Baba Sahne’de bir Mihail Bulgakov uyarlaması: ‘Don Kişot’um Ben’

“Delilikte direndiğim için bilge oldum. Zalimlerin yönettiği bir dünyadansa deliliğin dünyasını tercih ettim ben, gerçek bilgelik delilikmiş sonradan gördüm, korkunun esaretinden bile kurtarıyor insanı. Don Kişot’um Ben!”

Erdoğan MİTRANİ Sanat
8 Mayıs 2019 Çarşamba

Mihail Bulgakov’un Cervantes’in romanından sahneye uyarladığı ‘Don Kişot’um Ben’, sezon başından beri, Baba Sahne’de kapalı gişe oynanıyor. Hikâye aslında, bildiğimiz Don Kişot:

Delirdiği için odasına kapatılan Senor Quijano bırakıldığı anda Don Kişot olup Dulcinea’sını kurtarmak için İspanya’nın içerisine doğru yola çıkacaktır. Durdurulamayacağını anlayan ahali, yalnız gitmemesi için bir Sanşo Panza bulmaya çalışır. Erkekler cesaretsiz çıkınca kasabanın en kısa kadınını erkeğe çevirerek Don Kişot’la beraber gönderirler…

Sonrası ‘Aşka Feda’ diyen iki saf vicdanın sürüklediği, şarkılı, maskeli, kılık değiştirmeli, düellolu, yel değirmenli büyük bir macera, kocaman bir eğlence…

Roman ve oyun yazarı Mihail Afanasyeviç Bulgakov (1891 - 1940), ‘Köpek Kalbi’nin usta mizahçısı olarak Stalin tarafından beğenilmiş, Sovyet yönetimi ‘Don Kişot’un sahne uyarlamasını yapmasını onaylamıştı.

Sovyet sansürü, Cervantes’in ölümsüz eserinin Bulgakov tarafından oyunlaştırılmasına izin verdiğinde, aslında Stalin yönetiminin zarif, incelikli ve çok güçlü bir eleştirisini onayladığının farkında değildi. Cervantes’in şövalyesinin bu usta işi yorumlanışı, 19. yüzyıl Rus entelektüellerinin sorunlarını hicveder gibi yaparken, Don Kişot’un arayışı, Stalin’in baskı rejimini kınayan bir alegoriye dönüşmüştü.

Bulgakov, iğneleyici yergilerinin asıl hedefi olduğuna uyanan Sovyet yönetiminin hışmına uğramış, 1930’ların başında yapıtlarının yayınlanması yasaklanmış, ‘Don Kişot’ da, aynen ölümünden yıllar sonra basılabilen başyapıtı ‘Usta ile Margarita’ gibi Bulgakov’un ölümünden aylarca sonra sahnelenebilmişti.

Aslında ‘Don Kişot’um Ben’,  uyarlamanın da uyarlaması. Irmak Bahçeci’nin çevirisinden yola çıkarak dramaturgiyi yapacak olan Ozan Güven, Irmak Bahçeci ve Caner Güler, henüz işe girişmeden Cervantes / Bulgakov’dan farklı olarak, Sanşo Panza’yı bir kadının canlandıracağına, oyuncunun da Günay Karacaoğlu olacağına karar vermişler.

Bu radikal çözüm beraberinde farklı yorumlara açık, çok daha özgür, daha uçuk kaçık bir metin getirmiş. Geleneksel tiyatroyla tuluata da göz kırpan bu metnin, güncel göndermelerden Nazım’a, ‘Don’t cry for me Argentina’dan katırcıyla hancının Karagöz ve Hacıvat parodisine, farklı bir mizah tadı var. Bu tür esprilerin yama gibi sırıtmaksızın metne zekice yedirilmesi çok başarılı.

BBT’den, tiyatroadam’a ve Baba Sahne’ye çok sayıda oyun yönetmiş, ödüller kazanmış oyuncu-yönetmen Emrah Eren, oyunu traji-komik bir müzikal fars olarak yönetiyor.

Faruk Üstün’ün kimi zaman romantik, kimi zaman politik şarkı sözlerini Can Şengün bestelemiş. Koreografiyi Orçun Okurgan, eskrim koreografisini Deniz Özmen yapmış.

Emrah Eren, iki saati aşan oyunu, müthiş bir tempoyla, hiç sarmadan, aksatmadan keyif alarak ve keyif vererek izletiyor. Müzikal bölümler hem ses hem beden olarak çok başarılı. Oyuncuların kendi sesleriyle kaydettikleri şarkıların playback senkronizasyonları çok iyi.

Minimal elemanlarla yapılmasına karşın görkemli sahne tasarımını Barış Dinçel’in, kostüm tasarımını Sadık Kızılağaç’ın, ışık tasarımını Yakup Çartık’ın üstlendiği oyunun korosunu oluşturan ve bütün yan rolleri canlandıran Nazlı Tosunoğlu, Ömür Arpacı, Serhan Ernak, Nur Erkul, Dilşat Bozyiğit, Diren Polatoğulları, Enis Aybar, Tuğba Eskicioğlu, Rifat Durmuş ve Kamran Velicanov müthiş bir ekip.

Yıllar sonra tiyatroya dönen Ozan Güven’in kimi zaman stilize, kimi zaman hınzır, ama her zaman müthiş rahat, sevimli, samimi Quijiano / Quixote yorumu hem etkileyici hem de çok komik. Aslında zor olan bir rolü başarıyla, çok kolaymış gibi oynuyor. İzleyenler bilir, ‘Don Kişot’um Ben’de kendini bile aşan Günay Karacaoğlu, benzersiz bir tiyatro fenomeni. Olağanüstü Sanşo Panza yorumu anlatılır gibi değil, görülmesi gerek!

Tüm zamanların en iyi romanlarından birini sahneye taşıyan, her yönüyle çok başarılı bir uyarlama ve dört dörtlük bir sahneleme. Yılın mutlaka izlenmesi gereken oyunlarından. Ozan Güven ve Günay Karacaoğlu gibi, sahnede kimyaları müthiş uyuşan ikiliyi tekrar izlemek için bile defalarca seyretmeye değer. Tabii ki, yer bulabilirseniz...

 

Boris Vian İstanbul Devlet Tiyatrosunda ‘Kasaplığın El Kitabı’

Fransız roman ve oyun yazarı, çevirmen, şair, müzisyen, şarkı yazarı, şarkıcı, gazeteci, senarist, oyuncu, sanat ve müzik eleştirmeni, çevirmen, ressam ve mühendis Boris Vian’ın ‘L’Équarrissage Pour Tous’ oyunu İstanbul Devlet Tiyatrosunda ‘Kasaplığın El Kitabı’ adıyla sahneliyor.

1920’de Ville d’Avray’de doğan, çocukluğundaki kalp romatizmasının tetiklediği bir kalp krizi nedeniyle 39 yaşında ölen Vian, sanatı ve hayatı dolu dolu yaşamış, kısacık ömrüne onlarca kişinin hayatları boyunca yapacaklarından da fazlasını sığdırmış benzersiz bir insandı.

Müziğin ve edebiyatın her türüne yatkın olan Vian, mühendislik eğitimi sırasında trompet çalmayı öğrenmiş, 1937’den itibaren Hot Club de France’da profesyonel olarak çalmaya başlamış. 15 yıl boyunca cazın gönüllü militanlığını yaparak, eleştirileri ve metinlerini yazdığı radyo programı ‘Jazz in Paris’ ile türün Fransa’da sevilmesinin öncüsü olmuş. Yazdığı, çoğunu bestelediği sayısız anarşist şarkı sözü, varoluşçuluğun kalesi Saint-Germain-des-Prés’nin ünlü şarkıcıları tarafından söylenmiş, Vian da, kendi repertuarıyla sık sık sahneye çıkmıştı.

1946’da yazdığı, aslında var olmayan Vernon Sullivan adlı Amerikalı yazardan çeviriymiş gibi yayımlattığı, muhafazakâr Fransız basınının “alçakçasına pornografik” olarak nitelediği  ‘Mezarlarınıza Tüküreceğim’ romanı mahkemelik olmuş, Vian’a ün ve para da kazandırmıştı. Durum açığa çıktıktan sonra da Vernon Sullivan adıyla yayınlanan, ‘Ölülerin Hepsi Aynıdır’ (1947), ‘Ve Tüm Kötüleri Öldürecekler’ (1948) ve ‘Farkında Değiller’ (1950) geniş bir okuyucu kitlesi kazanmışa, ancak Vian’ın kendi adıyla yayınlanan eserleri yaşadığı yıllarda önemsenmemişti.

Sözcüklerle oynayarak, kimi zaman yeni sözcükler yaratarak, absürdün ve gerçeküstünün en uçlarında gezinen, absürdün mantığını ele alan, ters yüz ettiği mantıkla anlamsıza anlam katan, benzersiz metinleriyle Vian, günümüzde çağcıl Fransız edebiyatının en özgün ve önemli yazarlarından biri olarak kabul görmekte.

Fransız dilinin bu hınzır ve ‘fırlama’ militanı, romanları, oyunları, öyküleri, şiirleri, şarkı sözleri ve opera metinleriyle, kimseye benzemeyen, kendinden önce ve sonra gelen tüm sürrealistlerden farklı bir yazardır.

Yazdığı ilk oyun ‘Kasaplığın El Kitabı’ (1947), savaşları, aile kavramını, Amerikan tarzı yaşamı hicveden komik ve karanlık bir farstır.

Oyun, 6 Haziran 1944’te, Normandiya Çıkarması yapılırken, hemen yakınında bulunan Arromanches’daki bir at kasabında geçer. Savaş bütün şiddetiyle devam ederken, olayların dehşetinden kayıtsız bir kasap, dört senedir evinde barındırdığı ve kızlarından biriyle yatmakta olan Alman askeriyle kızına düğün yapmaya çalışmaktadır. Komşu kadına, postacı kadına ve ailesine danıştıktan sonra düğüne Amerikan ordusunda paraşütçü olan oğluyla, kızıl orduda paraşütçü kızını çağıracak, olaya Amerikan, Japon ve Alman askerleri de katılacak, giderek çılgınlaşan bu absürd kovalamaca, kesim artıklarının imha edildiği çukurda sona erecektir.

Tüm savaşçıların aynı grotesk hamurdan olduğunu ve hepsinin sonunum kasabın leş kokulu çukuru olduğunu öne süren ‘Kasaplığın El Kitabı’, savaşın bıraktığı izler henüz taptazeyken 1950’de ilk sahnelendiğinde, müthiş bir sanatsal skandala sebep olmuştu. Yazılmasından yetmiş yıl sonraki sahnelenmesinde acaba ilk çarpıcılığından ne kalmış olabilir.

Devlet Tiyatrosu, Ayberk Erkay’ın çevirdiği, Vian’ın üç perdelik orijinal metnini Burak Karaman’ın yönetmenliğinde, birer saatlik iki bölüm halinde sahneliyor.

Vian’ın sözcüklerle, lisanın yapısı ile oynayan bir lisan büyücüsü olduğunu belirtmiştim. Fransızca dışında hangi dilde olursa olsun, hınzırlığından ve hainliğinden bir miktar yitiriyor. Burak Karaman, metinden kaybettiklerini görsellikle dengelemeye çalışıyor. Behlüldane Tor’un dekor, Yakup Çartık’ın ışık, Şirin Dağtekin Yenen’in kostüm tasarımları ile yaratılan mekân, 24 kişilik kadronun 25. elemanı olarak aktif şekilde oyuna katılıyor. Büyük, küçük rol demeden tüm ekip çok parlak bir toplu oyunculukla karşımızda. Sahneleme akıcı, temposu dur durak bilmiyor. Vian’ın o benzersiz hınzır coşkusunun tam olarak seyirciye geçtiğinden emin değilim ama, bu izlenim, çok sevdiğim, neredeyse tüm yazdıklarını özgün dilinde okuduğum Vian’a hayranlığımın, tarafsızlığımı etkilemesinden de olabilir.

Fransız edebiyatının en önemli yazarlarından birini, sahnelenmiş ilk oyunuyla tanımak için bile görülmeye değer derim.

Hepinize iyi seyirler.

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün