‘Ute Lemper 
Rendezvous with Marlene’

Bir efsane başka bir efsaneyi anlatıyor

Erdoğan MİTRANİ Sanat
20 Şubat 2019 Çarşamba

Marlene’

“My soul belongs to France. My heart belongs to England. Nothing belongs to Germany except my body when I’m dead. / Ruhum Fransa’ya ait, gönlüm İngiltere’ye. Hiçbir tarafım Almanya’ya ait değil; bedenim hariç, o da öldüğümde.”

Marlene Dietrich

1963 Munster (Almanya) doğumlu Ute Lemper, Köln Dans Akademisi ve Viyana Max Reinhardt Drama Okulunda eğitim almış, 30 yılı aşkın olağanüstü kariyeri boyunca 30’dan fazla CD ile üç farklı dilde kayıt rekorları kırmış, tiyatroda, sinemada, konser salonlarında büyük ün yapmış, efsanevi bir oyuncu, şarkıcı, besteci ve dansçı.

Almanca dışında, Fransızca ve İngilizceyi ana dili gibi konuşan Lemper, hem müzikale hem caza yatkın olağanüstü sesiyle, Berlin Kabare Şarkılarına, Kurt Weil ve Bertolt Brecht’in eserlerine, Marlene Dietrich, Edith Piaf, Jacques Brel, Léo Ferré, Jacques Prevert ve Nino Rota şansonlarına kendine has müthiş yorumlar getirmiş. Astor Piazzolla şarkılarını orijinal dilinde söylemiş, Almanca, Fransızca ve İngilizceye uyarlamış, Paulo Coelho, Pablo Neruda ve Charles Bukowski’nin eserlerinden bestelediği şarkı dizileriyle konserler vermiş, çok sayıda sinema ve televizyon filminde oynamış.

‘Cats’ müzikali Viyana’da ilk sahnelendiğinde Grizabella ve Bombalurina yorumlarıyla başlayan çok ödüllü sahne kariyerine, ‘Cabaret’nin Paris prodüksiyonunda Sally Bowles, Berlin’deki ‘Peter Pan’da Peter Pan ve ‘Mavi Melek’te Lola, Londra ve Broadway’de ‘Chicago’da Velma Kelly yorumlarıyla devam etmiş. Pina Bausch Tanztheater’in ‘Wiell Revüleri’nde sahneye çıkmış. Maurice Bejart, onun için ‘La Mort Subite’ adlı bir bale yaratmış,  

Ute Lemper, II. Dünya Savaşının sona ermesinin ve toplama kamplarında sağ kalanların özgürlüğe kavuşmasının yetmişinci yıldönümünde, Holokost anısına, Francesco Lotoro ve Orly Beigel ile birlikte yapmış olduğu araştırma sonucunda ortaya çıkardığı, 1942 ilâ 1944 yılları arasında, gettolarda ve toplama kamplarında bestelenmiş şarkılardan oluşan ‘Songs for Eternity / Sonsuzluk için Şarkılar’ adlı bir konser vermiş. İnsanlığın çok karanlık bir döneminde, umudun ve umutsuzluğun yarattığı ezgilerden oluşan bu çok özel dinleti, müzikalitesi kadar, trajik duygusallığıyla da tarihe geçmiş.

Nazilerden ve yaptıklarından nefret eden, 1930’larda ilk filmi ‘Mavi Melek’in yönetmeni,  o zamanki büyük aşkı Yahudi asıllı Josef Von Sternberg’le ABD’ye giden Marlene Dietrich, Amerikan vatandaşlığına geçmiş, savaş sırasında Nazi karşıtı plaklar yapmış, cephede ABD askerlerine moral konserleri vermiş. Almanlar, hain olarak gördükleri Marlene’yi savaş bittikten sonra da affetmemiş, ilk kez 1962’de UNİCEF Galası için ülkesine döndüğünde, Düsseldorf’da çirkin saldırılara uğramış ve yaşadıkça bir daha Almanya’ya ayak basmayacağını, sadece annesinin yanına gömülmek üzere tabutta döneceğini söylemişti. Nazi Dönemi ve Holokost dehşeti için Almanları suçlayan, ikinci kocası Yahudi olduğundan konuyla bir gönül bağı da olan, Alman Milli Marşını asla söylememeye yeminli Lemper’in de, ülkesiyle benzer bir ikircikli ilişkisi var.

1988’de, Alman basınının ‘Yeni Marlene’ diye söz etmeye başladığı gencecik bir Ute Lemper, Paris’teyken, o dönemde Paris’te yalnız başına yaşayan 87 yaşındaki idolü Marlene Dietrich’e sevgi ve saygısını içtenlikle belirttiği bir mektup yazmış. Duygularını belirtmek dışında hiçbir beklentisi yokmuş ama birkaç gün sonra Dietrich oteline telefon etmiş. Marlene’in yaşamından ve kariyerinden söz ettiği, üç saat süren bu telefon konuşması, 30 yıl boyunca Lemper’le birlikte yaşlanıp olgunlaşarak, ‘Rendezvous with Marlene’ adlı son gösterisinin temelini oluşturmuş.

İstanbul’a defalarca gelmiş olan Ute Lemper 9 Şubat gecesi, otuz yıl önce bir kez telefonda konuştuğu, konuşmasının ayrıntılarını belleğine ve yüreğine kaydettiği, Amerika’nın ve Avrupa’nın bütün bir dönemin yaşamış, kadın, erkek demeden beğendiklerini büyük aşkla sevmiş olan bu özgür ruhlu, efsanevi divaya saygı gösterisi olan bu olağanüstü gösteriyi İstanbul seyircisine sundu.

Marlene’in 1962 Düsseldorf’ta söylediği ‘Where Have All the Flowers Gone?’ ile başlayıp sözü geçen telefon konuşmasına geçtikten sonra Lemper, öyküyü Marlene’in ağzından anlatmaya başlar. Kabare yıllarından ‘Just A Gigolo”, ‘Mavi Melek’ten ‘The Boys in the Backroom’, Stage Fright’tan ‘The Laziest Gal in Town’ derken, savaş yıllarına geçeriz. 

Sakin, nostaljik, müthiş hüzünlü bir ‘Lili Marleen’in ardından ‘The Ruins of Berlin’ ve  ‘Black Market’ savaş sonrası yıkımı ele alırlar. Her zaman savaşa karşı cephe almış olan Marlene’in ağzından Lemper, nefes kesici bir ‘Blowin’ in the Wind’le Bob Dylan’a da selam çakar.

İkinci bölüm Marlene’in aşklarına odaklanır. Piaf’la olan ilişkisini Charles Trenet’in ‘Que reste-t-il de nos amours?’ şarkısının farklı ve nefis caz çeşitlemeli yorumuyla, bir başka büyük aşkı Jean Gabin’i müthiş bir ‘Ne Me Quitte Pas’ ile simgeler. Annesi hakkında ağır suçlamalarda bulunduğu kitabını onun ölümünden sonra yayınlamayı kabul eden kızı Maria Riva’ya da ‘I Wish You Love’ diye seslenir.

Lemper’in gösterisini özel yapan, bir müzik gösterisini fersah fersah aşan, kostümleri, dansları, beden dili ve kusursuz diksiyonuyla Lemper’in hikâye anlatıcısı rolünü üstlendiği, tek kişilik dört dörtlük bir müzikli tiyatro olmasıdır. ‘Rendezvous with Marlene’, yaşam ve sahne deneyimlerinin doruğundaki sanatçının olgunluk başyapıtı; eşlik eden müzisyenlerden sahnelenmesine, kusursuz beden ve ses kullanımından oyunculuğuna kusursuz bir çalışma. Dünyayı gezmekte olan bu gösteriye yurt dışında rastlarsanız sakın kaçırmayın. Yoksa… Ute Lemper’in kapanışta içtenlikle söylediği gibi ‘Goodbye İstanbul, see you next time’.

 

‘Muhteşem Danton ve Genç Arthur’un İnanılmaz Hikâyesi’

İnsanların çılgınca alkışlarını kaybetmemek için kendinden vazgeçebilir misin? Yükselmek için, kibrinle ne kadar mücadele edebilirsin?Her şeyi kaybettiğini anladığın anda son tetiği kime çektirirsin? 

Benzersiz numaralar sahneleyerek herkesi hayran bırakan ünlü sihirbaz Danton,1800’lerin sonunda, Budapeşte’de kariyerinde bir tıkanma dönemi yaşamaktadır. Güzel asistanı Matilda’nın önerisiyle yenilerden adını duyurmaya başlayan sokak sanatçısı Genç Arthur’a birlikte çalışmayı teklif eder. Kariyerinin başında, sokağın, gençlerin ve güzel kadınların sevgilisi bu genç adam, ünlü ustanın önerisini kabul eder. İki sihirbazın aynı sahnede gösteri yaptığı benzeri görülmemiş ikili show onlara şöhretin, zenginliğin ve saygınlığın kapılarını açar. Ancak bu şöhreti kıskanan ve ‘sihirbazlar kıralı’ unvanını kaptırmamak için her şeyi göze almaya hazır olan bir başka ünlü, Hudini, onları yok etmek istemektedir…

Bu keyifli küçük hikâyenin baş kişileri, 2014 ‘Yetenek Sizsiniz Türkiye’ şampiyonları Kıvanç ve Burak olunca, olay tabii ki farklı bir boyut kazanıyor.

Burak Sanlı (d.1988) ve Kıvanç Özkönü (d.1983) henüz birbirlerinden habersizken, küçük yaşta, sihirbazlığa merak sarmış, üniversite yıllarında illüzyon eğitimi de görmüşler. Profesyonel anlamda gösterilere başladıklarında, 2005 yılında Balkan yarışmasına katılmışlar. 100 kadar illüzyonistten sadece ikisi aynı gösteriyi yapınca tanışmışlar ve Kıvanç ve Burak Kardeşler olarak birlikte çalışmaya başlamışlar. Komedi ve illüzyonu birleştirerek, benzeri olmayan ‘Stand-up Magic’ konseptini yaratmışlar.

Çok sayıda uluslararası ödül sahibi, International Brotherhood of Magicians üyesi ikili, repertuarlarındaki 500’ün üzerindeki oyunla kesintisiz 24 saat gösteri yapabilecek durumda.

‘Muhteşem Danton ve Genç Arthur’un İnanılmaz Hikâyesi’ni yazan ve yöneten Volkan Yosunlu ile Alper Baytekin işe illüzyon gösterisini de içine alabilecek bir oyun yazarak girişmişler. Oluşturdukları metin, tutku, kıskançlık, ölüm gibi temel dramatik öğeleri içeren, sağlam, tutarlı, inandırıcı bir öykü…

Sahnelemeye giriştiklerinde, bir yandan hikâyeye ikilinin en etkileyici gösterilerinden bir seçki katmışlar, diğer yandan da gösteriyi bir dansçı ekibiyle zenginleştirmeye çalışmışlar.

Sahnelemeye ve oyunculuklara büyük önem vermişler. Oyun akışını ve sahne trafiğini düzenlerken, illüzyon gösterilerini ve öyküyü, Ertürk Erkek’in keyifle üstlendiği, oradan oraya koşuşturan, tabela taşıyan, neredeyse konuşmasız bir karakterle bağlamışlar. Begüm Canbulatoğlu, Emre Karaköse, Furkan Tarakçı, Gizem Topal, Onur Yıldırım, Volkan Şafak, Zeynep Velidedeoğlu uyumlu bir dansçı ekibi olarak çok başarılı.

İllüzyonist, yanılsama anlamına gelen illüzyon sözcüğünden türetilmiş. Oyunculuk da izleyiciyi bir yanılsamaya inandırmak olduğu için, aktörle illüzyonist bir yerde akraba sayılırlar. ‘Stand-up Magic’den de deneyimli olan Burak Sanlı ile Kıvanç Özkönü, Danton ve Arthur olarak çok iyiler. Gürhan Elmalıoğlu ile Şeyma Cengiz de onlara rahatlıkla ayak uyduruyor.

Sonuçta karşımızda, ışık tasarımını Alev Topal’ın, kostüm tasarımını Buket Engin’in, görsel tasarımını Tutku Bulut Beyaz’ın, müzik danışmanlığını Burak Ergenç ve Çağla Şeker’in, hareket düzeni ve koreografiyi Ammar Adiloğlu’nun üstlendiği, hem müthiş sihir numaraları hem teatral boyutu olan ilginç ve keyifli bir interaktif gösteri var.

Kaçırmayın derim.
24 Şubat 17.00,  25 Şubat, 9, 30 Mart 20.30 ve sezon boyunca DasDas Tiyatro’da. 

Hepinize iyi seyirler dilerim.

 


Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün