Genel seçimler sonrası ´muhtemel´ sivil toplumculuğa direnmek

Perspektif
14 Ekim 2020 Çarşamba

Meriç Aytekin

Bilindiği gibi görünen köy kılavuz istemiyor. O yüzden AK Parti gider mi gitmez mi sorularını bir kenara bırakmak ve geleceğin siyasetini konuşmak gerekli diye düşünüyorum. Kasım ayında yapılacak olan ABD seçimleri; eğer bir aksilik olmazsa Demokratlar lehine sonuçlanacak gibi görünüyor ve bu da dünyadaki, Türkiye dahil; birçok otoriter eğilimli siyasetçinin ve partinin zayıflayacağına veya siyaset arenasından çekileceğine işaret. Özetle Demokratların seçilmesiyle birlikte AK Parti’nin daha hızlı eriyeceğini kolaylıkla öngörebiliriz.

AK Parti’nin tekrar seçilmeme durumunda, elimizde henüz kombinasyonları kolay kolay yapılamayacak oldukça farkı siyasi aktörler ve partiler var. Ben bu kombinasyonların matematiğini siyaset bilimcilere bırakarak böylesi bir dönemde karşılaşabileceğimiz muhtemel sivil toplumculuk tehlikesine dikkat çekmek istiyorum.

Bilindiği gibi AK Parti bir parti devleti haline gelmeden önce, özellikle 2002-2011 yılları arasında, sivil toplumu destekleyen bir parti olarak kendini sunmaya çalışmıştı. Bugün bunun böyle olmadığını yeniden alevlenen ‘Yetmez Ama Evet’ tartışmalarından kolaylıkla görebiliyoruz. Şimdi ise hikâyenin en başa sarma ihtimali belli belirsiz bir şekilde ufukta göründü…

Deva Partisi ve Gelecek Partisi söylemsel olarak AK Parti’nin 2002-2011 yıllarındaki sivil toplumcu imajını ve ümidini temsil ediyor diyebiliriz. CHP’nin ve HDP’nin de belli açılardan özellikle genç kuşak siyasetçilerinin bu sivil toplumcu eğilime göz kırptığı da bir gerçek. (İYİ partiyi denklemin zor bir parçası olarak bu yazının dışında tutuyorum.)

AK Parti’nin iktidarda olmadığı yeni bir dönemde nasıl bir kombinasyon olursa olsun sivil toplumculuğun yeni bir biçiminin tehlikesiyle karşı karşıya kalacağız. Bu siyasetin olanaklarını tehdit eden bir durum. Diyebilirsiniz ki siyasetin bu kadar tıkandığı ve farklı seslerin bu kadar boğulduğu bir süreçten sonra liberal bir sivil toplum alanı açılmasının ne zararı var?

Son derece basit bir yakın tarih analiziyle görebileceğiniz üzere bizi bu noktaya getiren zaten bizatihi sivil toplumcu liberal görüşlerdir! Devlet ve toplum arasında kurulan bir tansiyon aracılığıyla kendini var eden sivil toplumculuk siyasal olmaktan çok sosyaldir ve bu yüzden apolitik olmaya oldukça uygundur. Türkiye’de aydınlar bürokratik devlet gücünün siyasetin devlet-siz olanına izin vermemesinden ezelden beridir rahatsızdır. Türkiye’de devlet dışı bir siyaset alanının olmaması birçok aydını kaçınılmaz olarak sivil toplum alanını siyasal bir alan olarak görmeye götürdü.

Aydınlar yeri geldi küçük esnaf zihniyetiyle, siyasal İslamcılarla, 1950’lerde toprak zenginleriyle ittifak yaptılar ama amaç her zaman belliydi: bürokratik devletin siyaset alanındaki hegemonyasını ne pahasına olursa olsun kırmak!

Deneyimlediğimiz üzere bu ne pahasına olursa olsunculuk hepimize oldukça pahalıya patladı! Sivil toplumculuk adı altında temel Cumhuriyet değerlerine karşı olan herkes bir araya geldi ve bugünün parti devletine giden yolun taşlarını döşediler.

Muhtemelen AK Parti muhalefete geçtiği bir zamanda geçmişten yeterince ders almadan tekrardan sivil toplumculuğu siyasal bir uğraş olarak görmeyi tercih edeceğiz. Oysa sivil toplumculuk az önce de söylediğim gibi bir siyasal alan açmaktan ziyade bir sosyalleşme alanı açmaktadır. Farklılıkları bir araya getirme iddiası günün sonunda birbirine benzeyenlerin, ortak deneyimleri olanların yan yana geldiği bir kitleselliği doğurur.

Örneğin birçok kişinin haklı olarak Yeni Genç Siviller dediği Gri Bölge girişimine bakalım. O kadar da kötü niyetli(!) görünmeyen bu girişim sivil toplumcu liberal eğilimlerin günün sonunda neden antipolitik olduğuna dair güncel bir örnek. Girişim istediği kadar farklı kimliklere ve hatta kimliksizliklere alan açarak çok sesli olmaya çalışsa da aslında oldukça tek sesli!

En temelde gençlerden oluşan bir topluluk olduğu için zaten siyasal değil de sosyal bir sıkışmışlığın göstergesi. Sevgili Gençler! Gençlik de bir kimliktir! Daha da bir şey söylemeye gerek yok sanırım.

Günün sonunda sivil toplumculuk aslında sosyalleşme ihtiyacıyla girişimcilik arasında sallanan bir apolitik kitle durumudur.  Ekonomik ihtiyaçları için bu alana girenler hikâyenin girişimci kısmını oluştururken sosyalleşme ihtiyacı için bu alana girenler hikâyenin sosyolojik boyutunu oluşturuyor. İhtiyacın kendisini politize etmekten kendini kurtaramayan sivil toplumculuk aslında her zaman bir hınç siyaseti olarak kalmaya mahkûmdur.

AK Parti sonrası, devlet ve toplum arasında salınan yani günün sonunda sekter bir devletçilik ile sivil toplumcu liberalizm arasında ezilen siyasetin kesinlikle kurtartılmaya ihtiyacı var. Önceki yazılarımda sık sık vurguladığım bir fikirle yazıyı noktalamak istiyorum: Kamusallık deneyimine ihtiyacımız var. Kamusallık sekter bir devlet bürokrasisinden beklenemeyeceği gibi sosyolojik ve ekonomik ihtiyaçların melezlendiği sivil toplumcu liberalizmden de beklenemez. Ne devlette ne sivil toplumda, cevap dışarda bir yerde!

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün