İslâmın Altın Çağı’nda Yetişen Musa İbn Meymun (Maimonides) ve İman Kuralları

Maimonides’in yaşamı ve felsefesi

Yusuf BESALEL Kavram
23 Ocak 2019 Çarşamba

İman esaslarını Arapça kaleme alan İbn Meymun’un esasları açıklarken İslâmî kavramları sıklıkla kullandığı görülmekte. Bazı araştırmacılar, İbn Meymun’un ‘Delâletül-Hâirin’ adlı eserini ise on üç maddelik iman esaslarının üç ana grupta mütalaa edilmiş hali olarak görmekte. Bu üç bölümden ilki Tanrı ile ilgilidir. İkinci bölümde İbn Meymun peygamberlik, vahiy ve Hz. Musa’nın peygamberliğini işlemekte; üçüncü bölümde ise mükâfat, ceza, Tanrı’nın yaratılmışlarının eylemlerini bilmesi ve kader gibi konuları ele almaktadır.  

 İbn Meymun, listesine aldığı esaslara iman etmenin, İsrailoğulları topluluğuna dâhil olmak için şart olduğunu belirtmiştir. Ona göre bu esaslardan birine inanmayan bir Yahudi, İsrailoğulları topluluğundan çıkar ve dinin esasını inkâr etmiş (kofer ‘be-ikkar’) olur. Gene İbn Meymun’a atfedilen ve “Ani Maamin be-Emuna Şelema” (tam bir inançla inanırım ki) şeklinde meşhur olan ‘amentü’ ise İbn Meymun’a ait olmayıp, onun listesinin daha sonraki asırlarda şiir şeklinde formüle edilmişidir.

İbn Meymun’u iman esasları listesini hazırlamaya iten neden nedir?

1) İbn Meymun, bu listeyi gelecek dünyadan nasibi olmayanların zikredildiği Mişna cümlesini şerh ederken sıralamaktadır.

2) Yahudi halkını eğitmek amacını gütmüş olabilir.

3) İslâm’a ve Hıristiyanlığa reddiye göndermesi yapmak istemiş olabilir. Öte yandan bazı kaynakların naklettiğine göre başta Bâbil Gaonları (Yahudi cemaatleri dini liderleri), İbn Meymun’u ölülerin diriltileceğine inanmamakla suçlamışlardır. İbn Meymun, kendisine yöneltilen bu eleştirilere cevap niteliğinde 1191 yılında “Makale Thiyat Ha-Metim” (Ölülerin Diriltilmesi Hakkında Risale) adıyla bir çalışma kaleme almıştır.  İbn Meymun’un eserlerinin geneline bakıldığında, ölülerin bedenen diriltilmesinden ziyade ahiret inancına vurgu yaptığı görülmektedir. Sonuçta bütün eleştirilere ve alternatif liste düzenlemelerine karşın İbn Meymun’un listesi günümüzde en fazla kabul görmektedir…

 ‘Yahudilikte İman Esasları’ adlı daha önceki makalemizde zikredilen kurallara kısaca değinmek istersek:

Birinci Kaide: Şanı yüce Yaratıcı’nın varlığıdır. Varlığın en mükemmel haliyle mevcut olan O, bütün mevcut olanın nedenidir. Şayet O’nun mevcudiyetini kaldırdığımızı varsaysak, mevcut olan bütün her şeyin varlığı biter…

İkinci Kaide: Yaratıcı’nın birliğidir. Her şeyin kaynağı O, tek olan İlâh’tır. O, herhangi bir yönden birliği hiçbir şeye benzemeyen ‘bir’dir.

Üçüncü Kaide: Yaratıcı’nın cismaniyetini reddetmektedir. Başka bir deyimle ‘bir Olan’ın cisimsel niteliği yoktur.

Dördüncü Kaide: ‘Kadim’ olarak vasıflandırılan ‘bir’dir; başlangıcının öncesi yoktur. Bu bağlamda âlem Yaratıcı’nın mevcudiyetine kesin bir delildir.

Beşinci Kaide: Yaratıcı’nın kendisine ibadet edilmesi yüceltilmesi ve itaat edilmesi gerekir. Bu itaat, varlık âleminde bulunan yıldızlara, meleklere, gök cisimlerine, elementlere ve onları oluşturan şeylere yapılamaz.

Altıncı Kaide: Peygamberlik ile ilgilidir. İnsan nesli içinde çok yüksek bir ruhsal yapıya ve olgunluğa sahip kişiler mevcuttur. Nefisleri gelişir ve akıl suretini alarak insanlara feyizler akıtır. Bunlar, peygamberlerdir.

Yedinci Kaide: Hazret-i Musa’nın peygamberliğidir. Onun kendisinden önceki ve sonraki peygamberlerin en büyüğü olduğuna inanılmalıdır… O, gelmiş ve gelecek bütün insanlar arasında Tanrı’yı en fazla idrak edendir ve hatta melekler âleminin derecelerine de ulaşmıştır. Musa, başka peygamberlerde olduğu gibi Tanrı ile aracı vasıtasıyla değil ‘yüz yüze’ konuşmuştur; Tanrı ile bir vizyon sayesinde değil, O’nun kendisine ettiği vesilelerde konuşmuştur. Musa bir melek aracılığı ile heyecan duyarak değil, Tanrı ile ‘iki arkadaş’ gibi yüz yüze konuşmuştur. Nihayet bütün peygamberlere vahiy, Tanrı’nın isteği ile gelir. Musa ise, dilediğinde, kavmine Tanrı’nın duyurusunu beklemelerini söylerdi.

Sekizinci Kaide: Şuna inanmalıdır ki, bugün elimizde bulunan Tevrat’ın tamamı Musa’ya indirilen Tevrat’tır ve tamamı da Tanrı’dandır. Musa, yazıcı konumunda olup, kendisine söylenen her şeyi kaydeder. Yaratıcı’nın Tevratı’nın tamamı bütündür, kutsaldır ve doğrudur.

Dokuzuncu Kaide: Musa’nın şeriatı değiştirilemeyecektir; Tanrı tarafından başka bir şeriat gönderilmeyecek ve ne ayetlerde, ne de yorumlarında bir artma ve eksilme olmayacaktır.

Onuncu Kaide: Yaratıcı, insanların bütün eylemlerini bilir ve onları göz ardı etmez; nitekim insanların kötülüklerini ve günahlarını cezalandırır.

On birinci Kaide: Yaratıcı, Tevrat’ın emirlerini yerine getirenleri ödüllendirecek, yasaklarını yapanları cezalandıracaktır. Tanrı’nın emirlerine uyanın ödülü öteki dünya olacaktır fakat yasaklarına uymayanların en şiddetli cezası da “yok olmak”, ahretten nasiplenememektir.

On ikinci Kaide: Mesih’in geleceğine iman etmek ve onaylamaktır. Ne zaman geleceğini saptamak mümkün değildir ama O’nu beklemek şarttır; bu kaideye uymamak, Tevrat’ı yalanlamak olur. Bu bağlamda İsrail’de Mesih, Davut ve Süleyman’ın neslinden gelecektir.

On üçüncü Kaide: Ölülerin dirilmesi ve ruhun ölümsüzlüğü hakkındadır1.

Musa İbn Meymun, iman esaslarını sıralarken ‘Tora’nın temeli’ ifadesini değil, Arapça ‘kaide’ ve ‘asl’ terimlerini kullandı. Belirlemiş olduğu iman kaideleri aslında kendisinden önce oluşturulmuş ilkelerden yahut Yahudi düşüncesinde felsefi zeminde dile getirilmeye çalışılmış kurgulardan pek de farklı değildir. Bu ilkelerin oluşturulma sebebine dair kendisi herhangi bir bilgi vermemiştir. Ancak sonraki düşünürler tarafından bu konuda çeşitli görüşler ortaya atıldı. Örneğin Yitshak ben Yehuda Abravanel (Ö. 1508), ‘Roş Emana’ başlıklı çalışmasında bunun pedagojik açıdan gerekli olduğunu dile getirmekteydi. Solomon Schecter (Ö. 1915), iman esaslarının Hıristiyanlık ve İslâm’ı taklitten ortaya çıktığını ve filozofun, diğer iman esasları iddialarına karşı bir protesto niyetinde bunu kaleme aldığını ileri sürdü. David Neumark (Ö. 1924) ise, onun bu çabasını, Hıristiyanlık ve İslâm’a karşı yazılmış bir cevap olarak değerlendirir. Kalner ise, İbn Meymun’un  ‘Delâletül-Hâirîn’ isimli çalışmasında, Tanrı’nın şekilsizliği konusundaki yanlış fikirlerin izale edilmesi gerektiğini belirttiğini ve bunun için ilkeler saptadığını ve Alaha (Yahudi dini hukuku) hakkında doğru inançlara ulaşılması için de bu yola başvurduğunu belirtir2.

Maimonides tarafından yazılan ve 13 iman prensibini açıklayan 13 Emunot, ‘Yigdal’ (‘O muhteşemdir’) cümlesi ile başlar. 14. yüzyılın ilk yarısında Roma’da cemaat lideri görevi yapan Daniel B. Yuda, 13 Emunot’u şiirleştiren Yigdal ilâhisini yazdı. Bu, ilâhi ölçü ile yazılmış ve tek ritim ile söylenen bir şiirdir ve dua kitabına girmiştir. Aşkenaz ritüelinde Şahrit (Sabah) duasında yer alan Yigdal, Sefarad, Yemen ve İtalyan ritüelinde cuma günleri ve bayram ritüelindeki akşam duaları esnasında yer alır. 

Maimonides’in yaşamı ve felsefesi

 Bu vesile ile Maimonides’in yaşamı ve felsefesine değinmek gerekir. 1135’te Kordova’da doğan Moşe Maimonides (Rambam veya Moşe Ben Maimon), Araplar arasında Ebu Musa bin Maimun Obaid Allah olarak çağrılmıştı; çağının bütün bilimlerini kendinde toplamış bir matematikçi, gökbilimci, doktor, dilbilimci, büyük bir filozof ve görkemli bir Talmudist’ti. Maimonides, Endülüs’te yaşama şansını elde etmişti. İslâm tarihçileri, Hakem-2 zamanında değişik ülkelerin edebî yapıtlarını hemen ülkeye getiriyorlardı. İslâm’ın bu ‘altın çağında’ saray kütüphanesinde 400.000 kitap bulunuyordu. Arapların bu devirdeki hoşgörüsüne uygar çağlarda bile rastlamak mümkün değildir. Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar aynı dili konuşur ve beraberce bilimsel ve edebî etkinliklere katılırlardı. Ancak 13 yaşındayken bağnaz Muvahhitler, Kordova’yı ve Halife’nin sarayını yağmalamış, kitaplığı yakmışlar ve 2’inci yüzyıldan beri orada yaşayan ve Vizigotların işkencesinden Araplar sayesinde kurtulan Yahudiler, göçe zorlanmıştı. 1158’de Maimonides, Mişna hakkındaki dev eserine başladı. Bu eserde ünlü bilgin, Mişna uzmanlarının bilim açısından zengin olduklarını, ahlakla ilgili düşüncelerinin doğru olduğunu ve Tanrı hakkında felsefi bir görüşleri olduğunu belirtir.

Maimonides burada tüm dinsel ve din dışı bilgileri sindirdikten sonra, ailesiyle Fas’ın Fez kentine göç etti. Ancak burada da Muvahhitlerin din değiştirmeye yönelik baskıları sürüyordu; Maimonides 1165 yılında Filistin’e göç etti, Akko ile Kudüs’ü ziyaret etti, daha sonra da Mısır’a yerleşti ve Fustat kentinde Sultan Selâhaddin’in sarayına doktor oldu. Burada Talmud’u yeni baştan gözden geçiren en önemli eseri ‘Mişne Tora’ adlı eserin giriş bölümünü bitirdi. Maimonides, her şeyi mantık çerçevesinde yapılandırmayı biliyordu ve düzenli ve açıktı. Onun için ona ‘Yahudi Aristotles’ adı verildi. Dine katkıları nedeniyle de Maimonides, ‘Rabilerin Rehberi’, ‘İsrael’in Işığı’ gibi sıfatlara lâyık görüldü. Toleranslı görüşlerine rağmen, özellikle bedenin yeniden canlanma düşüncesi saldırılara uğradı. Maimonides’in önemli eserlerinden bir diğeri olan ‘More Nevuhim’ (Kaybolmuşların Rehberi) ise, ana düşüncesi itibarıyla aklın üstünlüğünü ortaya çıkarmayı hedefler. Filozofa göre insanı hayvandan ayıran, akıl ve sezgi gücü olarak kısaca felsefi bazda tanımlanabilen anlığıdır. Her insanın ruhu, ancak tüm yetenekleri gelişip devinim biçimine girince ölümsüzleşir. Tanrı’yı sürekli olarak düşünen insan ruhudur. Bir insan, bedenine uygun olduğundan, çok okuduğundan veya soyut çaba gösterdiğinden Tanrısal eşini kabul ederse, Tanrı onu daha çok korur. Çünkü iyilik ve akıl yakındır. Tanrı’nın nedeniyse, kendi içindedir ve Tanrı’nın yapıtlarını tanımak da Tanrı’yı tanımayı kolaylaştırır. Maimonides, evrenin Tanrı’nın istemi ile mi kurulduğu hususunu araştırırken, bu konuda yanıt arayan tüm Arap felsefesini okur: Evren’i kesin ve saf bir hiçlikten yaratan Tanrı’dır ve bu evren için tek Tanrı vardır. Evrenin veriş tarzı, Tanrı’ya benzer bir şekilde ve iyilik dağıtıcıdır.

Yahudi felsefesi, Yunan halkı ile olan ilişkisi ve Ortaçağ’ın ünlü Yahudi din bilimcilerinin, Aristotles’in Arapçaya çevrilmiş yapıtlarının etkisinde kalarak gelişmişse de; Tora’nın açıklanmasından itibaren Yazılı Tora ile birlikte Sözlü bir geleneğin iletilmesiyle beraber gerçek bir Yahudi felsefesi olduğu da kesindir. Nitekim İbn Reşit, Yahudilerin içinden birçok düşünürün çıktığını söyler. Maimonides de, Talmud’da Tora’nın gizemli felsefi çekirdeklerinin mevcudiyetinden bahseder: Aristotles’e göre dünyanın eskiden beri var olduğunu kabul etmek gerekir. Hâlbuki Maimonides’e göre Tevrat’ın belirttiği gibi dünya Tanrı’nın istemiyle belirli bir amaçla yaratılmıştır ve bir kişinin nitelikleri ne olursa olsun, iyi bir insan olması gerekir. Ancak bilgisiz bir insan da peygamber olamaz ve bir peygamberin, gerçekleşmemiş şeyleri fizik ötesi bir yetenekle sezebilmesi gerekir. Acıların büyük bir kısmı, insanın kendi kötülüklerinden, bilgisizliğinden ve bilim eksikliğinden ötürüdür.

    Maimonides’in yapıtları, tüm eleştirilere karşın Yahudi düşüncesi için sonsuz bir kaynak olmuştur. Ayrıca kendisi tam bir hümanisttir. Tüm dinlere tolerans ile yaklaşmıştır. Ünlü bir tıp adamı olmasının yanı sıra, çağdaş bir Arap ozanı olan Al Sait İbn Sina’nın tabiriyle, Maimonides’in sanatı hem bedeni, hem ruhu iyileştirir. Acı çekenler, Maimonides’te bir babalık, bir şefkat bulurlar. Maimonides, Fustat’ta Aralık 1204’te öldü. Kentteki Yahudi ve Müslümanlar, Maimonides’in ölümü üzerine üç günlük yas ilan ettiler; kabri Tiberias’tadır3.

Maimonides’in en fazla eleştirilmiş olan görüşü, ölümden sonraki yaşam ve ölülerin dirilmesi hakkındakidir; Ancak ‘Rehber’inde yeniden dirilme hakkında fazla bir bahis olmadığı gibi, öte âlem olsa olsa bir onursal makamdır. Maimonides öte âleme fazla değinmemekte ve bu âlemi Kutsal Kitap’taki değinmeler çerçevesinde yaşayanları olan bir tür mekân gibi görüp görmediği belirsizdir. Dolayısıyla da Maimonides’in felsefi çalışmasında fazla değinmemeye gayret ettiği bu konunun, yorumcular ve dini otoriteler tarafından ele alınıp onun dine karşı yaklaşımına saldırmalarını müşahede etmek te hayret verici olmamalıdır. Ancak dünyanın yaratılışı nasıl bir mucizeyse, diriliş de neden bir mucize olmamalıdır? Maimonides bu konudaki güçlüğün, bir ispat tablosunun noksanlığından kaynaklandığını ve kişisel ve peygambersel deneyimlerle sınırlandığını dile getirmekte.

 

1 İbn Meymun’a Göre Yahudilikte İman Esasları, Yasin Meral, Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, 52: 2 (2011), S. 243- 266.

2 Yahudi İman Esasları, Ravza Aydın, Sakarya Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: XIV, Sayı: 25 (202/ 1), S. 189- 210.

3 Yahudilik Ansiklopedisi, Cilt 2, Yusuf Besalel, S. 374- 379, Gözlem Gazetecilik, 2001.

Moses Maimonides, Oliver Leaman, S. 115- 116, Rutledge, 1990.

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün