Istanbul Fringe Festival-II

Istanbul Fringe Festival 2020’de izlediğim gösterilerinden söz etmeye, bıraktığım yerden itibaren devam ediyorum.

Erdoğan MİTRANİ Sanat
7 Ekim 2020 Çarşamba

‘Pan – Catwalk’ 

İkisi de yarı çıplak bir kadın (Inez Wolters) ve bir erkek (Paul van de Waterlaat). Üzerlerinde sadece birer boxer ve kadının ara ara çıkarmak zorunda kaldığı sutyeni var. Yerde iki uzun sıra halinde üst üste dizilmiş, eski püskü kot ceketlerden abartılı parlak elbiselere sayısız giysi, ayakkabı ve aksesuarlar. İkili bu kıyafetleri, en geriden başlayıp sırayla tekrar tekrar giyinip, tekrar tekrar soyunarak, giyip çıkarıyor. Tabii ki giyinme ve soyunma tarzları senkronize değil. Ama her birinin bir giysiyi çıkarıp yenisini giymesine kadar geçen süre kusursuz bir zamanlamayla hep aynı. Sadece son derce esprili bir tek bölümde erkek üzerindeki sade giysiyi çıkarıp yine yalın bir giysiyi ağır çekimde giyerken kadın müthiş bir hızla çok sayıda elbise ve aksesuarı sırayla kuşanıp çıkarıyor. Sahnede yalnız değiller. Wouter de Belder, kemanıyla onlara eşlik ediyor ve performansın döngüselliğini daha da açığa çıkaran, ‘Pan – Catwalk’ için bestelediği özgün müziği çalıyor.

Kıyafetlerimizin bizim kim olduğumuzu, kim olmak istediğimizi ve hatta kim olmak zorunda kaldığımızı ifade eden, neredeyse 40 dakika kendini durmaksızın tekrarlayan bu gösteri kesinlikle monoton değil. Aksine kıyafetlerin bitmek bilmez kombini, bir renk ve form cümbüşü oluşturarak gösterinin her an kendini yenilemesini sağlıyor. Her iki karakter, karşı cinse ait giysileri benzer doğallık ve rahatlıkla kuşandığından, performans sadece insanlığın çeşitliliğine ve renkliliğine bir övgü olmayı aşarak, insanları etiketlerden arındıran, kadınlık ve erkeklik hakkındaki kuralcı çerçeveleri sorgulayan derinlemesine bir inceleme sunuyor. 

Oyun sonrası Zoom söyleşisinde Hollanda’dan gelen Zwermers ekibi, “İnsanlar mı kıyafeti taşıyor, kıyafetler mi insanları?” gibi soruları sormayı hâlâ sürdürdüklerini, bu ‘ikinci deri’nin insanları ne kadar tanımladığı konusunda çalışmaya devam ettiklerini ve ‘Pan – Catwalk’ın 70 dakikalık bir versiyonunu hazırladıklarını belirttiler.

Wolters ve Waterlaat’ın beden kullanımları olağanüstü. Kanımca Istanbul Fringe Festival’in en etkileyici gösterilerinden...

‘Daughters’ 

Patenleri üzerinde üç kadın (Georgeta CorcaSimona DabijaTeodora Velescu), gerçeğin hiç de göründüğü gibi olmadığı absürt bir toplumun, dirençli bir halkın ve zihni bulanık bir neslin kızlarıdır. Daimi bir gerilim ve birikmişlikle dolu bedenleri cinselliği, iktidarı ve özgürlüğü keşfeden sayborglar gibi hareket eder. Modern büyücüler gibi davranan bu üç kadın dansçı, geçmişteki anılarını ve gelecekle ilgili fantezilerini, ironi ve gerilimle kurgulanmış mikrotarihlerle oynayarak paylaşırken zayıflıklarını da göstererek, ani duraklamalar ve akışlarla zamanı esnetirler. 

Romanya’dan gelen bu 40 dakikalık gösteriyi izlerken, yukarıdaki tanıtım yazısında söz edilenleri gerçekten buluyorsunuz ama, performansın heyecan verici görselliği asıl izlendiğinde ortaya çıkıyor. Simona Deaconescu, koreografisini üç farklı bölümde düzenliyor. İlk bölüm olağanüstü kusursuz bir ağır çekim olarak gelişiyor. İlk absürt ve ironik konuşmanın ardından, bedenlerin değişimli olarak, stroboskopik ışıklarla ara ara parçalanan ağır ve hızlı devinimleri geliyor. Karakterlerin yatarak annelerini anımsadıkları tamamen statik bir aradan sonra ‘Daughters’, uzun saçlı kafaların durmaksızın hareket halinde olduğu müthiş hızlı bir finalle sonlanıyor.  

 

‘Coup de Foudre’ 

Belçika’dan gelen ‘Coup de Foudre’, birlikte bir hareket dili oluşturan, dans ile tiyatronun sınırlarını zorlayan sessiz bir diyalog inşa eden bir kadınla bir erkeğin (Lisa Da BoitRudi Galindo), izleyiciyi gerçekle hayal arasında kalan bir sessiz sinema dünyasına doğru çektiği bir gösteri.

Giolisu / Teatro Pachuco’nun yapımı aslında genç izleyiciler ve özellikle çocuklar için tasarlanmış. Fringe, geleceğin izleyicilerini bu keyifli eğlencelikle mutlu etmeyi amaçlıyor.

‘Lost in Grey’ 

Tayvan’dan Resident Island Dance topluluğunun, 45 dakika süren dans gösterisini tanıtım yazısında şöyle anlatıyor:“Modern hayatın topa tuttuğu biri yeni bir toplum yaratabilir mi? Chang Chung-An’ın ‘Lost in Grey’ gösterisinde dinamik hareketler, multimedya projeksiyonu ve deneysel bir rock müziği kullanılarak Tayvan ve dünyanın geri kalanındaki davranış bozukluklarının hem saldırgan hem de oldukça insani bir yansıması sahneye konuyor. Dansçıların bedenleri; öfkeli hareketlere, biçimsiz algılara ve etkileyici duygulara aracı oluyor.”

Şahsen bu dans gösterisini izlerken tanıtımda belirtilen öğeleri bulabildiğimi söyleyemem. Dansçıların beden dillerini ustaca kullanmalarına karşın, davranış bozukluğundan çok spastik hareketleri anımsatan grup ve solo gösterileri bana hem anlatım derinliğinden hem de estetikten epey yoksun gibi geldi. Tabii ki bu kişisel yorumum.  

‘Home: What we lost what is us’ 

1994’te Frankfurt’ta doğan, Berlin’de büyüyen, dansçı, koreograf, eğitmen, manken Sebastian Abarbanell, 2015’te Londra’da Trinity Laban Müzik ve Dans Konservatuarından mezun olduktan kısa bir süre sonra 2019 yılına kadar yaşadığı New York’a taşınmış. Bu süre içinde birçok toplulukta dansçı olarak çalışırken, solo dansçı ve koreograf olarak çok sayıda

Festivale ve yarışmaya katılmış. 2018’de ‘Parasites’ Tanztheater Festival Erfurt birincilik ve izleyici ödüllerini, ‘Home’Köln Solo Duo Festivalinde Gelişmekte Olan Koreograflar En İyi Solo ödülü ile 24. Stuttgart Uluslararası Solo-Dans-Tiyatro Festivali rezidans ödülünü almış. 
2019’da Berlin’e dönen, ancak dünyanın her yerinde koreogrfiler sahneleyen, dansçı ve eğitmen olarak çalışmayı sürdüren Abarbanell, Sanat Yönetmeni Raven Taisce White ile beraber kurucularından olduğu aktivist topluluk Birdhouse’da da dansçı, koreograf ve eğitmen olarak görev alıyor.

Sebastian Abarbanell, fiziksel evini ve onu ev yapan, içini doldurarak güven, konfor ve sağlam zemin hissi veren insanlarla arasındaki bağı kaybettiğinde nasıl bocaladığını, asıl evinin kendi bedeni olduğunu keşfettiğinde de nasıl rahatladığını anlatan ‘Home (what we lost what is us)’ adlı gösteriyi hazırlamış.

Birbirine bağlı üç bölümden oluşan, koreografisini yaptığı ve solo dansçı olarak rol aldığı 20 dakikalık gösterinin ilk bölümünde, insanın etrafındaki ilişkilerin sallanmaya başlamasıyla, evinin temin ettiği sağlam zeminin ayağının altından kaymaya başlanası anlatılır. Yaklaşık 8 dakika süren bu bölümde, seyircilere arkasını dönmüş kayıp ve yarı çıplak bir Abarbanell, tek ayak üzerinde güvenirliği artık yok olmaya başlamış zeminin üzerinde düşmemeye çalışmaktadır. İkinci bölüm, dansçının üstünde duracak yeni bir zemin oluşturma çabalarına odaklanır. Son bölümde Abarbanell, kendisine en başından beri güven, istikrar ve kararlılık sağlayan gerçek evinin aslında kendi bedeni olduğunu fark eder.  

Bir söyleşisinde “Cildinin içinde yaşadığını fark eden bir dansçının bu cildin üzerine başka bir şey giymesine gerek yoktur” demiş olan sanatçı bu bölümü çırılçıplak oynar. Bedeninin dışında kaybolduktan sonra tekrar kendine yaptığı bir mahrem yolculukta ışığın, karanlığın ve bedenin ustalıklı kullanımıyla ulaşılan müthiş edepli estetik nefes kesicidir. 

Bu yılın Fringe seçkisinin belki de en iyisi.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün