Absürt, nihilist bir toplumsal eleştiri

İsveç’in karamsar, çizgi dışı sİnemacısı Roy Andersson ‘SONSUZLUK ÜZERİNE’ ile izleyicisini düşünmeye davet ediyor.

Viktor APALAÇİ Sanat
18 Mart 2020 Çarşamba

Yarattığı kişisel üslup ile dikkati çeken, kendine has taklit edilemez tarzı ile öne çıkan Roy Andersson’un mizah anlayışı güldürmeyi değil, düşündürmeyi amaçlar. İzleyicisine sürekli hayatı doğru okuması gerektiğini hatırlatır. ‘Sonsuzluk Üzerine’, 32 plan sekanstan oluşan içeriğiyle, İskandinavya’nın gri renkli gökyüzünün altında, soluk renklerin ağır bastığı görüntüler eşliğinde, yüzleri gülmeyen, asık suratlı insanlardan bir resmigeçit sunuyor. Gündelik hayatın dertlerine bizleri ortak eden yönetmen, kısacık hümoristik öyküleriyle izleyicisini 78 dakikalık bir düşsel geziye götürüyor.

 

İsveç sinemasının nihilist, karamsar, çizgi dışı yönetmeni Roy Andersson’u Finli meslektaşı Aki Kaurismaki’ye benzetmek mümkün, ancak vatandaşı Ingmar Bergman’ın varisi olduğunu iddia etmek yanlış olur.

İngmar Bergman’ın aktifinde (tiyatroda yönettikleri hariç) 70 sinema filmi var. 77 yaşındaki Roy Andersson’un ise 1969’da başlayan kariyerinde sadece dokuz uzun metrajlı film var. Üretken sayılmayan bu senaryo yazarı- yönetmenin uluslararası yarışmalarda alınmış sadece üç ödülü var.

Bunlar 2000’de Cannes’da ‘İkinci Kattan Şarkılar/Song From The Second Floor’un aldığı Jüri Ödülü, Venedik’te 2014’te ‘İnsanları Seyreden Güvercin/A Pigeon Sat On A Branch Reflecting On Existence’ın Altın Aslan’ı ile aynı festivalden geçen yıl ‘Sonsuzluk Üzerine/About Endlessness’ın kazandığı Gümüş Aslan. Bizde vizyona giren bu son film komik, absürt, karamsar ve özgün bir toplumsal eleştiri.

Günlük hayattan etkileyici insan manzaraları

Yarattığı kişisel üslup ile dikkatleri çeken, kendine has, taklit edilemez tarzı ile öne çıkan Roy Andersson’un sinema kariyerinde büyük boşluklar var. Çünkü asıl işi reklam filmleri çekmek. Aktifinde 400 reklam filmi var.

Yaşamı boyunca reklam filmi çekmiş bu yönetmenin sinema işlerinde zeki, ince ve kaliteli bir mizah var. Son derece kişisel bir sinema diline sahip. Kamerayla oynamaktan hoşlanmaz. Kamera karakterlerini takip etmez. Hep sabit kalır. Sadece kadraja giren karakterler görürüz. Roy Andersson, günümüz dünyasından çizdiği karanlık insan manzaralarıyla, içimizi acıtan insanlık durumlarından özgün bir mizah yaratmayı başarır. Karakterlerinin rüyalarını ve zaaflarını perdeye taşımaktan hoşlanır.

Mizah anlayışı güldürmeyi değil, düşündürmeyi amaçlar. İzleyicisine sürekli hayatı doğru okuması gerektiğini hatırlatır. Andersson insan olmanın anlamı üzerine yaptığı yorumlardan sonra izleyicisini insanlık durumu üzerine kafa yormaya davet eder.

‘Sonsuzluk Üzerine’, 32 plan sekanstan oluşan içeriğiyle, İskandinavya’nın gri renkli gökyüzünün altında, puslu manzaralarla, yüzleri gülmeyen, asık suratlı insanlardan bir resmigeçit sunuyor.

Filmin neşeli, coşkulu, umut vaat eden tek sekansında, bir kafede sessizce oturan insanların önünde, hayat dolu üç genç kızın müzik eşliğinde dansını izleriz. Filmin mutlu olduklarını gördüğümüz tek karakterleri bu üç kız. İskandinavya’nın az güneş alan kasvetli coğrafyasını sinemaya taşıyan ‘Sonsuzluk Üzerine’nin diğer sekansları bizleri insan hayatının gündelik dertleriyle ortak ediyor. Roy Andersson, filmde tüm güzelliği ve acımasızlığı, görkemliği ve banallığıyla insan hayatına bir ayna tutuyor.

Trajikomik ve fantastik insan hikâyeleri

Her sahnesi ‘I Saw A Man/Woman’ ile başlayan filmde Andersson ‘Bin Bir Gece Masalları’nın anlatıcısı Şehrazat’tan ilham alıyor. Tümüyle sonsuz ve insancıl bir var olmanın kırılganlığı öyküsünü bir kaleydoskop aracılığıyla sunan filmde önemsiz anlar, tarihi olaylar kadar değer taşımaya başlıyor. Soluk renklerin hâkim olduğu görüntüler eşliğinde izlediğimiz filmin açılışında, Marc Chagall’ın tablolarından esinlendiği anlaşılan, birbirine sarılı bir çiftin gökte süzülmelerini izleriz. İkinci sekansta, şehre tepeden bakan bir bankta oturan çifti izleriz. Aralarında pek iletişim olmadığını gözlemleriz.

Elindeki paketlerle dik bir merdivenden evine ulaşmaya çalışan yorgun adama karşılaştığı eski sınıf arkadaşı selam vermez. Adam olayı karısına anlatırken gençliğinde arkadaşını başkalarının yanında kırmış olduğu için kızgınlığının geçmediğine kanaat getirir. Başka bir sekansta adam eski okul arkadaşının yükselip doktora yaptığını, kendisinin hiçbir şey başaramadığını itiraf edip kompleksini dile getirir.

Roy Andersson ülkesi İsveç’in birçok Avrupa ülkesinin ve Vatikan’ın soykırım karşısındaki sessiz ve tepkisiz kalışına isyanını filmlerine yansıtır. Bu son filmde, dünyayı fethetmek isteyip bunu başaramayan Hitler’i, üstüne bomba yağan bir sığınakta üç Nazi subayı ile birlikte görürüz. Her şeyin bittiğini kabul eden bir halleri var.

Başka bir sekansta yenilmiş bir ordunun askerlerini ıssız bir arazide kar fırtınası altında Sibirya’daki bir kampa doğru, savaş esirleriyle birlikte yürürken görürüz. Bu iki bölümde Andersson’un II. Dünya Savaşı’nın tarihi vahşetini ve savaş aleyhtarı tutumunu filmlerinde hatırlatmaktan hoşlandığına tanık oluruz. Andersson kendine özgü üslubuyla, kısacık hümoristik öyküleriyle, izleyicisini 78 dakikalık düşsel geziye götürüyor.

İnsanlığın var oluş öyküsü

Genel insanlık hallerine dair bu nükteli ve felsefi filmin karikatürize tipleri arasında Tanrı’ya inancını kaybettiğini sürekli tekrarlayan bir rahip var. Dev bir haçı dik bir yokuşta taşımaya zorlanırken itilip kakılıyor, hatta sopayla dövülüyor. Bunun bir kâbus olduğunu, rahibin ruh doktorundaki ettiği dualara inanmadığını itiraf ettiği seansta öğreniyoruz.

İçinden nehir geçen, savaşta yerle bir olmuş Köln semalarında uçarak süzülen, yekvücut olmuş bir çift bizlere filmin açılış sahnesini anımsatır.

Bu yaşamsal gözlemler silsilesinde, lüks bir lokantada şarap servisi yapan yaşlı garsonun, kafası başka bir yerde olduğu için, bardaktan taşan şarapla masayı berbat hale getirdiğini görürüz. Bankalara güven duymadığı için tüm birikimini bekâr evinin yatağının altında saklayan bekâr adamı, bir barda kavalyesinin doldurduğu kadehi keyifle yudumlayan ‘şampanya seven bir kadını’ izleriz.

Bu evrensel konulu filmde savaşta ölen oğullarının mezarını ziyaret eden yaşlı bir çifti görürüz. Baba, mezar taşını suyla yıkadıktan sonra üstüne getirdiği çiçekleri bırakıp oğluna “Annenle seni her gün düşünüyoruz” der.

Mayına basıp bacaklarını kaybeden bir genç metro girişinde mandolin çalarak dilenir, alkolik papaz, dua öncesi Tanrı’ya “Benden neden vazgeçtin?” diye sorar. Kiliseye girdiğinde ayakta duramayacak kadar sarhoştur.

İstasyona yanaşan trenden inen kadın kalabalık arasında kendisini karşılamaya gelmesi gereken erkeği göremez. Bankta oturup sabırla beklediği adamın geç de olsa gelmesi filme hakim olan kasvetli atmosferi dağıtır.

Sevdiği kızını, onurunu korumak için göğsünden bıçaklayan baba, pişmanlık içinde cesede sarılıp ağlıyor, bir marketin balık reyonunda karısına “Seni seviyorum” deyip sevgisini attığı tokatlarla gösteren adam zor zapt ediliyor. Sağanak halinde yağan yağmur altında küçük kızını bir doğum günü kutlamasına götüren baba, kızının çözülen ayakkabı bağlarını bağlamaya çalışır, iğneden korktuğu için anestezi yapamadığı hastasının attığı çığlıklardan bunalan alkolik doktor soluğu komşu barda alır.

Yalnızlığına çare arayan, internette tanıştığı kadınla buluşmak için randevulaştıkları kafeye elinde bir buket çiçekle gelen yaşlı adam kadını bulmayınca düş kırıklığına uğruyor.

İsveçli usta kariyerinin en önemli işi olan ‘Yaşayan Üçlemesi’ni Fellini’nin grotesk üslubuna yakın gösterilen ‘İnsanları Seyreden Güvercin’ (2014) ile bitirmişti. ‘İkinci Kattan Şarkılar’ (2000) ile başlayan üçlemenin ikinci ayağı ‘Siz Yaşayanlar/You The Living’ (2007) idi.

Gerçeküstü bir yorumla ‘Sonsuzluk Üzerine’ ile var oluşumuzu sorgulamayı sürdüren Roy Andersson, bu son filmiyle sanki üçlemesine bir dördüncü film ilave ediyor.

 

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün