Ivo Van Hove opera yönetiyor

2002’den beri Hollanda’nın ünlü tiyatrosu Toneelgroep Amsterdam’ın genel sanat yönetmeni, dünyaca ünlü tiyatro dehası, 1958 doğumlu Ivo Van Hove ilk kez 1981’de oyun yönetmeye başlamış. Dünyanın pek çok sahnesinde sayısız ödüller kazanan çalışmalar yapmış. İlk kez 1999’da Alban Berg’in ‘Lulu’su ile opera sahnelemeye başlayan Van Hove, tiyatrodaki yenilikçi ve aykırı tutumunu operalarda da sürdürmüş.

Erdoğan MİTRANİ Sanat
17 Haziran 2020 Çarşamba

Ivo van Hove’nin sahnelemeleri yaratıcı dehasının çizgisini sürdüren bir üçlünün elinden çıkıyor. Sahne tasarımlarını partneri, 40 yıllık hayat arkadaşı Jan Versweyveld, kostüm tasarımlarını An D’Huys üstleniyor. 

Tabii ki telif hakları yüzünden yorumlarının filmlerine ulaşmak çok zor. Ancak, bir ara YouTube’da 2018’de Paris Ulusal Operası için yönettiği ‘Boris Godunov’a ve 2019’da yine aynı kurum için sahnelediği ‘Don Giovanni’ye ulaşabildim. Bu yazımda bu iki gösteriye ait izlenimlerimi paylaşacağım.

 

Modest Mussorgsky – ‘Boris Godunov’

Moussorgsky, ‘Boris Godunov’da Rus tarihinden epik bit öykü anlatır. Halkın çarlık görevini üstlenmeye çağırdığı Boris, Rus halkının beklentilerini yerine getirmeye çalışırken, Korkunç İvan’ın oğlu Çareviç Dmitri’yi öldürterek iktidarı ele geçirmiş olmanın da suçluluğunu hisseder. Tahtın asıl varisinin, Litvanya’da olduğu söylentilerine saray içi entrikalarının da katılmasıyla birçok cephede savaşmak zorunda kalır.

Boris’in insani yönünü, tarihsel dramanın destansı anlatımını bırakmaksızın ortaya çıkarmaya çalışan Moussorgsky, keder, pişmanlık, suçluluk duygusu, içsel çatışma gibi duygulara Macbeth’imsi bir derinlik ve karmaşıklıkla aksettirir. Mussorgsky, 1869’da yazdığı bu operayı tekrar ele alarak parlak müzikal partisyonuna eklemeler yapmış ve çoklukla 1872’deki gelişmiş şekli sahnelenir olmuştur.

Ivo Van Hove’nin sahnelediği 2018 Paris Bastille prodüksiyonunda ise,1869 orijinal versiyonu kullanılmış ki bu seçim, yalınlığıyla yönetmenin minimalist, zaman ve mekândan olabildiğince soyutlanmış tarzına çok daha uygun.

Fondaki devasa duvar, halkı temsil eden koroların ya da görkemli manzaraların yansıdığı projeksiyonlarla kimi zaman oyunun destansı boyutunu, kimi zaman da daha mahrem bir anı aksettiriyor. Dekorun ana elemanı, hem yükselişle düşüşü, hem de yönetim ile halk arasındaki ayırımı simgeleyen geniş merdiven, tepelere kadar çıktığı gibi, sahnenin altına kadar da inebiliyor. 

Boris Godunov’u diyalogların şarkı olarak söylendiği bir tiyatro oyunu olarak yönetiyor. Tüm oyunculuklar dört dörtlük. Genelde bir Rus operasının en üst düzeyde etkili olabilmesi için en azından önemli rolleri Rus solistlerin üstlenmesinde fayda var. Paris Operası da bu prodüksiyonu için böyle bir ekip oluşturmuş. Ildar Abdrazakov, güçlü sesi kadar sağlam oyunculuğuyla da Boris Godunov’un içsel çatışmalarını ustaca aktarırken, mahrem sahnelerde ses tonuna beklenmedik bir yumuşaklık katabiliyor. Ain Anger, nefis 

pesleriyle yalın süssüz ve kimi zaman tedirgin edici bir Pimen yorumluyor. Dmitry Golovnin çok iyi bir tenor. Oyuncu olarak da çok başarılı. Ancak bu filme alınmış operaların en önemli sorunuyla karşı karşıya kalıyor. 20 yaşındaki Grigoriy’i canlandırırken aslında 1971 doğumlu olduğu özellikle yakın plan çekimlerde fazlaca göze batıyor. Bunun tersi de, Ain Anger’in Pimen için çok genç kalışı da tabii ki fark ediliyor. Sahneye her girdiğinde rol çalan Maxim Paster sesi ve oyunculuğuyla muhteşem bir Prens Shuisky. 1869 versiyonunda pek dişe dokunur bir kadın rolü olmasa da,Evdokia Malevskaya ses tınısı ve oyunculuğuyla Boris’in oğlu Fyodor’u başarıyla canlandırıyor.

Vladimir Jurovski’nin yönettiği orkestrayı ve Van Hove’un koreografisiyle farklı bir varlık olarak operanın önemli karakterlerinden birine dönüşen muhteşem koroyu da unutmayalım. 

Zor bir metni ve müziği başarıyla sahneye aktaran çok etkileyici bir çalışma.

 

Wolfgang Amadeus Mozart - ‘Don Giovanni’

Ivo van Hove’nin 2019 Peris Garnier ‘Don Giovanni’ prodüksiyonu izleyiciyi önce görselliğiyle etkiliyor. Jan Versweyveld’in yekpareymiş gibi duran üç taş binadan oluşan devasa dekoru, küçük bir Akdeniz kentinin ıssız sokaklarının birine bakar. Uvertürün ilk 

mezürleriyle gecenin alacakaranlığına bürünerek, Donna Anna’nın tecavüzcüsünün kimliğini fark etmeyişini inandırıcı kılan bu buz gibi soğuk aydınlatma öykünün gidişine göre son derece mat renklere ve tonlara kayacaktır. Aydınlatmanın şekilden şekle soktuğu bu dekor tüm opera boyunca sabit kalacak, ancak finale doğru benzersiz bir devinimle Don Giovanni’nin cehenneme gidişine yol verecek, hatta cehennem ateşinin ta kendisine dönüşecektir.

Dekorun görkemine karşın, sanki kişilikleri belirginleştirmek yerine birbirine karıştırmak, birbiriyle değiştirilebilir hale getirmek için, kostüm tasarımı güncel ve olabildiğince sadedir. 

Özellikle Don Giovanni ile Leporello’nun kravatlı, takım elbiseli ‘beyaz yakalı’ giysileri 

başkarakterini sıradanlaştırarak ona çoklukla isnat edilen romantik devrimci karakteri önemsizleştirir. Aynı tip sakallarıyla birbirine çok benzeyen Don Giovanni - Leporello ikilisinin tüm opera boyunca, kostüm değiştirdiklerinde bile, tıpatıp birbirinin aynı giyinmeleri birbiriyle değiştirilebilir olmalarından çok, efendi-uşak ilişkisini aşan, bir tür hami ile himaye edilen bağının, bir sırdaşlığın, bir kardeşliğin, bir suç ortaklığının simgesidir. 

Cast olarak süperstar solistler yerine sağlam ses ve oyunculuk yeteneği olan, çoğu Kanada kökenli, bir ekip yeğleyen Ivo van Hove bu Don Giovanni’yi de şarkı söylenerek oynanan bir tiyatro oyunu olarak sahneliyor.

Etienne Dupuis, geniş aralıklı bariton sesinin tüm nüanslarını kullanarak alışılmışın epey dışında, daha az kibirli, daha az takıntılı, daha az saldırgan ve daha çok “loser” bir Don Giovanni yorumluyor. Yakın geçmişte çok başarılı bir Don Giovanni canlandırmış olan Philippe Sly, beklenmedik derecede aykırı bir Leporello çiziyor ve genelde komik olarak söylenen birçok aryasına nefis bir dramatik tat katmayı başarıyor. Sesinin tınısı da çok güzel.

Jacquelyn Wagner temiz bir ses ve sağlam bir oyunculukla geleneksel bir Donna Anna çiziyor. Buna karşın, ateşli lirik soprano sesiyle klasik bir Donna Elvira söyleyen Nicole Car, şirretlikten ve sulu gözlükten uzak, insanın içini acıtan aşık kadın portresiyle çağcıl bir oyun çıkarıyor. Geleneksel Commendatore’sini müthiş bir müzikalite ile dengeleyen Ain Anger ile hem görsel hem işitsel olarak uyumlu bir çift oluşturan Mikhail Timoshenko (Masetto) ve Elsa Dreisig (Zerlina) de çok iyiler. Geleneksel ballı şekerli Don Ottavio’ları bir kenara iterek çekici ve erkeksi oyunuyla iki nefis aryasını söylediğinde gecenin en büyük alkışını hak ederek almış olan Stanislas de Barbeyrac’ı da unutmayalım.

‘Operaların Operası’na hak ettiği yorumu getiren çağını ötesinde çok sağlam bir sahneleme.

Hepinize sağlıklı seyirler dilerim.

 

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün