İsyankâr S. Lee HÂLÂ KIZGIN

Spike Lee’nin Cannes’dan Büyük Ödüllü ‘BLACKKKLANSMAN’ı Oscar’ın en güçlü adayı

Viktor APALAÇİ Sanat
3 Ekim 2018 Çarşamba

Emekli zenci polis Ron Stallworth’un otobiyografik romanını sinemaya taşıyan Lee, zenci haklarının 7. sanattaki yılmaz, yorulmaz savunucusu olduğunu kanıtlıyor. Irkçılığın tavan yaptığı 70’li yıllarda yaşanmış bir olaydan yola çıkan film, Amerika’da günümüzde de süren ırkçılığı gözler önüne sermek için sağlam bir fırsatı değerlendiriyor. Gençlik yıllarının heyecanını ve kızgınlığını koruyan Lee (61), bu son filmiyle donanımlı, zeki, esprili, kararlı, mücadeleci ve radikal fikirli kişiliğini gün ışığına çıkarıyor. Yönetmenin mizahi üslubu, dönem atmosferi yaratmadaki becerisi, ‘BlacKkKlansman’ı birinci sınıf bir politik film yapıyor.

Afrikalı- Amerikalı sinemasının önde gelen isimlerinden Spike Lee’nin ‘Karanlıkla Karşı Karşıya/BlacKkKlansman’ı 2019 Oscar Ödüllerinin en kuvvetli adayı oldu.

Son Cannes Film Festivali’nde, Cate Blanchett başkanlığındaki jüri, Japon filmi ‘Arakçılar’a Altın Palmiye’yi verip, Büyük Ödül ile Spike Lee’yi ikinci sıraya itmişti.

Cannes’a 27 yıl aradan sonra görkemli bir dönüş yapan, Afro- Amerikan halkın sinemadaki sözcüsü S. Lee, bu müthiş suç komedisinde, zenci haklarının 7. sanattaki yılmaz, yorulmaz savunucusu olduğunu kanıtlıyor.

Irkçılık tartışmalarının yaşandığı 70’li yıllarda, yaşanmış bir olaydan yola çıkan S. Lee, Amerika’da günümüzde de süren ırkçılığı gözler önüne sermek için sağlam bir fırsatı değerlendiriyor.

Gençlik yıllarının heyecanını ve kızgınlığını koruyan S. Lee (61), bu son filmiyle donanımlı, zeki, esprili, kararlı, mücadeleci ve radikal fikirli kişiliğini gün ışığına çıkarıyor.

Yönetmenin mizahi üslubu, dönem atmosferi yansıtmadaki becerisi, günümüzün yüz karası ırkçılığın hâlâ sürdüğünü göstermek için kullandığı yöntemin etkileyiciliği ‘Blackkklansman’ı birinci sınıf bir politik film yapıyor.

Cannes Festivali’nde bulunduğu günlerde Donald Trump’a ve uyguladığı politikaya ateş püsküren S. Lee, 2017’deki Charlottesville katliamının arşiv görüntülerine yer verdiği final sekansıyla, izleyicisinin yüreğine hitap etmedeki becerisini sergiliyor.

Cannes jürisinin filme hak ettiği Altın Palmiye’yi esirgemesi, sadece filmin militan içeriğine tavır koymalarıyla izah edilebilir. Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademi üyelerinin Oscar dağıtımında S. Lee’nin filmine karşı takınacakları tavrı merak ediyorum.

Emekli polis Ron Stallworth’un otobiyografik romanından alınan filmin senaryosunda, Spike Lee’nin de aralarında bulunduğu dörtlü bir ekibin imzası var.

Film, 70’li yıllarda Clorado Springs’de Ku Klux Klan örgütüne sızmayı başaran zenci polis Ron Stallworth (John Davis Washington) ile Yahudi meslektaşı Flip Zimmerman’ın (Adam Driver), beş ay süren inanılmaz macerasını anlatıyor. 1970’lerde, siyahi hareketle birlikte ırkçılığın da güçlü olduğu yıllarda, Afrika kökenli Ron, Colorado Springs polisindeki ilk siyahi memur olmayı başarmıştı. Çiçeği burnunda polis memuru Ron, arşivdeki görevinden bunalınca amirlerine yaptığı görev değişikliği talebi kabul görür. Henüz çaylak olmasına rağmen, Ron çok zorlu bir göreve girişir.

Ron, eyalette terör estiren, gücü frenlenemeyen, politikacılar tarafından desteklenen, beyaz ırkın üstünlüğünü savunan, Yahudi ve zencilerden nefret eden Ku Klux Klan örgütünün liderlerinden David Duke (Topher Grace) ile telefonla iletişime geçerek örgüte sızmayı başarır.

KU KLUX KLAN’A SAVAŞ AÇAN İKİ POLİS

Kendisini zencilerden nefret eden bir beyaz olarak tanıtan Ron’un, yüz yüze görüşülmesi gereken durumlar için beyaz olan bir Ron’a ihtiyaç ortaya çıkar.

Bu görev için bulunan polis memuru Flip, üzerindeki gizli mikrofonuyla tanışma toplantısına gider, kısa zamanda lider grubunun güvenini kazanır. Kurdukları şeytani plan tıkır tıkır işler, örgütün zenci protestocuların kadın lideri Patrice’e (Laura Harrier) hazırladığı bombalı saldırının önüne geçerler.

Film, geçen yıl dünyayı meşgul eden Charlottesville olaylarında, Ku Klux Klan’ın günümüzdeki mirasçılarının genç bir kadını öldürdükleri bir mitingden arşiv görüntülerini de içeren etkileyici bir final sekansıyla noktalanır. ‘Karanlıkla Karşı Karşıya’ bu olayın yıldönümü olan ağustosta ABD’de vizyona girdi.

Bilinen militan tavrıyla Spike Lee, Michael Moore’un ülkesi politikacılarının ipliğini pazara çıkaran belgeselleriyle, Quentin Tarantino’nun ‘Jackie Brown’ filmi tadında bir yapıta imzasını atmış.

Başlığında Ku Klux Klan’ın üç ‘k’ harfini barındıran ‘BlacKkKlansman’, günümüzde ırkçılığa karşı verilen mücadeleye de ışık tutuyor. Donald Trump’ın politikasına ateş püsküren S. Lee, Cannes’daki basın toplantısında;

“Adını ağzıma bile almak istemiyorum. Bu adamın nükleer bir savaşın kodlarına sahip olduğunu ve bir atom bombası yollamak için sadece bir düğmeye basmasının yettiğini düşündükçe, sırtımda soğuk terler birikiyor” demişti.

Irkçı politikacıların desteğini arkasına alarak adeta dokunulmazlık kazanan Ku Klux Klan tarihine vurulan en büyük darbelerden birini sinemaya taşıyan ‘Karanlıkla Karşı Karşıya’, günümüzde tırmanan zenci ayrımcılığı yanında antisemitizm ile mücadeleye de destek veriyor.

Film, son yıllarda polisin sebebiyet verdiği zenci cinayetlerini de arşiv görüntüleriyle protesto ediyor. Spike Lee, filminin Cannes’daki basın toplantısında bu konuda;

“Hepinizi tek tek ülkenizden Müslümanlara ve göçmenlere yapılan uygulamalar üzerine düşünmeye davet ediyorum. Önümüzdeki sene ‘Do The Right Thing’in (bizde ‘Doğruyu Seç’ adıyla vizyona girmişti) 20. yıldönümünü kutlayacağız. Aradan geçen süre içerisinde zencilere tanınan sosyal haklarda bir düzelme olmadı” dedi.

 

 

IRKÇILIK VE ANTİSEMİTİZM KARŞITI FİLM

Spike Lee filminde, kurmaca ile arşiv görüntülerini harmanlayarak militarizmi eleştirirken, 70’li yılların filmlerine de saygı duruşunda bulunuyor.

S. Lee’nin bilinen ‘kızgın kişiliği’nden hiçbir şey kaybetmediğini kanıtlayan bu son film, yönetmenin suskun bir yanardağ gibi her an patlamalar yapabilen, Hollywood’un en isyankâr isimlerinden biri olduğunu kanıtlıyor.

Filmin tamamlanıp da montaj aşamasına gelindiğinde, Charlottesville’de katliamla neticelenen ayaklanma olayları gerçekleşmiş. S. Lee filminin sonuna Charlottesville görüntülerini, mesajını desteklediği düşünesiyle ilave etmiş.
Spike Lee, Gala dergisinde yapılan bir söyleşide, “Tehlikeli bilinen Ku Klux Klan’ı filminizde salak yerine koyuyorsunuz” değerlendirmesine; “ABD’nin soykırım ve kölelik sonrası kurulduğu göz önünde bulundurulursa, Ku Klux Klan’ın cüretini anlamak mümkün” cevabını veriyor.

“Filminizde Trump’a savaş mı ilan ediyorsunuz?” sorusuna, ironik bir yaklaşımla Lee; “Hayır, çünkü kendisi nükleer savaşı başlatacak şifreleri elinde bulunduruyor” cevabını veriyor.

Spike Lee, kariyerinin ilk dönem filmlerinden ‘Malcom X’te dünyanın en etkili Afro-Amerikan hatiplerinden, insan hakları savunucusu, 1965’te suikast sonucu öldürülen Müslüman siyasetçi Malcom X’in (Hacı Malik El-Şahbaz) biyografik öyküsünü anlatmıştı.

O filmde Malcom X’i canlandıran Denzel Washington’un sekiz yaşındaki oğlu John David, politikacının oğlunu oynamıştı. Aynı John David Washington, 29 yıl aradan sonra ‘BlacKkKlansman’da ırkçılara kazık atan zenci polis Ron’u canlandırıyor. 

 

Film kurmaca ile arşiv görüntülerini ustaca harmanlıyor

Colorado Springs emniyetine polis olmak için başvuran zenci Ron Stallworth’la yapılan mülakat ile başlayan filmin iki kadın kahramanı da var.

Ku Klux Klan ile mücadele etmek için örgütlenen zencilerin kadın lideri Patrice Dumas (Laura Harrier) ile onu öldürmek için evine bomba yerleştirme işini üstlenen ırkçı örgütün azgın, şişman militanı Connie Kendrickson (Ashlie Atkinson).

Patrice, zenci aktivistleri gizlice takip eden polis Ron ile inişli çıkışlı bir aşk macerası yaşarken, Connie, örgütün en faşist militanı olma yolunda engel tanımıyor.

Oyuncu kadrosuna gelince… Son yıllarda Hollywood’un yükselen değeri Adam Driver, Yahudi polis Flip’i bilinen rahatlığı içinde ustaca canlandırıyor. Gus Van Sant’ın ‘Paterson’ ve Martin Scorsese’nin ‘Silence’ından sonra, Adam Driver, Cannes’ın kapanışını yapan ‘Don Kişot’u Öldüren Adam’ filminin baş aktörüydü.

Yakışıklı aktör John David Washington, kariyerindeki bu ilk başrol ile sinemaya parlak bir başlangıç yapıyor. Geçen yıl ‘Örümcek Adam’ ile sinemada şans arayan genç zenci aktris Laura Harrier, zenci lider Patrice’de, Topher Grace, ırkçı örgüt lideri Devin’de, yeminli zenci düşmanı Connie’de Ashlie Atkinson, ünlü aktör Steve Buscemi’nin kardeşi, Michael Joseph Buscemi polis Jimmy’de başarılı kompozisyonlar çiziyorlar.

Ama oyuncu kadrosundaki en büyük sürpriz 91 yaşındaki Harry Belafonte’den geliyor. Ünlü şarkıcı- aktör, Jerome Turner’i oynadığı kısa rolünde, linç edilmiş bir arkadaşının gerçek hayat öyküsünü anlatıyor.