Mutluluğu süpüren çöpçüler…

Aylin GERON Yaşam
3 Şubat 2021 Çarşamba

“Hayattan beklentin ne?” diye sordum.

“Mutluluk” dedi…

“Peki, senin için mutluluk ne?” dedim.

“Arkadaşlarımla çılgınca eğlenmek ya da uzun zamandır beklediğim şeye sahip olmak… Aslında ben mutluluğun parayla satın alınabileceğine inananlardanım. Düşünsenize, arkadaşınla tartıştın atla özel jetine, git Paris’e. Mutlu olursun bence… Sonuçta herkes yapamaz bunu!”

16 yaşındaki danışanımın mutluluk tanımı. Kiminize naif, kiminize vizyonsuz gelebilir.

Gerçek şu ki mutluluk tanımı ve arayışı her insanın kafasına takılan, bilimi araştırmalara sürükleyen, filozoflara ahkâm kestiren, kişisel gelişimcilere atölye düzenleten bir kavram!

Mutluluk ne demek?

Türk Dil Derneği, mutluluğu, tüm özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşılmaktan duyulan kıvanç durumu olarak tanımlıyor. Tüm özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşmak! Baya iddialı buldum ben… Ne dersiniz?  

Böylesi yüksek beklentilerin sonucunda mutsuz insancıklarla dolu etrafımız. Ve bu mutsuzluğa bağlı sürekli bir ‘iyi hissetme arzusu’.

“İyi hissetmelisin!” bilinçaltımıza kodlanmış sanki. “Sahip olduklarını fark et, şükret. Bak iyi hissetmek için ne kadar çok sebebin var.”

Bu mesajı en çok çocuklarımıza veriyoruz. Onlar ‘mutlu olsun diye’ yaptıklarımızı düşünün. Kariyerini yarıda bırakanımız, bir sözüyle kendi programını iptal edenimiz, en yeni çıkan oyuncağı o istemeden alanımız, her günü için ona sormadan program yapanımız, sorunları onun yerine çözenimiz…

Hep o mutlu olsun diye!

Mutlu mu oluyor, doyumsuz mu tartışılır.

İnceden inceye mutluluğun sahip olduklarınla ilişkisi var mesajını veriyoruz. Önce oyuncaklara, sevdiği yiyeceklere, dondurmaya, çikolataya; büyüdükçe oyunlara, telefona, arkadaşlarına, sosyal medya platformunda aldığı etkileşime, alışverişe, yemeğe bağlı olarak ‘iyi hissettirme’ sorumluluğunu ve görevini dış kaynaklara yüklüyoruz.

Mutlu hissetme hali başka birine, olguya, kaynağa bağlı bırakıldıkça ulaşılması zorlaşıyor.

Bir de mutluluğu arayıp bulamayanlar var, nerede olduğunu bilmeyenler… Erkin Koray’ın Çöpçüler şarkısında söylediği gibi:

“Dün gece çok aradım / Aradım bulamadım / Kör olası çöpçüler…”

Mutluluğu süpürmüş olabilirler mi?

Aklıma yıllar önce katıldığım bir seminerde dinlediğim hikâye geliyor:

Bir zamanlar köyün birinde yaşayan yaşlı bir adam varmış. Dünyanın en aksi adamlarından biriymiş. Her geçen gün daha da huysuzlaşıyor; ağzından çıkan her kelime zehir saçıyormuş. Köy halkı adamın iç karartıcı, hırçın ve sürekli söylenen tavırlarından bıkmış, usanmış. Hatta adamın bulunduğu ortamın olumsuzluk bulaştırdığına inanıldığı için artık insanlar ondan uzak durmaya çalışıyorlarmış. Hırçın Adam etrafına mutsuzluk yayıyormuş…

Günün birinde inanılmaz bir şey olmuş: “Hırçın Adam şikayet etmiyor, gülümsüyor… Yüzü aydınlandı! Basbayağı mutlu görünüyor” sözleri köyü sarmış. Köy halkı adamın etrafına toplanmış ve merakla sormuşlar:

“Ne oldu sana böyle bir anda?”

“Hiç… Bugün 80 yaşıma bastım. Ve fark ettim ki seksen yıldır mutluluğu arıyorum ama nafile… Bulamıyorum. Artık bu yaştan sonra aramaktan vazgeçtim. Hayatın keyfini çıkarmaya karar verdim.”

Mutluluğa yüklediğimiz anlam, zorlu mücadelelerden sonra ulaşılabilecek bir şey olduğuna dair inançlarımız ona ulaşmamızı zorlaştırıyor. Hikâyedeki Hırçın Amca gibi hayatı arayışla, serzenişle, dirençle geçirmek de bir seçim. Var olanı, olmayanı nesnel bir şekilde görerek, fark ederek akışta ilerlemek de.

Akış Teorisi

Hemen bu noktada pozitif psikolojinin1 üstadı Mihaly Csikszentmihalyi’nin geliştirdiği Akış Teorisinden (The Flow) bahsetmek istiyorum çünkü akışın mutlulukla ilişkisi olduğunu düşünüyorum.

Akış bir olma hali… Yaptığın işe kendini kaptırma, onunla bütünleşme, içinde süzülme hali…

Mutluluk pasif bir oluş hali değil. Öylesine olduğum yerde durayım ve derin bir haz hissedeyim ve bu sürsün… Günlerce, aylarca… Böyle bir gerçeklik yok…

Tırmanılan dağın zirvesine ulaşmak değil mutluluk; yola çıkma kararından zirveye kadar süren bütün süreç… Her seferinde zirveyi görememe ihtimaline rağmen değil, ihtimaliyle birlikte yola çıkmak.

Mutluluk aynı akış gibi. Seçim, kabul, teslimiyet…

Mutsuzluk…

Mutsuzluk ise zorlayıcı bir duygu, sahip olduğumuz bir şeyi kaybetmekle ilgili: başarısızlık, ayrılık, hastalık, ölüm en güçlü tetikleyicileri ama gündelik hayat içinde de bir o kadar sıradan durum var mutsuzluğu tetikleyen. Bu histen kaçınmak sağlıklı değil. İçinde durmak, kalmak, kendini gözlemlemek duygu regülasyonu için önemli, empati kurabilmek için değerli. Zorlayıcı hislerden kaçınmak, güzel hislerin de hissedilebilmesini engelliyor. Mutsuz olmayı normalleştirmek, mutsuz olmaya izin vermek, her şey gibi mutsuzluğun sabit olmadığını, bir süre geçtikten sonra sadece şartların değil hislerin de değişeceğini gerçeği ile durabilmeyi gerektirir. 

Bertrand Russel 1930’da yayınladığı ‘Mutlu Olma Sanatı’ adlı kitabında mutsuzluğun sebeplerini anlamsızlık, rekabet, kıskançlık, yorgunluk, can sıkıntısı, herkesi kendine düşman görme, utanç, suçluluk duygusu ve toplumun fikirlerini kendinin önüne koymak olarak özetliyor. Bu maddelerin şüphesiz hepsi önemli ancak ben olmazsa olmazlarımı listelemek istiyorum.

  1. Anlam arayışı: Her türlü motivasyonun altında yatan, hayatta kalma sebebimiz anlam arayışımız... Ben ne yapıyorum? Bu dünyaya ne sunuyorum? Ne sunmaya geldim? Cevabı varsa motivesin, seni yolda tutan yakıtın var yoksa kabus, depresyon, derin mutsuzluk! (Okumadıysanız ilk fırsatta Viktor Frankl’in ‘İnsanın Anlam Arayışı’ kitabını okumanızı tavsiye ediyorum. Frankl, 20. yüzyılın önde gelen psikiyatrlarından ve II. Dünya Savaşında Auschwitz deneyimlerini ve insanın anlam arayışının hayatta kalmayı nasıl desteklediğini anlatıyor.)
  2. Can Sıkıntısı: Sıkılmaya tahammül edemeyen bir nesil yetiştiriyoruz. Her anı bir etkinlikle doldurulmuş çocukluk yılları da çabuk tüketen, sabredemeyen ve hızlıca mutsuz olan nesillere dönüşüyorlar. “Sıkı can iyidir; çıkmaz!” derdi anneannem her sıkıldım dediğimde… Sıkılma insanın kendi kendiyle kalabilmesi, tek başınalığa tahammül edebilmesi, düşünmesi, daha derin düşünmesi, yaratması için en temel ortam. Destekleyelim.
  3. Kendini Gerçekleştirme: “Kamuoyunun fikirlerine, yargılarına ve beklentilerine duyarsız olmak hem güç hem de mutluluk kaynağı” diyor Russel. Kendin olmak, olduğun halini korkusuzca kabul etmek ve topluma sunmak… Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisinde en üst basamak kendini gerçekleştirme- gençler için uyarladığımızda sadece ebeveynlerinin beklentilerini karşılamak üzere kurgulanan hayatlar yerine kendi içlerinde bulunan cevheri ortaya koymalarının cesaretlendirilmesi.

Ve kaçınmamız gerekenler ise…

Rekabet: Hayatın tuzu biberi rekabet. Yaşattığı heyecan, adrenalin potansiyelimizi çıkartabilmemizi sağlıyor. Hedefe ulaşabilmek, başarı hissinin getirdiği mutluluk için ihtiyacımız var rekabete; ancak fazlası zarar veriyor. Sürekli heyecan, adrenalinle herkesi rakip görme ‘mutlusuzluk’2 olarak çıkıyor karşımıza. Sahip olamadıklarımızdan, elde edemediklerimizden sebep hissedilen eksik olma hali. Daha çok rekabet daha çok mutlusuzluk!

Kıskançlık: Günümüzde FOMO olarak karşımıza çıkıyor: Fear of Missing Out: Bir şeylerin Dışında Kalma Korkusu… Mutsuzluğun tetikleyicisi… Sosyal medya platformları bunu kolaylıkla besliyor.

 - Arkadaşlarım buluşmuş. Bana haber vermemiş.

- … hafta sonu bağ evine mi gitmiş?

Kendi değerini dahil edilmek ve sahip olabildikleri üzerine kuran gençler ve yetişkinler sosyal birey olarak var olmakta ve kendini konumlandırmakta güçlük çekiyorlar.

Sıra sizde…

Hangi maddeler sizin ya da evinizdeki gencin mutsuzluğunda etkili bir rol oynuyor? Bunun için neyi farklı yapabilir(siniz)?

 

1 Pozitif Psikoloji insanın hayatı boyunca mutlu, pozitif duygusal yapıya sahip, psikolojik açıdan sağlıklı ve tatmin dolu olması için gerekli olan kavramları araştırır

2 Mehmet Şakiroğlu’nun kitabı ‘Hayatının Anlamı Kaybettiğin Yerde’ adlı kitabında bahsettiği kavram

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün