İzleyicisiyle buluşamayan başyapıt: Boyalı Kuş

II. Dünya Savaşı sonlarında Doğu Avrupa’da yalnız bir Yahudi çocuğun iç acıtıcı öyküsünü anlatan ‘Boyalı Kuş’ bizleri insan ruhunun karanlık labirentlerinde bir yolculuğa götürüyor. Siyah-beyaz çekildiği için daha da etkileyici olan film, savaşın yarattığı travmayı Çocuk’un gözlerinden tarafsızlığını koruyarak anlatıyor

Viktor APALAÇİ Sanat
2 Eylül 2020 Çarşamba

Pandemi sebebiyle dört ayı aşkın bir süredir kapalı olan sinema salonları ağustos ayında yeni vizyon filmlerle sinemaseverlere kapılarını açtı. Vizyona giren ilk filmlerden, Çek yönetmen Vaclav Marhoul’un ‘Boyalı Kuş’u yılın en iyi filmlerinden biri. Ne yazık ki henüz kapalı mekânlara girmeye hazır olmayanlar ve tatilde olanlar yüzünden bu olağanüstü film izleyicisiyle buluşamadı, harcandı gitti.

Trajik bir şekilde hayatına son veren Leh yazar Jerzy Kosinski’nin tartışmalı başyapıtı ‘Boyalı Kuş/ The Painted Bird’ün sinema versiyonunda II. Dünya Savaşı sonlarında Doğu Avrupa’da yalnız bir çocuğun iç acıtıcı öyküsünü anlatıyor. Yetim kalmış Yahudi bir çocuk hayatta kalabilmek için köylerde, sonu meçhul bir yolculuğa çıkar. Yolculuğu süresince savaşın gölgesinde yaşayan farklı insanlar tarafından anlamsız bir şiddet ve işkenceye maruz kalacak ve kendisini bir tür cehennemde varoluş mücadelesi içinde bulacaktır.

Kimsesiz olmanın yalnızlığını yaşayan çocuk köyden köye, çiftlikten çiftliğe geçiyor; cahil, hoşgörüsüz, acımasız sivil ve askerlerle karşılaşacağı sonu belirsiz bir yolculuk sürdürüyor. Filmi insan ruhunun karanlık labirentlerine doğru bir yolculuk olarak yansıtan Çek yönetmen Vaclav Marhoul, melodramdan ve duygusal yönlendirmelerden kaçınarak, savaşın dehşetini aktarmada başarılı oluyor. Siyah-beyaz çekildiği için daha da etkileyici olan film, savaşın yarattığı travmayı Çocuk’un gözlerinden tarafsızlığını koruyarak anlatıyor. Film, insan doğasının karanlık ve tüyler ürperten yüzünü sergilediği bu gaddar dünyayı, görüntü yönetmeni Vladimir Smutny’nin mükemmel kadrajları eşliğinde gözlere seriyor. 

Kötü insanlar resmi geçidi

Kötülüğün her türünü gözler önüne seren yolculuğun başlangıcında, Çocuk’u (Petr Kotlar) ailesi tarafından teslim edildiği teyzesi Marta adlı yaşlı kadının himayesinde izliyoruz. Kadın eceliyle ölünce, Çocuk gittiği bir köyde büyücü kadın Olga tarafından satın alınır. Yaşlı değirmenci Miller’in (Udo Keir) yanında boğaz tokluğuna işe giren Çocuk, kıskanç Miller’in, karısına göz koyan işçinin gözlerini kaşıkla oymasına tanıklık eder. 

Korkup değirmeni terk eden Çocuk, rastladığı ender iyi adamlardan biri olan kuş yetiştiricisi Lehl’in yanında işe girer. Lehl’in sık sık buluştuğu fahişe Ludmilla (Vitka Cvancarova) köyün delikanlılarını baştan çıkardığı için köylü kadınlar tarafından linç edilir. Komşu köyü istila eden Kazak ordusunun lideri Çocuk’a tecavüz eder ve onu “Alın size bir Yahudi hediye” deyip civar bir köydeki Almanlara yollar. Vicdanlı Alman asker Hans (Stellan Skarsgard) kurşuna dizmekle görevlendirildiği Çocuk’u tenha bir tren yoluna götürüp kaçmasını sağlar

Çocuk, götürüldükleri temerküz kampı treninden atlayan Yahudi tutsakların Alman askerleri tarafından tarlalarda kaçarken tek tek kurşunlanarak öldürülmelerine tanıklık eder. Sığındığı bir köyde dövülüp linç tehlikesi yaşayan Çocuk, yaşlı bir rahip (Harvey Keitel) tarafından kurtarılıp kilisede çalışmaya başlar. Ölümcül bir hastalığı olan rahip, ölümünün yaklaştığını görüp Çocuk’u içki imalatçısı Garbos’un (Julian Sands) yanına verir. Köy dışında yaşayan karanlık ruhlu bir pedofil olan Garbos, eziyet ederek yanında köle gibi çalıştırdığı Çocuk’u kendine seks kölesi yapar. 

Konuştuğunda öldürmekle tehdit ettiği, masumiyetini yitiren kurnaz Çocuk, tuzak kurup cani ruhlu patronunun ölümüne sebep olur. Hayvancılıkla geçinen, hasta, yaşlı babasıyla yaşayan güzel bir kız olan Lubina (Julia Valentova) Çocuk’u ayak işlerinde koşturmak için yanına alır. Erkeksizliğin bunalıma soktuğu, isterik bir kadın olan Lubina, Çocuk’un cinsel arzularını karşılayamaması üzerine ona kötü davranır. Çocuk, fırsatını bulup intikamını alır ve oradan kaçar. Yol üstü bir köyü talan ederek kadınlara tecavüz eden Kafkas askerlere rastlar.

Kızıl Ordu mensubu Mitka (Barry Pepper) Çocuk’u himayesine alır. Müthiş keskin bir nişancı olan Mitka bir ağaca tırmanıp, çok uzaktan kötü kalpli yobaz köylüleri tek tek vurur. Savaşın son günleri yaklaşınca iyi yürekli bir Rus kadın görevli, Çocuk’u himayesine alır. Anne sevgisinden uzak kalan Çocuk kendisiyle Rusya’ya gelmesini isteyen kadının teklifini kabul eder. 

Ancak babası Çocuk’un izini bulur, ismini sorduğunda ailesi tarafından terk edildiğini sanan Çocuk cevap vermez. Çocuk’un ismini filmin final sekansında, kendisini babasıyla çıkacağı gemi yolculuğuna götüren otobüsün buğulu camına yazınca öğreniriz: Joska…

 İzlenmesi zor bir film

Joska’nın yanına sığındığı kuş yetiştiricisi Lekh, tüylerini boyadığı kuşu gökyüzündeki öteki kuşları yakalamak için kullanıyordu. Kuş sürüsünün içine dalan ‘Boyalı Kuş’, diğer kuşlar tarafından gagalanarak öldürülüyordu. Teyzesinin ölümünden sonra kimsesiz, beş parasız, köylerde hayatta kalmaya çalışan Joska, Yahudi olduğu için ‘Boyalı Kuş’ muamelesi görüyor, itilip kakılıyor, tecavüze uğruyor. 

Jerzy Kosinski, otobiyografik özellikler taşıyan romanıyla II. Dünya Savaşı sırasında Polonyalıların kendi vatandaşları Yahudilere uyguladıkları o zulmü hatırlatıyor. Zira Polonyalılar Yahudilere en az Almanlar kadar kötü davrandılar. Onları Gestapo’ya ihbar ettiler veya evlerine, iş yerlerine, arazilerine sahip olmak için bizzat öldürdüler. Bu konuda ketumiyetlerini yıllarca koruyan Polonyalıları ilk kez konuşturan, ‘Shoah’ adlı başyapıtıyla belgesel ustası Claude Lanzmann oldu. Sonraları vicdan sahibi Polonyalı sanatçılar, roman ve filmlerle günah çıkarıp, ayıplarıyla yüzleşme cesaretini gösterdiler.

 

Sicili kirli bir ülke: Polonya

Savaşın arkasında bıraktığı travmayı işleyen sayısız roman yazıldı, film çevrildi, beste yapıldı. 1933 yılında Lodz’da Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Jerzy Kosinski, II. Dünya Savaşı’nın dehşetini ailesiyle birlikte sığındıkları Polonya’nın doğusundaki bir köyde yaşadı. Sahte kimlikle hayatta kalmayı başaran Jerzy Kosinsky, 1957’de göç ettiği Amerika’da ABD vatandaşlığına geçti. Parlak yazarlık kariyerinde, edebiyat dünyasında iz bırakan ve çok tartışılan iki dev roman yazdı.

İkisi de sinemaya aktarılan ve çok ses getiren romanlardan ‘Merhaba Dünya /Being There’in (1979) senaryosunu bizzat Kosinski yazmış, Hal Ashby’nin yönettiği filmde Peter Sellers harikalar yaratmıştı. 1965’te yayımlanan ve yazarın en ünlü ve en tartışılan romanı ‘Boyalı Kuş’, 54 yıl aradan sonra bir Çek yönetmen tarafından sinemaya uyarlanmış oluyor. 

Jerzy Kosinski 58 yaşında (1991), yaşadığı New York’ta alkollü iken girdiği banyo küvetinde başına bir plastik torba geçirerek intihar etti. Akıbeti, Auschwitz’de esir düştükten sonra temerküz kampından sağ olarak kurtulabilen ender İtalyan Yahudilerinden biri olan, ünlü yazar Primo Levi’yi akla getiriyor. Esaret günlerini ‘Bunlar da mı İnsan’ romanında anlatan Levi, 1987 yılında intihar etmişti.

 

Yazar-aktör-yapımcı Çek sanatçı (60) Vaclav Marhoul, üçüncü yönetmenlik denemesi olan filmde etkileyici ve parlak bir iş çıkarmış. Filmin bütün yükünü omuzlarında taşıyan çocuk oyuncu Petr Kotlar görkemli performansıyla kendisine destek veriyor. Uluslararası bir oyuncu kadrosu, rolleri kısa da olsa filme zenginlik katıyor.

 

 

 

 

 

 

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün