Biyografik dram

Todd Haynes’in ‘Karanlık Sular’ı, bizleri çevresel sorunları düşünmeye sevk eden etkileyici bir gerilim

Viktor APALAÇİ Sanat
26 Şubat 2020 Çarşamba

Film avukat Robert Bilott’un gerçek hayat öyküsünü sürükleyici bir meydan okuma formatında gözlere seriyor. İtibarlı kimya devi DuPont’un bütün ürünlerinin çevre kirliliğine yol açtığını, canlıların hayatını tehdit ettiğini tespit eden avukatın yürekli mücadelesini, film insanın yüreğine hitap eden samimi ama sarsıcı bir dille anlatıyor.

Film sıradan küçük insanları ezip geçen kapitalist sistemin doymak bilmez iştahını otopsi masasına yatırıyor. Doğa katliamı, çevre ve ekoloji üzerine ilham verici ve etkileyici mesajlar veren film, kasıt, ihmal, yolsuzluk, kamu sağlığı gibi temaların hakkını veriyor.

 

Todd Haynes’ın ‘Karanlık Sular / Dark Water’ı bizi çevresel sorunları düşünmeye sevk eden, çevre bilinci üzerine ilham verici, etkileyici ve büyüleyici bir gerilim.

Todd Haynes 25 yıl önce senaryosunu yazıp yönettiği ‘Safe’, makyaj malzemelerinden, kimyasallara alerjik reaksiyon gösteren ve hastalan kadın kahramanı (Julianne Moore) üzerinden tüketim toplumda karşılanan çarpıklıkları gözler önünde sermişti.

New York Times’ta yayımlanan ‘The Lawyer Who Became DuPont’s Worst Nightmare/ DuPont’un En Kötü Kâbusu Haline Gelen Avukat’ adlı makaleden uyarlanıp, Mario Correa ve Matthew Michael Carnahan tarafından senaryosu yazılan film çevresel felaketleri gündeme taşıyor. Film Avukat Robert Bilott’un gerçek hayat öyküsünü sürükleyici bir meydan okuma formatında gözlere seriyor.

Kapitalizmin kirli yüzü

Filmin konusu 1998 yılında Cincinnati’de başlayıp 20 yıla yayılır. Kimya şirketlerini savunan Tom Terp’in (Tim Robbins) yönettiği West Virginialı avukatlık firmasında çalışan Bob Billot (Mark Rufallo), Wilbul Tennaut (Bill Camp) adlı bir çiftçinin DuPont fabrikasının kirlettiği sulardan içen hayvanların öldüğünü bildirmesiyle saf değiştirir.

Çevre zehirlemesiyle ilgili konuya hâkim olunca, Billot olayın boyutu karşısında dehşete düşer. Uzun yıllara dayanan mücadelesi, devleti yönetenlerin desteğini arkasına alan kimya devini dize getirmesiyle noktalanır. İtibarlı kimya şirketinin bütün ürünlerinin çevre kirliliğine yol açtığını, canlıların sağlığını tehdit ettiğini gören avukatın yürekli mücadelesini, film insanın yüreğine hitap eden serinkanlı ama sarsıcı bir dille anlatıyor. Film sıradan küçük insanları ezip geçen, kapitalist sistemin doymak bilmez iştahını otopsi masasına yatırıyor.

Bennet Miller’ın ‘Foxcather’ı (2014) eksantrik milyarder ve John DuPont ve 1988 Seul Olimpiyatlarına hazırlanan Mark ve Dave Schultz adlı güreşçi iki kardeş arasındaki trajik ilişkiyi merkezine alan bir filmdi. Komedi aktörü olarak tanınan Steve Carell, John DuPont karakteriyle kariyerini geliştiriyor ve bu filmden sonra aranan bir dram aktörü oluyordu.

Kapitalizmin kirli yüzünü sergileyen DuPont ailesinin bir mensubu ‘Foxcatcher’de çok iyi ilişkileri olan ünlü iki kardeşin arasında kara kedi gibi girip, onları birbirine düşman ediyordu. ‘Karanlık Sular’ CEO’su ve avukatlarını tanıdığımız DuPont ailesinin savaş için üretilen kimyasalları teflon adını verdikleri tavalara uyarlayıp insan sağlığını tehlikeye attığını gösteriyor.

Film içme suyunu zehirleyerek insan sağlığını hiçe sayan vahşi kapitalizm üzerine, doğa katliamı, çevre ve ekoloji üzerine etkileyici mesajlar veriyor. Ustalıkla işlenen temalar arasında kasıt, ihmal, yolsuzluk, çevre, ekoloji, kamu sağlığı ve doğa katliamını saymak mümkün.

Film bir avukatın 16 yıl boyunca verdiği hukuki mücadele sonucunda, 40 yıldır 6 büyük hastalığa yol açan teflon tava balonunu söndürerek DuPont’u tazminat ödemeye mahkûm edilişinin öyküsü.

Bir doğa katliamını durdurmak

Çalıştığı şirketin de müşterisi olan DuPont’un Batı Virginia’daki arazisinde yaptığı deneyler ve kullandığı kimyasal maddelerin çevrede yaşayanlara ölümcül zararlar verdiğini tespit eden B. Billott bu doğa katliamını durdurmak için harekete geçer. Ancak Amerikan ekonomisinde önemli bir yeri olan bu kimya devinin kamu sağlığını tehlikeye soktuğunu kanıtlamak kolay olmayacaktır.

Kapitalist sistemin lokomotiflerinden biri olan, politikacıların desteğini arkasına alan dev şirkete karşı açtığı hukuk savaşında, yıllar içinde yalnızlaştırılan, yaşadığı stresten sağlığı bozulan, aile düzeni sarsıntı geçiren Billott için engel de ağır işleyen adalet mekanizmasıdır. Giderek artan ve nedeni açıklanamayan ölüm olaylarını araştıran, bu arada ihmal ettiği eşi Sarah’nın (Anne Hathaway) tepkisini çeken Billott, esrarengiz gerçekleri ortaya çıkarmak için geleceğini ailesini ve yaşamını riske adar.

Suya karışan fabrika atıklarının 190 sığırını kaybeden bir çiftçinin kansere yakalandığını, yoldan geçen bisikletli bir kızın içtiği sudan dişlerinin siyahlaştığını, sakat doğan bebekleri gören Billott, DuPont’a karşı açtığı savaşta patronu Tom Terp’in desteğini arkasında bulur.

Bu rolde filmin yapımcıları arasında yer alan Mark Ruffalo sakin, ağırbaşlı, iyi aile babası, inandığı davada kararlı avukat rolünde inandırıcı ve etkileyici bir kompozisyon çiziyor. Uzun zamandır ekranlarda görmediğimiz için yaşlandığına tanıklık ettiğimiz Tim Robbins patron Tom Terp rolünde, fedakâr eş Sarah’da Anne Hathaway, Bill Camp çiftçi Wilber Tennant’ta çok başarılı.

Hukuk ve insanlık savaşı

Kamu yararına çalışan, toplumu yakından ilgilendiren, kurulu düzenin aksaklıklarını açığa çıkarmak için sistemin karanlık yönlerine eğilen, düzene bakış açımızı değiştiren, hukuk ve insanlık savaşı veren filmlerin en bilineni ‘Başkanın Bütün Adamları / All The President’s Men’dir.

Alan Pakula’nın bu 1976 tarihli başyapıtlarında, Dustin Hoffman ile Robert Redford’un canlandırdığı iki The Washington Post muhabiri Watergate skandalını ortaya çıkararak Nixon’un sonunu hazırlıyordu.

Nora Ephron ile Alice Arlen’in gerçek bir hayat öyküsü üzerine yazdıkları senaryodan Mike Nichols ‘Silkwood’ (1983) ile görkemli bir biyografik drama yapmıştı. Filmde Maryl Streep’in canlandırdığı Karen Silkwood çalıştığı nükleer santralde ihmal sonucu radyasyona maruz kalıyordu.

Michael Mann’ın ‘Köstebek / The Insider’inde (1999) önemli bir sigara şirketinde çalışan (Russell Crow’un canlandırdığı) bir bölüm başkanı yönetim ile farklı düşüncelere sahip olduğu için işten kovuluyor, sonra şirketin sağlıksız politikalarını açığa çıkarıyordu.

Steven Soderberg’in ‘Tatlı Bela / Erin Brockovich’ (2000) filminde, insan sağlığını tehdit eden davalarda haksızlığa uğrayanların hakkını koruyan kadın kahraman rolünde Julia Roberts En İyi Kadın Oyuncu Oscar’ını kazanmıştı.

Ana temasıyla ‘Karanlık Sular’ ile akrabalık taşıyan bir başka film Steven Spielberg’in ‘The Post’uydu. 2017 tarihli filmde Pentagon belgelerini yayımlayarak Nixon dönemi skandallarını açığa çıkaran Washington Post’un gazetecilik başarısı anlatılıyordu.

Yazımızı yönetmen – senaryo yazarı – yapımcı Todd Haynes’le (59) bitirecek olursak filmografisinde Cate Blanchett ile yaptığı ‘Carol’ (2015) ve ‘Beni Orada Arama / I’m Not There’ (2007), Julianne Moore ile yaptığı 2 film ‘Cennetten çok Uzakta / Far From Heaven’ (2002) ve ‘Safe’ (1995), David Bowie’den esinlenen ‘Velvet Goldmine’ (1998) var.

 

 

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün