Refik Anadol ve son sergisi ´Makine Hatıraları-Uzay´ üzerine bir değerlendirme

Son zamanlarda sanat çevrelerinde sıklıkla isminden söz edilen bir isim Refik Anadol. Anadol´un son dönem çalışmaları ilk kez Türkiye´de sergileniyor. ´Makine Hatıraları: Uzay´ sergisi, 25 Nisan´a kadar Pilevneli Dolapdere Galerisinde sanatseverlerle buluşuyor.

Sanat
14 Nisan 2021 Çarşamba

Doç. Dr. Gonca Uncu

Refik Anadol, son günlerde kendisini eleştiren bir sanat eleştirmenine, Instagram hesabında yaptığı ‘70 metrelik DNS anteni’ göndermesiyle ‘Bu sanat mı?’ tartışmasının tam merkezinde yer aldı. Peki ama kısa sürede dünyanın en önemli medya sanatçılarından biri olan Refik Anadol neden bu tartışmaya çekildi? Öncelikle Refik Anadol’un sanat yolculuğunu merak edenler için hikayesi şu şekilde başladı:

Anadol, 2014’te Los Angeles’ta Refik Anadol Studio’u (RAS) kurdu. Burada, alanında en iyi mimar, sanatçı, veri bilimci ve araştırmacılarını bir araya topladı.

Bu ekip, yapay zekâ, yaratıcılık ve mimariyi kesiştiren yepyeni bir sanat pratiği ortaya koydu. Eserlerindeki görsel yaratıcılık makine ve insan zekasının bir harmanıdır. Böylelikle eserleri, epistemolojik ve kolektif bilincin dijital bir izdüşümü olarak, hafıza, anı, rüya, bilginin verisi gibi kavramlar teknoloji yardımıyla estetik bir görsellikte vücut buldu.

Sanatçının oluşturduğu bu veri heykelleri insanlığa açılan yeni bir kapı olarak adlandırılıyor. Nedeni de şu: İlk kez insanlar, makinaların yaratıcı potansiyelleriyle olan ilişkilerini ve etkileşimlerini yeniden düşünmeye başladı. Bu yeni dönem şüphesiz dijital görsel sanata açılan büyülü bir serüvene işaret ediyor. Makinaların çevrelediği yeni bir dünyada yaşıyoruz. Makinalar gün geçtikçe daha da akıllanıyor ve insan gücünün yerini alıyor. Ancak yapay zekânın sonsuz sınırsız veri dünyası hâlâ ‘duygu’ denen güdüden yoksun ve insanın salt estetik dokunuşu olmaksızın bu yapay zekâ anlam kazanamıyor.

Anadol, şüphesiz sonsuz veri evreninde önünü çok net görebildiği bir yolculuğa çıkmamıştı... Bu karmaşık yolculuk, sanatçının 2018’den buyana NASA ve JPL ile işbirliği yapmasıyla başladı. NASA ve JPL’nin 60 yıllık halka açık olan uzay veri arşivini, ekibiyle birlikte inceledi. Arşivden gelen milyonlarca veri tek tek ayrıştırıldı!...  Bu bilgiler, RAS Stüdyo’da her bir teleskop için ayrı ayrı analiz edilerek sınıflandırdı. Sanatçı, bu sayede uzayla ilgili büyük verilere ışık tutmayı amaçlamıştı. Ve sonunda Anadol, yapay zekâ yöntemiyle, bu bilgi gruplarını görsel bir manipülasyona uğratarak, estetik ve şiirsel bir veri evreni yarattı. Bu veri heykellerini ilk olarak NASA’nın ana binasında sergilemesiyle Refik Anadol’un ‘Makine Hatıraları’ yolcuğu başlamış oldu.  Bu ilk adım sanatçıya bir ‘Uzay Seyahatnamesi’ yaratma fikri için ilham oldu. Verileri üç farklı teleskoptan toplayarak yapay zekâ algoritmalarıyla analiz etti. Bu üç teleskop, NASA’nın 60 yıldır iz sürdüğü ‘Evrende yalnız mıyız? Başka neler ve kimler var’ sorularına cevap ararken kullanılan makineler.

Anadol’un eserlerinde sorgulanan şey şu: “Sanat, bu işin neresinde?” Refik Anadol’a neden teknolojiyi çok iyi takip eden bir araştırmacı değil de sanatçı dediğimizin cevabı ilham ve hayal gücünde yatıyor. Ham veri orada en sıkıcı ve soğuk görünümüyle öylece duruyordu. İnsanın hayal gücü ve yaratıcı yorumu olmasaydı kimsenin dikkatini çekmeyecekti belki de…

Bir makinenin hatırasından bir hayal çıkaran ‘insan’. Ham verinin sıkıcı görüntüsünü alıyor, renkli akışkan pigmentler şeklinde tablo ve heykellere dönüştürüyor. Somut veri, soyut dışavurumcu bir yaklaşımla yeniden üretilerek altında yatan bilimsel araştırma süreçlerine giydirilmiş göz alıcı bir elbiseye dönüştürülüyor adeta. Ve bu elbise en renkli ve en büyülü dansını yapıyor sergi boyunca. Bunu yaparken de izleyicisini karşısına değil tam olarak içine alıyor. İzleyici, sergi boyunca nesne değil, bu şiirsel dansın öznesi konumuna getiriliyor. Uzayın derinlerinden gelen bilgi, görsel bir hafızayla önümüze seriliyor, bizi çevreliyor ve 15 dakikalık bir zaman yolculuğu yaptırıyor. Sanki kozmoz’un merkezinde, hayal gücümüzle baş başa kalmış bir öte evrenin içinde gibi hissediyorsunuz. Hayal gücünün sınırlarını zorlayıp veriyi resme ve heykele dönüştürdüğü için Refik Anadol’a araştırmacı değil de sanatçı diyoruz. Anadol, eserlerinin kurgusunu o kadar sağlam bir zemine oturtmuş ki, serginin teknik altyapı zenginliğini merak edenler için, sergiyi deneyimlemeye gelen izleyicilere 5 yılda dünyanın farklı yerlerinde gerçekleştirdiği sergilerin tanıtım videolarını, kullandığı yapay zekâ elementlerini, yaptığı araştırmaları, ham veri görsellerini, bilgiyi hangi makinadan edindiği ve hangi yöntemlerle analiz ettiğine kadar ayrıntılı bir sunumunu yapıyor sanatseverlere. Şahsi deneyimim kendimi katılımcı bir sanatın öznesi gibi hissetmem oldu. Ben ve etrafımı saran büyülü atmosfer benim için oradaydı. Hatta bir an kendi etrafımda dönerken başımın döndüğünü hissettim…

‘Bu Sanat Mı?’ tartışması ve üslup sorunu

Bir tartışma var ve bu tartışmanın iki tarafı var: özgün yaratım sürecinin sahibi sanatçı ve sanat eleştirmeni.

Geçtiğimiz günlerde sanat eleştirmeni Ayşegül Sönmez’in Refik Anadol’un eserlerini sanat kabul etmeyerek sarf ettiği “Faydasız ve yararsız bir görsel soyutlama, bana göre sanat değil” ifadesi ve sanatçının ‘Anten’ göndermeli cevabı etrafında dönen bir tartışma süregeldi. Sönmez bu göndermeyi “Eleştiriye tahammülsüz” olarak nitelendirdi.  Sönmez, sergi eserlerini “Faydasız bir görsel sunum” ifadesine indirgemiş. Anadol ise Sönmez’in kullandığı bu eleştiriden değil ancak kullanılan dilin yıkıcılığından rahatsız. Bu üslubu tepeden bakan ve izleyicinin özgür algısına bir müdahale, haksız bir manipülasyon olarak gördüğünü ifade etti ve anten ifadesi için de özür diledi.  

Tartışmada iki tarafının da doğru bir yöntem seçtiği söylenemez. Değinmek istediğim konu ise tam da bunun üzerine; bu coğrafyaya has olan ‘üslup bilmezlik’ sorunu üzerine. Hayatın hangi alanı olursa olsun yapıcı eleştiri yapma refleksimiz maalesef yok veya yok edildi. Oysa eleştiri bir fikri, bir yerden alıp daha iyi bir yere taşıyabilecek bir öneri barındırabiliyorsa kıymetlidir.

Eleştirmen olguları kabul etmeden önce mutlaka şüphe duyup sorgulamalıdır ancak bu sorgulama sorular sorarak yapılmalıdır, aksi taktirde peşin hüküm olur. Sönmez, ülkede maruz kalınan üslup sorunsalından dem vurarak sanatçıyı kınarken, acaba kendisinin de sanatçının eserlerine “Bana göre bu sanat değil” ifadesi biraz haksız ve sert olmadı mı? Umarım bu üslup sorununu toplum olarak bir gün aşarız ve eleştirel bakışımız yeni bir boyut kazanır. 

Son olarak Refik Anadol, dünyaca ünlü fütürist bir dijital medya sanatçısı olarak bu ülkenin bir değeridir. Sanatçının eserleri için yapılan bu eleştirinin, hâlâ devam eden ve büyük ilgi gören bir sergiye yapılmış bir haksızlık olduğunu düşünüyorum. Anadol’un dünyanın pek çok önemli merkezinde açtığı sergiler ve gördüğü ilgi sanat ve sanatseverler için ilham verici. İsmi 21. yüzyılın Da Vinci’si olarak anılan sanatçının bu başarısı daha çok konuşulacak ve tartışılacak gibi görünüyor.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün