“Soykırım bestecileri Nazilerin yok etme gücüne karşın, müziğe sahip çıktılar”

Holokost bestecileri konusunda yaptığı araştırma ve çalışmalarla düşünce sistemimize ´Pozitif Direnç´ kavramını yerleştiren, konserleri ve eğitimleri ile dünyanın dört bir yanında insanları bilgilendirmeyi amaçlayan, piyanist, besteci, soprano, müzik terapisti Renan Koen bu sefer de yepyeni bir eseri ile karşımızda.

Virna GÜMÜŞGERDAN Söyleşi
14 Temmuz 2021 Çarşamba

Renan Koen’in ‘Pozitif Direnç’ kitabı hem Türkçe hem de İngilizce olarak, Gözlem Kitap aracılığıyla okurlarla buluştu. Eserinde okurları hem tarihi süreçte bir yolculuğa çıkartan Koen, çalışmaları kapsamında deneyimlediği duygu dünyasını da satırlar aracılığıyla aktarıyor.

 

  Renan Koen                                                                         

Kitabın başında, Yahudi nefreti – antisemitizmin, tarihten neredeyse günümüze kadar gelen bir kronolojisi var. Bu bölüm bence önemli bir kaynak niteliğinde… görüyoruz ki, tarihin her döneminde, dünyanın her yerinde Yahudiler nefretin hedefi olmuşlar… Bu bölümü hazırlama süreci zorlu bir süreç miydi?

Bu gerçekten çok anlamlı bir soru. Çok yoğun duygulardan geçtim yazarken, sanat yazmaya başlamayı iple çektim. Sürekli bir karşı durma, eğilmez bükülmez bir nefret benliği karşısında insan ne yapsam boş duygusuna da kapılabiliyor. Ancak müziği ve sanatı hatırlayıp, bu iki alanın da dönüştürücü etkisini düşündükçe dengelenebildim az da olsa.

Varşova Gettosuna ayırdığın bir bölüm de var kitapta… Gettonun fiziksel imkansızlıklarına rağmen Yahudilerin eğitimden ve kültürel faaliyetlerden vazgeçmediğini belirtmişsin. Hatta Varşova Gettosunun dünyaya kazandırdığı sanatçılar bile olmuş. Biraz bunlardan bahseder misin?

Her getto ve kampta olduğu gibi kültürel yaşam hemen yeraltı faaliyetleri olarak başlamış buralarda. Müzikten hiç vazgeçmemiş, bilakis oralara hapsedilir hapsedilmez hemen, konserler ve müzikal buluşma geceleri vasıtasıyla kültürel faaliyetlere başlamışlar. En dikkatimi çeken şey de korkunç beslenme ve barınma şartlarına rağmen müziğin kalitesinden hiç ödün vermemiş olmaları. Günlükleri ve müzik eleştirilerini okuduğum zaman görüyorum ki daha önceki yaşam şartlarındaki kalite beklentisi ne ise oralarda da aynı seviye devam ettirilmiş. Öyle büyük bir disiplin ile yetiştirilmiş insanlar ki, bugün biz az yemek yedik ya da çalışacak vaktimiz olmadı gibi düşüncelerle hareket etmemiş. Varşova Gettosunda da birçok kıymetli sanatçı vardı, ben şimdilik gettonun yıldız ve genç piyanistin Josima Feldshuh’un yaşamı ve orada verdiği eserlere odaklandım. Zaman içinde diğer sanatçıların çalışmalarını da okur ve dinleyici ile buluşturacağım.

Soykırım’ı yaşamış ve büyük çoğunluğu hayatını kaybetmiş müzisyenlerin bazılarının hayatta olan akrabaları ile tanışma fırsatı bulduğunu gördüm. Bu nasıl bir duygu ve deneyim yarattı sende?

Bu tanışmaların duyguları ve düşünceleri çok boyutlu ve uzun zamana yayılan bir hazmetme sürecini içeriyor. Gerçekten katman katman çok derin. Araştırdıklarımın ve eserlerden yaptığım çıkarımların hepsinin doğru olması beni çok rahatlattı. Bana bu kadar minnet borcu içinde olmaları beni çok mahcup ediyor bir diğer yandan. Yaşamlarıyla bu deneyimi ödeyen onlar ve aileleri, yani ben ne yapıyorum ki bunun yanında diye hissediyorum hep.

II. Dünya Savaşı müzisyenleri alanındaki çalışmaların çoğunlukla Terezin Kampına yoğunlaşmış durumda? Neden Terezin?

Almanlaşmış adıyla Theresienstadt Getto ve Toplama Kampı ile başladım Holokost müziği araştırmalarıma. Yapım itibariyle hangi konuda olursa olsun, bir şeyi araştırıp öğrenmek istiyorsam gerçekten dibine kadar, tüm detaylarıyla ve zamanın da bunu beslemesine izin vererek yaparım yolculuğumu. Hemen öğrenip tüketmektense, içimdeki bu tohumu defalarca beslemeyi.

Bundan seneler önce, Theresienstadt’a hapsedilen sanatçıların yasak olsa da eserler vermeye devam ettiklerini öğrendiğimde çok etkilenmiştim. Bu engellenemez merak dolu etkilenme beni hemen orada yaşamış ve eserler vermiş bestecileri araştırmaya yöneltti. İlk başlarda Theresienstadt için hissettiğim şey, çok derin bir üzüntü duyduğum kapatılmışlık hissiydi. Fakat elime geçtikten sonra, eserleri inceleme ve yorumlama aşamasında anladım ki, bu kapatılmışlık gerçekliğinin içerisinde bestecilerin hayata olan bağlılıkları, hayata bağlılıklarının da ötesinde, orada yaşadıklarını gelecek nesillere müzik yolu ile aktarmak, müzik yolu ile belgelemek arzusu ve başarısı, her türlü engelin önüne geçmişti. Müzik eğitimleri sırasında aldıkları yüksek disiplin içeren formasyonları, Terezin Konsantrasyon Kampında yaşadıkları süre boyunca yüksek bir -benim deyimimle- Pozitif Dirence dönüşmüştü. Hayranı olduğum Zikmund Schul, Pavel Haas, Gideon Klein ve Viktor Ullmann’ın eserlerini derinlemesine incelediğim zaman gördüm ki, bu dört bestecinin her biri, kendilerini böylesine vahşet ve zorluklarla dolu bir ortamda tekrar tekrar her gün ve her dakika müzik yolu ile dönüştürebilmişlerdi. Hem yaşadıkları coğrafya itibariyle ailelerinden aldıkları disiplin, hem de her birinin ayrı ayrı aldığı; kendi dilini yaratmaya yönelik, aynı zamanda son derece katı ekollerin öğretilerini içeren eğitim ve bu eğitimin gerektirdiği disiplin, benim pozitif dirençlerini daha güçlü bir şekilde ortaya çıkartmış, savaşın ve Nazi Almanyası’nın yok etme gücüne karşın, kendilerine, müziğe ve yaşadıkları Theresienstadt’a sahip çıkarak, aralarındaki işbirliği ve dayanışmayı da her an güçlendirmişler.

Terezin müziği neden önemli? Terezin müziği bize neler anlatır?

Tüm bestecilerin, Auschwitz’e gönderilinceye veya Theresienstadt’ta hayatlarını kaybedinceye kadar her anlarında eser vermiş olmaları, her gün, her sabah yeni yaratımlara uyanmış olmaları, hiç vazgeçmeden, bu yaratım vesilesi ile oldukları ortam üzerinden kendilerini ifade ederek oluşturdukları tarihi belge içeren yeni form anlayışı üzerindeki çalışmaları ve bu formu mükemmel bir şekilde geliştirmiş olmaları çok etkileyici.

Ve bugün anlıyorum ki, bu bestecilere duyduğum derin hayranlık ve eserlerine duyduğum büyük sevgi; bu zorlu ortamda geliştirmiş oldukları Pozitif Dirençlerine, gerek yaşamsal gerek müzikal açıdan dönüşümlerinin sürekliliğine duyduğum sonsuz hayranlık ve saygıdan ileri geliyor. Zira, asırlardır süregelen tonal anlayıştan uzaklaşılıp atonal anlayışa, gerek 12 ton müziği, gerek kromatik müzik dizilerini, gerek çağdaşlarınca geliştirilen, her bestecinin kendi tonunu yarattığı ve bu ton ile yazılan eserler yoluyla geçilmekte olan yeni dönemde, her besteci de halen müzikal bir yazım anlayışı içinde son derece çağdaş olan kendi dillerini yaratabilmişlerdir.

Besteci Pavel Haas’ın üzerindeki saklanmış İbranice yazının deşifre edilmesiyle anlaşılmış, aslında şifresiyle Theresienstadt’ın ‘Kurtuluşu’ için olmasını arzu etmiş, fakat Theresienstadt’ın birinci ‘Kuruluş’ yıldönümü için bestelemiş olduğu, dayanışma için çok önemli bir eser olan ‘Erkekler Korosu’ için ‘Al Se Fod’ eseri, Gideon Klein’ın yine Theresienstadt’ta koro için bestelemiş olduğu ‘Spruch’ ve ‘PA’9 Piano Sonat’ı, Viktor Ullmann’ın ‘Theresienstadt Karalama Defteri’ diye nitelendirdiği ‘No:7 Piano Sonat’ı ve daha niceleri, döneminin çağdaş üslubunu, tonal anlayışla az rastlanır bir zerafet ve büyük bir ustalıkla yansıtmış. Bu yazım dilinin gelecek nesillere onların öğretim diliyle geçmemiş olması, Avrupa müzik tarihi için ne büyük kayıp! Avrupa müzik tarihinde ne büyük bir kesinti!  Çoğu zaman nota kağıdına bile yazılmamış bu çok önemli ve kıymetli eserler. O an yaşadıklarını notaların içine şifrelemeleri de tarihsel aktarımda bulunmaları eserlerin yüksek müzikal seviyesinin yanı sıra çok büyük bir başarı ve çok önemli.

Viktor Ullmann’ın orada yapılan ve yine seviyesine akıl durdurdan konserler üzerine yaydığı müzik eleştirileri, kabareler, müziğin haricinde yapılan tüm sanatsal çalışmalar, yazılan tiyatro oyunları, şiirler, günlükler, çocukların ve gençlerin yaptığı resimler, grafik çalışmalar, her şey ama her şeyin böylesine bir ortamda yeşermesi, ne büyük bir mucize ve yaşam arzusu seçimi!

Yaşam hikayelerini araştırıp öğrendiğin besteci ve müzisyenler arasında, seni şahsen en çok etkileyen kim oldu?

Bu çok zor bir soru. Çünkü hepsi kendi içinde ve kendi kattıklarıyla o kadar kıymetli ki. Bu besteciler ya da müzisyenler büyük bir vahşet ile öldürülmeselerdi de müzik dünyasına gerek kendi kişilikleri gerekse de engin bilgileri ve janrları ile kattıkları unsurlar bence paha biçilmez.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün