Sinema Tarihinin En İyi Filmleri Kişisel Listem SİNEMANIN EN İYİLERİ -2

Geçen haftaki yazımda sinefillerle kişisel listemin ilk sekiz filmi arasında bir geziye çıkmıştık. O filmler, ‘Bisiklet Hırsızları’, ’Hiroşima Sevgilim’, ’400 Darbe’, ’Ucuz Roman’, ’Paris, Teksas’, ’Taksi Şoförü’, ’Fargo’ ve ‘Schindler’in Listesi’ idi. Bu yazımda seçkimdeki 9-16 sıralarındaki filmleri ele alacağız.

Viktor APALAÇİ Sanat
22 Nisan 2020 Çarşamba

9-Milano’da Mucize (1951)

II. Dünya Savaşı sonrasının harap ve yoksul İtalya’sının yürek yakan bir panoramasını gözler önüne seren ‘Miracolo A Milano’, geçekçiliğe yeni bir boyut eklemiş, ‘yeni gerçekçi fabl’ da denebilecek gerçeküstü bir film olmuştu. Bu fantastik güldürü, Milano’nun yoksul kenar mahallelerinin birinde kendi yaptıkları derme çatma kulübelerinde hayata tutunmaya çalışan iyi yürekli insanları, işgal ettikleri araziden atmaya çalışan toprak sahiplerinin çatışmasını masalsı bir üslupla anlatır.

Filmin senaryosunu De Sica’nın iki düzineye yakın filminde birlikte çalıştığı Cesare Zavattini’nin, Suso Cecchi D’Amico’nun ve bizzat yönetmenin aralarında bulunduğu beş kişilik bir kadro yazdı. Hem dram, hem fantastik, hem de absürt öğeler içermesiyle farklı bir yerde duran ve eğlenceli, masalsı ve umut aşılayan bir sinema diliyle anlatılan film, Cannes Film Festivali’nde Büyük Ödülü kazanmıştı.

 

10-Sahne Işıkları (1952)

Geçen zaman içinde unutulmuş, gözden düşmüş komedyen Calvero’yu canlandıran, filmin senaryosunu yazıp yöneten Charles Chaplin‘Limelight’ ile kariyerinin en duygu yüklü ve dokunaklı filmini yapmıştı. Filmin, Chaplin’in de aralarında bulunduğu üç bestekârı o yıl En İyi Müzik Oscar’ının sahibi olmuştu.

Film hafızalara, sessiz sinemanın dahi figürü Buster Keaton’un Chaplin ile karşılıklı düet yaptıkları sahne ile kazınmıştı. Filmde Calvero ile depresyonun eşiğindeki balerin Threza (Claire Bloom) hayatlarına umut ve anlam katmak için birbirlerine sarılırlar.

Charles Chaplin’in klasikleri arasına girmiş filmi, ününü yitirmiş bir müzikal komedyeninin, hayata dair umudunu yitirmiş bir balerine yeniden ümit ve güven aşılamasını beyaz perdeye taşıyor.

 

11-Dalgaları Aşmak (1996)

Sinemanın yetiştirdiği en provokatif ve tehlikeli beyinlerinden biri olan Lars Von Trier, kışkırtıcı üslubuyla daima gündemde kalmayı başardı. Danimarka Dogma 95 hareketini başlatan V.Trier’in ‘Breaking The Waves’i kariyerinin en önemli başyapıtıdır. 1970’li yıllarda Kuzey İskoçya’da geçen konusuyla film, Bess (Emily Watson) adlı bir kadının iş kazası sonucu sakat kalan kocası Jan’a duyduğu aşkı anlatır. Boynu kırılıp felç geçiren Jan ile Bess arasında hiçbir cinsel bağ kalmayınca Jan karısından kendine yeni bir sevgili bulmasını ister. En başta bu fikirden ürken Bess, zamanla tüm bunların Tanrı’nın buyruğu olduğuna inanmaya başlar.

 

12-İhtiyarlara Yer Yok (2007)

Coen Kardeşler’in ‘Fargo’dan sonra en başarılı filmi olan ‘No Country For Old Men’ 2008’in En İyi Film Oscar’ını kazandı. Yaratıcıları Ethan ve Joel Coen’i En İyi Yönetmen ve En İyi Uyarlama Senaryo Oscar’larının, Javier Bardem’i En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Oscar’ının sahibi yaptı. Cormac McCarthy’nin aynı adlı romanından alınan film, Vietnam gazisi Moss’un bir olay yerinde para dolu bir çanta bulmasıyla başlar ve başını hiç ummadığı bir belaya sokar. Alışılmışın dışında bu suç filmi, çok sayıda masum ve suçlunun yolunun kesiştiği bir başyapıttır. Bir kader, vicdan ve şiddet sorgulaması olan filmin içinde ustaca yerleştirilmiş çok katmanlı gizemler var. Bu şiddet temalı modern western’de kiralık katil Anton rolüyle Javier Bardem sinema tarihinin en psikopat suçlu karakterlerinden biri oldu.

 

13-Piyanist (2002)

‘The Pianist’ Roman Polanski’nin parlak kariyerinin en önemli başyapıtıdır. Kendisine En İyi Yönetmen Oscar’ını getiren film Adrien Brody’yi En İyi Erkek Oyuncu Oscar’ının sahibi yaptı. Wladyslaw Szpilman’ın gerçek hayat öyküsünü anlatan film Ronald Harwood’a En İyi Uyarlama Senaryo Oscar’ını kazandırdı.

1939’da Polonya’nın Alman işgaliyle gelişen olayları anlatan filmde geleceğin en parlak piyanistlerinden Szpilman’ın toplama kampına götürülmek üzere ailesiyle trene bindirilirken, son anda kurtulmasını anlatıyor. Filmde piyanistin Varşova’nın kenar mahallelerinin birinde sürdürdüğü hayat mücadelesi anlatılır. Film kullanılan simgesel sinematografi ile Soykırımın nasıl planlanıp uygulandığını ve av konumundaki bir Yahudi’nin hayatta kalma isteğinin nasıl güçlü bir içgüdü ortaya çıkarabileceğini gözler önüne serer. Soykırımdan kurtulan bir Polonyalı olan Polanski deneyimlerini ve hissiyatını filme yansıtır. Filmin müziklerinin çoğu Chopin’in ‘nocturne’lerinden oluşuyor.

 

14-Kıyamet (1979)

Francis Ford Coppola’nın ‘Apocalypse Now’ adlı kült filmi Cannes’da Altın Palmiye ve FİPRESCİ En İyi Film ödüllerini, En İyi Sinematografi ve En İyi Ses Oscar ödüllerini kazandı. Joseph Conrad’ın romanından uyarlanan hikâyeyi Coppola, Vietnam Savaşı’na uyarladı. Senaryoyu Conrad ve yönetmen Coppola’nın aralarında bulunduğu dört kişi yazdı.

Yerel bir kabilenin tanrısı ilan edilen bir adamı öldürmekle görevlendirilen Yzb. Willard (Martin Sheen), Vietnam’da Amerikan ordusuna isyan eden ve kabilesini yöneten Albay Kurtz’un (Marlon Brando) izini bulmaya çalışır. Sonsuz bir kâbusun içine sürüklenen Willard giderek takip ettiği Kurtz’a dönüşmeye başladığını görür.

Sinema tarihinin en iyi savaş filmlerinden biri olan ‘Kıyamet’te Brando kariyerinin en başarılı performanslarının birini çıkardı.

 

15-Kış Uykusu (2014)

Türk sinemasının gelmiş geçmiş en büyük yönetmeni olan Nuri Bilge Ceylan, katıldığı altı Cannes Film Festivalinde altı ödül kazandı. Altın Palmiye kazanan ‘Kış Uykusu’, ’Yol’dan (1982) sonra bu ödüle ulaşan ikinci Türk filmi oldu. Uzun ve zekice yazılmış diyaloglara dayanan, aile içi hesaplaşma öyküsü olarak özetlenebilecek ‘Kış Uykusu’, Ceylan’ın kariyerindeki entelektüel düzeyi en yüksek filmi.

Bir tiyatro aktörünün (Haluk Bilginer) emekliliğinden sonra Kapadokya’da babadan kalma bir oteli işletmeye başlamasını, karısı (Melisa Sözen) ve kocasından yeni boşanmış ablası (Demet Akbağ) ile taşra hayatını seçmesini anlatan film, bu üç kişinin yalnızlığı üzerine bir destana dönüşüyor.

Filmde o güne kadar dile getirilmemiş gerçekler, geç kalmış aile içi hesaplaşmalar, yabancılaşma teması etrafında ustalıkla işleniyor. Ebru ve N. Bilge Ceylan’ın mükemmel karakter tahlilleri barındıran, bizleri insan ruhunun karanlık labirentlerinde keyifli bir yolculuğa çıkaran senaryosunu, N.B.Ceylan filmin 3 saat 14 dakikalık süresinde, hiç düşmeyen bir ritim ve gerilim temposu içinde işliyor.

 

16-3 Renk: Mavi-Beyaz-Kırmızı (1993-94)

Krzysztof KieslowskiAvrupa’nın auteur sinemasının nirengi noktalarından biri, şiirsel sinemanın usta yönetmenlerindendi. 1996’da 54 yaşındayken kalp krizinden ölmesiyle, sinema sanatı en yaratıcı isimlerinden birini kaybetti. Adını Fransız bayrağının renklerinden alan üçlemesinde, ’Mavi’ özgürlüğü, ‘Beyaz’ eşitliği, ‘Kırmızı’ kardeşliği simgeliyordu.

‘Mavi’, bir kazada kızını ve besteci kocasını kaybeden Julie’nin (Juliette Binoche) yaşama tutunma savaşını anlatır. Daha çok psikolojik bir çözümleme olarak görünen film Julie’nin yaşadığı travmayı, yalnızlık duygusunu, yaşam ile ölüm arasında gidip gelmesini Zbigniew Preisner’in etkileyici müziği eşliğinde işliyor.

‘Beyaz’ kendisini artık sevmeyen karısıyla boşanma arifesindeki Polonyalı Karol ile intiharı düşünen iş ortağının hayata tutunma çabasını anlatır. ‘Kırmızı’, Cenevre’de geçen konusuyla, gizemli biri olan emekli yargıç Joseph (J. L.Trintignant) ile üniversite öğrencisi Valentine (Irene Jacob) arasında gelişen duygusal yakınlığı anlatır.

Kieslowski finalde birbirleriyle ilgisiz gözüken bu üç öykünün kahramanlarının yollarını bir feribot kazasında kesiştirir. ‘Beyaz’ Kieslowski’ye Berlin’de En İyi Yönetmen Gümüş Ayı Ödülü’nü getirdi.

 

Yazının 1. Bölümü için:

 

https://www.salom.com.tr/haber-114312-sinema_tarihinin_en_iyi_filmleri_kisisel_listem_sInemanin_en_IyIlerI1.html

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün