Bizde solun ´olan/olmayan´ tarihi

Hasan Bülent KAHRAMAN Perspektif
14 Temmuz 2021 Çarşamba

‘Dünya değişiyor’ sözü bana göre bir lapalissade’dır. Mösyö La Palice’ın mezar taşındaki kitabede, biliyorsunuz, “Burada Mösyö La Palice yatıyor/ Ölmeseydi hala kıskanılacaktı” yazılıydı ve yanlış okunmuştur. Fransızcadaki ‘envie’ (‘kıskanılmak’) sözcüğüyle hemen hemen aynı telaffuz edilen ‘en vie’ (yaşamda/yaşıyor’) sözcüklerinin karıştırılması neticesinde “Ölmeseydi hala yaşayacaktı” (Yeni moda Türkçeye göre ‘yaşıyor olacaktı’) şeklinde söylenince böyle yüzlerce birbirini tersleyen karşıtlardan oluşan cümle türetilmiştir. Dolayısıyla bilineni söylemek (eski tabirle ‘malumu ilam’ -‘ilan’ değil) ‘La Palice gerçeği’ olarak adlandırılır, felsefe ve mantık dünyasında. Bu anlayışla, ‘dünya değişiyor’ da bir Lapalissade’dır; çünkü, dünya, evet, zaten değişen bir şeydir.

Mesele bu değişimi kimin ve nasıl hazırladığıdır. Kısa yoldan cevap vereyim, erdemdir: Teknoloji. 

Siyasal ve toplumsal kuram bu konuyu çok irdelemiştir. Değişim sosyolojisi başlı başına bir çalışma alanıdır. Söz konusu alan bir ikili karşıtlığa cevap bulma çabasındadır ve bu karşıtlık ideoloji-teknoloji ayrımıdır. İdeoloji mi teknolojiyi belirler tersi mi cereyan eder? Mesele bugün için çözülmüştür. Teknoloji değişir, peşinden ideolojik dönüşüm gelir. Her ne kadar bazı sosyologlar zıddını iddia edip, teknolojik dönüşümü de önceleyen ve hazırlayan bir ideolojik dönüşümün mevcudiyetinden söz açmışlarsa da yanlıştır. Değişim teknolojiyle başlar.

Osmanlı’nın son dönemi bu bakımdan önemli bir laboratuvardır. Batı karşısında gerileyen imparatorluk askeri teknoloji ve onu üretecek kurumları ithal etmeye başladığında dramatik dönüşümü de ortaya çıkar. III. Selim’le başlayan ve sonradan Cumhuriyet reformları dediğimiz hemen tüm reformların da tasavvur edildiği II. Mahmud dönemi tamı tamına budur: teknoloji transferi yoluyla dönüşmek. Osmanlı istemese dahi bu dönüşümü yaşayacaktı. O da yaşadı, ardından gelen Türkiye Cumhuriyeti de.

***

Avrupa’da bu tarih çok daha özgündür ve bazı dramatik aşamalardan geçmiştir. Feodalizm ne zaman biter, kesin bir tarih vermek zor ama 18. yüzyılın ortasındaki icatların yepyeni bir dönemin kapısını açarak o dönemi nihayetine erdirdiği ortadadır. Benim için hala vazgeçilmez bir kaynak olan Woodward’ın The Age of Reform kitabı bu büyük farklılaşmayı 1815-1870 arasında ele alır ki, bütün Oxford tarihçileri gibi onun dile getirdikleri de doğrudur.

Teknolojik dönüşüm sadece feodaliteyi tüketmekle kalmadı, Sanayi Devrimini de başlattı. O zaman kurduğumuz denkleme göre yanında gelen ideoloji devrimi neydi diye düşünmek gerekir. Bu soru doğrudur ve o ideolojik yenilik sol düşüncenin ortaya çıkmasıdır. Hatırlayalım, 1848 yılı iki büyük olayla kendisini gösterir. Birincisi, Fransa’da patlayan Şubat Devrimidir. Bu hamle hızla tüm Avrupa’ya yayılmış, her ülke kendi ‘devri’ini yaşamıştır. İkincisi, bu o kadar önemli bir hamledir ki, Marks ve Engels aynı yıl Komünist Manifesto’yu kaleme alacaktır. İlk cümlesinin (‘Avrupa’nın üstünde dolaşan bir hayalet var: Komünizm hayaleti’) arkasındaki sır budur.

Yaklaşık 25 yıl sonra bu defa bu yıl 150. devriyesini andığımız Fransız Komününün patlamasıdır. Üç ay süren bu deneyim gene Avrupa bilincinde bir dönemeç teşkil eder. Bugün de komün tecrübesinden sağlanan ve kullanılabilecek bilgiler mevcuttur. (Açık Radyo bu konuda çok önemli bir seri program yapıyor. Meraklılarına tavsiye ederim.)

Bahsettiğimiz tarih bize yaşanan ideolojinin adını berrak bir şekilde koyuyor: sol! Evet, Avrupa tarihi 1848’den başlayarak bu minval üzere gelişir. (Elbette öncesi vardır. Bu satırları yazarken karşımda duran kitaplıkta, nefis ve eski Gallimard-Flammarion edisyonunu gördüğüm, Marks’ın kâbusu ve cevap olarak Felsefenin Sefaleti isimli kitabını yazdığı, Proudhon’un Mülkiyet Nedir isimli kitabının tarihi 1840’tır-daha da eskilere gitmeyelim.) Marks, “Dünyanın tüm işçileri birleşiniz” derken kendi mantığı açısından sonuna kadar haklıydı.

Nitekim Avrupa sol partileri bu çizgide ve hemen kuruldu. Donald Sasson 1996’da kitabını yayınladığında ona Sosyalizmin Yüz Yılı adını vermişti. 100 yılı II. Enternasyonal’in kuruluş yılı onan 1889’la Berlin Duvarının çökertildiği 1989 arasına yaymıştı. O arada belirteyim, en eski partilerden biri olan Alman Sosyal Demokrat Parti 1863 yılında ortaya çıkmış, I. Enternasyonal 1848’de kurulmuştur. Kısacası teknoloji devrimi sol ideolojiyi doğurmuştur ve bugüne kadar devam eden bir tarihtir bu.

***

Böyle bir tarih, bilinenlerin tersine, büyük tarihçimiz Prof. Mete Tunçay’ın araştırmalarından olanca ayrıntısıyla öğrendiğimiz üzere bizde de mevcuttur. İkisi de madencilikle ilgili düzenlemeler getiren 1867 Dilaver Paşa Nizamnamesi ve 1869 tarihli Maadin (Madenler) Nizamnamesi dikkate alınırsa Osmanlı’daki sanayileşme ve işçilerin hak arayışı, haklarının düzenlenişi 19. yüzyıl ortalarına kadar geriye gidiyor. Ama ilk örgütlenme, eğer Ermenilerin Taşnak ve Hınçak partilerini saymazsak 1871 tarihli Ameleperver Cemiyeti’dir.

Herhalde bu gelişmede 1871 Komünü’nün bir etkisi vardı. Nitekim Kerim Sadi’den öğrendiğimize göre Komünden ilk haber Marks’tan ilk çeviriyle birlikte (adı, Karlo Marn olarak yazılmıştır) Terakkiperver gazetesinde yer alır. Size ilginç bir bilgi daha. O tarihlerde Namık Kemal İbret gazetesini yayınlamaktadır. Komün’ü diline dolar ve savunur. Eh, ‘ebed-müebbed’ devletimiz hemen Sadrazam Ali Paşa aracılığıyla bir yönerge yayınlayarak bu Komün meselesinin halk arasına sızmaması için gerekli tedbirlerin alınmasını ister.

Gene de ilk parti Osmanlı Sosyalist Fırkası’dır ve 1910’da kurulur. Onu 1919’da Türkiye Sosyalist Fırkası izler. O arada başka partiler de mevcuttur. Gökhan Kaya’nın kitabında incelediği Osmanlı Demokrat Fırkası (Fırka-i İbad) mesela 1909 tarihlidir ama sosyalist değildir. Bize II. Meşrutiyet döneminin ne kadar zengin bir siyaset ortamına sahip olduğunu bir daha kanıtlar. Bu siyaset sürerken öteki yanda da şimdi üniversitedeki odamın duvarında birer nüshasının bulunduğu birçok gazete ve dergi yayınlamıştır ki, bütün olarak Osmanlı sosyalist basını olarak değerlendirilir.

***

Erken dönem Cumhuriyet tarihinde de bu sosyalist hareketin izleri görülür ama dönem 1925 sonrası, o yıl çıkarılan Takrir-i Sükun kanunuyla büsbütün CHP (önce ‘Fırka’) hakimiyeti altına girmiştir. CHP’yi sol bir parti olarak kabul ediyoruz. Bense ona tarihsel ilerici parti diyorum yazdığım makale ve kitaplarda. Tarihsel ilericilik bağlamında soldur CHP, sosyalizm anlamında değil elbette. Bir dönem Sosyal Demokrat da dedik.

Oysa partiyi 1965’ten itibaren Ortanın Solu diyerek sola çeken Bülent Ecevit bizzat sosyal demokrat geçmişi reddetti, o hareketin Marksist kökenli olduğunu söyleyerek kendi kurduğu partiyi demokratik sol olarak nitelendirdi. İsmail Cem onun da aynı anlama geldiğini çok savunduysa da Ecevit ölene kadar ödün vermedi. Kısacası CHP bir yanda diğer sol/sosyalist partiler öteki yanda yer aldılar. Sadece radyodaki konuşmacılarının sesleri (mesela ‘işçiler, köylüler, marabalar’ diyerek başlayan Yaşar Kemal’in ve Çetin Altan’ın sesleri) kulağımda çınlayan Türkiye İşçi Partisinin mevcudiyeti bile başlı başına bir göstergedir.

Öteki iddialarını tartışmanın yeri burası değil ama Zülfü Livaneli’nin söylediklerini okuyunca, bu konuda onca yazı ve kitap yazmış biri olarak, ben bunları düşündüm.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün