışla gerçeğin çoğulluğunu tercih ederim ama ‘gerçeğin’! Oysa dünya şimdi Trump’la birlikte yalanın çoğulluğuna tanıklık ediyor.

Bu durumun çok temel, açıklayıcı bir nedeni var: Popülizm. Fethi Naci’nin zamanında kitabına verdiği adla söylersem ‘gerçek saygısı’ yittiğinde bilimin öncülüğü ve hassasiyetleri ortadan kalkar. Bilimsel doğruluk yitirilince de geriye sadece şarlatanlık kalacaktır ki, popülizmin ‘gerçeği’ budur.

İlginç şekilde bu sarmal Trump’ın seçimleri yitirmesine yol açtı. Şimdi daha iyi anlıyoruz ki, eğer COVID-19 fırtınası esmeseydi, ABD 400 bin insanı yitirip dizlerinin üstüne çökmeseydi, Trump seçimi alıp götürecekmiş. Ama bilimsel gerçeği göz ardı ettiği, yok saydığı, virüsle gereğince mücadele etmediği, yakasına yapışmış popülizmi söküp atamadığı için COVID dalgası yükseldi ve Trump böylece kendi kendisinin kurbanı oldu. Seçimi yitirmesine (hem de 70 milyon oy alarak) başka bir neden aramayalım.

Şimdi, Trump Miami’ye çekildiğine, Beyaz Saray’ı boşalttığına göre ABD’deki COVID fırtınası zayıflayacak. Nedeni çok açık: Biden, Dr. Faucci’nin önderliğinde bilimsel düşünceyi, yöntemi ve modelleri esas kabul edecek. Kimse “Çamaşır suyu için” falan demeyecek. O gelişmeleri heyecanla bekliyoruz. Bu şekilde popülizmin ve gerçeğin yitiminden kaynaklanan popülist şarlatanlık bir nebze olsun gerileyecek. Ama şunu da belirtelim, elitlerin küstahlığı, şımarıklığı, har vurup harman savuran yaklaşımı, narsisizmi devam ederse, sosyal demokrat politikalara geri dönülmezse önümüzdeki dört yıl da yitirilecek ve Trumpizm başka bir isimle çok daha yıkıcı bir şekilde geri dönecektir. Yani, Biden’la birlikte başlayan ‘Weimar Cumhuriyeti’ni sadece Amerika değil tüm demokratik dünya gözü gibi korumalıdır.

Bütün bunları düşündüğümde aklıma çok önemli ve sorunlu bir ilişki geliyor: bilimle devletlerin/iktidarların/ideolojilerin ilişkisi. Şuradan başlayalım...

Bilimsel gerçek ve bilimsel nesnellik dokunulmazlık zırhıyla korunmaz. Tarih tersine örneklerle dolu. Bruno’nun yakılması, Galile’nin mahkûmiyeti daha dünkü örnekler. Bundan taş atımı uzaklıktaki bir dönemde, 1984-85’te ülser yaralarının bakterilerle açıldığına bizatihi bilim dünyası inanmıyordu. Barry Marshall ve Robin Warren’ın bu yolda verdiği mücadele sonunda Nobel’i getirdi ama o arada Warren hipotezini kanıtlamak için bizzat kendisine ülser yaraları açmaktan kaçınmamıştı. Kısacası Popper’in deyişiyle ‘yanlışlanabildiği’ (refutable) için bilimsel olan bir veriyi benimsemek bugün dahi kolay değil.

Öte yandan devletler bilimde taraf tutar. SSCB’de Trofim Lysenko’nun, Mendel karşıtı tamamen saçma olan genetik hakkındaki görüşlerini yaymak ve devlet politikası haline getirmek için nasıl vahşice mücadele ettiğini, iktidarı ele geçirdikten sonra görüşüne karşı olan bilim adamlarını nasıl öldürttüğünü, onları nasıl ‘halk düşmanı’ ilan ettirdiğini biliyoruz. Dahası, Lysenko’nun görüşleri ‘dokunulmazdı’ ve bu devlet kararıydı.

Bu şarlatan 1964’e kadar SSCB’de tarım politikalarının, genetik biliminin başında kaldı. Ancak o yıl dokunulmazlığı kaldırıldı. Rusya’da milyonlarca insanın ölümüne yol açan 1948 açlığının da o görüşleri uygulayan Mao Çin’inde 1958’de meydana gelen ve gene milyonları yok eden açlığın da sebebi bu bilim dışı görüşlerdir. Daha ne söyleyelim? (Gençliğimden beri bildiğim bu dehşet veren tarihi son olarak Loren Graham’ın Lysenko's Ghost: Epigenetics and Russia isimli kitabında okudum. Hararetle öneririm.)

Ama bu görüşü öne sürerken ‘bilimselciliğin’ de (scienticism) kısacası bilim adına yapılan bağnazlığın da yanlış olduğunu bilmem ayrıca belirtmeye gerek var mı? Galiba bağnazlıkların en korkucu o oluyor. Neticede Lysenko da bilim adına yapıyordu ne yapıyorsa. Önemli olan eleştirel düşünceyi ayakta tutan bir bilim anlayışını sürdürmektir, bilimin de ‘yanlışlanabilir’ olduğunu önceden, daha işin başında bilmektir.

COVID-19 bizi bilim konusunda bir eşiğe getirdi. Her gece sabahlara kadar ekranlardan taşan bilim insanları bir dizi şey anlatıyor. Halk ağzıyla söylemek gerekirse insanlar neye inanacaklarını şaşırıyor. Bu önemli bir olgu. O inanç şaşkını insanlar böylece bilimin tekil, tek doğrulu, tek odaklı, tek kutuplu bir realite olmadığını anlıyor. Önemli olan bu tartışmanın bilimin temel yöntem özelliklerini koruyarak yapılmasıdır. Yani, öne sürülen gerçeğin sınanması, tekrarlanması, çapraz ele alışlarla irdelenmesi. Ancak o zaman gerçeklik doğrulardan biri olarak belirebilir. İstatistik açısından en önde olan ortak kabul görecektir ki, o bile: cum grano salis, yani belli bir itiraz kaydıyla.

Galiba iki sonuç çıkıyor bunca sözden sonra: bir, evet, mutlak, tek doğrulu bilim yoktur, bilim değişkendir. Öyle olmasaydı bir tek bilimsel doğru bulur ve onunla yaşardık. İkincisi, beğensek de beğenmesek de bilimin ideolojik bir yanı vardır. Mesele ideolojiye teslim olmamak, clinical distance’ı, klinik mesafeyi, klinik soğukkanlılığı korumak. Trump koruyamadı, Biden, gene ideolojik bir tutum içinde olacak ama nispeten o uzaklığa dikkat edecek. Bu da COVID’in gidişini doğrudan etkileyecek.

Her şey iyi güzel ama keşke bunları COVID belasını hiç yaşamadan konuşsaydık.

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün