Paradan kaçış ve durgunluk tehdidi

Prof. Dr. Sema KALAYCIOĞLU Ekonomi
24 Kasım 2021 Çarşamba

The Economist dergisinin son sayısında[1] yayınlanan mali veriler arasında hayli dikkat çekici olanlar var. Yılın ikinci çeyreği itibarı ile çift haneli büyümede rekoru Peru yakalamış. Peru’dan sonra sıradaki en yüksek büyüme sırasıyla Türkiye, Hindistan, Şili ve Yunanistan’a ait. Aşağıdaki tabloda yer alan 12 ülkenin ikinci çeyrek yüksek büyüme performansları elbette yılsonu değerine aynı şekilde yansımayacak. Ama hepsinde pandemi kapanma döneminden sonraki kapasite kullanım artışının etkisini hissetmek mümkün. Tabii veriler doğru ise.

Ülke

2. Çeyrek Büyüme %

Enflasyon %

İşsizlik %

Cari Açık-Fazla /GSYİH %

Bütçe açıkları/GSYİH%

Ulusal Paranın bir yıllık değer kaybı/artışı %

Avusturya

12.8

  3.7

 7.4

+2.2

-7.4

  -4.5

Arjantin

17.9

52.1

 9.6

+1.7

-4.6

-20.3

Brezilya

12.4

10.7

13.2

+0.5

-6.5

  -2.5

Güney Afrika

19.3

  5.1

34.4

+1.8

-8.5

  -0.5

Danimarka

10.0

  3.0

 3.3

+7.5

-0.3

   -4.5

Hindistan

20.1

  4.5

 7.8

-0.9     

-7.0

  +0.3

Kanada

12.7

  4.7

 6.7

-2.3

-9.5

  +4.0

Peru

41.9

  5.8

 8.6

-3.4

-4.4

   -9.5

Polonya

10.8

  6.8

 5.5

 2.1

-6.7

  -8.2

Şili

18.1

  6.0

 8.4

-1.8

-7.1

  -6.9

Türkiye

21.7

19.9

11.1

-3.0

-3.2

-27. 5

Yunanistan

16.4

  3.4

13.3

-4.4

-9.6

  -4. 5

 

[1] The Economist (19.11.2021)

Rakamların Gerçeklik Testi

Verilerin hepsi nominal. Bunların reel yani gerçek değerlerini tartmak için listedeki ülkelerin geçen yıldan bu yana enflasyon değerlerindeki değişmeye bakmak gerek. Listenin enflasyon rekortmeni Arjantin, hemen arkasında Türkiye ve Brezilya var. Bu durumda bu üç ülkenin 2021 yılı ikinci çeyrek veya yılsonu itibarı ile açıklanacak ekonomik büyümelerinde enflasyonun başat bir rolü olduğunu kabul etmek zorundayız. Tabii Türkiye ekonomisinin ikinci çeyrek için açıklanan yüzde 21,7’lik nominal büyümesi ve hatta yılsonu tahmini olarak açıklanan yüzde 8 büyüme beklentisi, siyasiler için böbürlenme nedeni. Ama bu ancak bilmeyene veya bu işten hiç anlamaya karşı yapılabilir. Çünkü bu enflasyonla şişmiş, şişirilmiş bir büyümedir. Üstelik hissedilen enflasyon yüzde 19,9’un çok üzerinde olduğuna göre, büyüme rakamının enflasyonist büyüme olmadığını söylemek akılla alay etmek olur. Ayrıca bu yaldızlı enflasyonist büyüme, büyük ölçüde yurt içi ve yurt dışı talep artışından değil, artan girdi maliyetleri nedeniyle ortaya çıkan maliyet enflasyonundan kaynaklanmaktadır. Üretimdeki ithal girdi payının büyüklüğü, ulusal para aşındıkça maliyetlerin artmasına neden olmakta, ithal girdi kullanmak zorunda olan üretici bundan doğrudan etkilenmektedir. Ne yazık ki TL’nin değer kaybının ihracata da pek faydası olamamaktadır.

Tablodaki cari açık (fazla) değerlerine yakından baktığımızda, Türkiye verileri aslında makul değerler olarak gözükmektedir. Keyfi rezerv kayıplarının ulusal para değeri üzerindeki yıpratıcı etkisini görmemek mümkün değil. Ancak nedeni ve hedefi belirsiz rezerv çarçurunun hesabın kamu ile mutlaka paylaşılması gerek. Açık finansmanı için mi harcandı? Ama neden? Türkiye zaten dalgalı kur sistemi uygulamıyor muydu? Bu nedenle Peru’nun bile gerisinde kalan cari açık /GSYH oranı, TCMB’nin, üstüne hiç vazife olmayan ‘cari açığı onarma’ tartışmasını iyiden iyiye anlamsız hale getirmekte. Bütçe açıklarına gelince, yine adeta hedeflenmiş yüzde 3,2’lik bir bütçe açık hedefi tutturmuş bir Türkiye görmekteyiz. Bu da bize aslında pandemi sırasında Türkiye’nin Avusturya, Danimarka ve hatta Yunanistan gibi kesenin ağzını neden ve nasıl açmadığını veya neden gerçek rakamları gizlediğini sorgulatmalı. Tabii açıklanan oranların gerçek olup olmadığını.

İdeolojik Faiz Takıntısının Tahribatı

TCMB’nin eli kolu bağlı. Yapması gerekeni yapmıyor, yapamıyor. Tükenen döviz rezervlerini yerine koymak ve belki içi oyulan Varlık Fonu kasasını doldurmak için cari açık hedefiyle uğraşıyor veya o izlenimi veriyor. Açıkçası havanda su dövüyor. Gevşek para politikası ile çözüm getireceğini sanıyor. Oysa verilen rakamların çok fevkinde seyreden maliyet artışı kaynaklı enflasyon, harcamaları mal ve hizmet piyasasına değil, güvenli yatırım olarak görülen dövize ve altına kaydırıyor. Bireyler ve kurumlar kendilerini güvence altına almak için, ulusal paradan kaçtıkça reel yatırım artışı beklemek hayal. Nitekim yatırım kararlarında dikkate alınan etkenlerden sadece biri olan faizin düşmesi yatırımları da arttırmıyor.  Bu nedenle üretim artmıyor veya artan üretim yüksek maliyetli üretim olduğu için Türkiye bir enflasyon/aşınan para sarmalının pençesinde hızla durgunluğa sürükleniyor. Durgunluk demek işsizlik demek. İşsizlik demek eve aş götürememek, kira, kredi borcu veya okul taksiti ödeyememek demek. Kredi borçlarının ödenememesi demek bankaların imlası veya hisselerinin değerlerinin çok altında el değiştirmesi demek. Faiz indirimleri devam ettikçe insanlar dişinden tırnağından arttırdığını dövize ve altına yatırmaya devam edeceği için enflasyonla el ele yürüyen durgunluk kaçılmaz olacaktır. Faiz indirimleri ile dışarıdan sermaye gelmesini beklemek te abesle iştigaldir. Çünkü Batı Avrupa ve ABD’de şu sıralar enerji ve yüksek teknoloji ürünlerindeki arz sıkıntısı nedeniyle yükselen enflasyon, FED ve Avrupa Merkez Bankasına faiz yükseltme ivmesi kazandıracaktır. Batı’da faizler yükselirse güvenilir cennetlere gitmeyi tercih edecek para neden Türkiye’ye gelsin ki?

Hoş, belki yükselen döviz kuru nedeniyle dışarıda parası olanların geri getirip çözmesi bekleniyordur. Ama şu sıralar spekülatif iştiha o kadar yüksek ki, bunun da etkisini beklemek beyhude. TCMB’nin, bir noktada artırmak zorunda kalacağı faiz ise geciken uygulama nedeniyle sadece sıcak para giriş-çıkışlarını hızlandırabilir. Bunun götürüsü ise getirisinden fazla olacaktır. Açıkçası suyu tersine akıtmaya çalışmak TCMB için tarihi bir hatadır. Böylesine önemli bir kurumu bu hataya sürüklemek için yapılan baskı ise, gaflet, dalalet, hatta günah. Yazık bu ülkenin kurumsal birikimine. Bugününe ve geleceğine konulan tehlikeli ipoteğe ise lanet olsun.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün