Disconnectus Erectus: Postmodern bir metin olarak Oğuz Atay´da Tutunamayanlar´ın arkeolojisi

Sus Olric! Düşünüyorum. Düşünmek ne haddinize efendimiz? Descartes düşündükçe var oluyordu Olric. Descartes düşündükçe var olur, siz düşündükçe yok olursunuz efendimiz… Turgut Özben

Perspektif
23 Aralık 2020 Çarşamba

Ömer Özbey

Çağdaş roman geleneğinde bireyin içine düştüğü yabancılaşma ve yalnızlık problemi, muayyen bir ulusun ve kültürün yozlaşık değerleri ile koşut olarak ele alınmıştır hep. Her çağın sosyokültürel dinamikleri, kuşkusuz çağdaş romancının, eserinin teknik ve içeriğinin biçimlenmesinde önemli bir etken oynamıştır. Kimi zaman bu teknik ve içerik belirlenim, mevcut klasik söylemleri, yerleşik kalıpları aşarak yeni bir tür ve söylemin oluşmasına aracılık etmiştir. Edebiyatta klasik geleneğin aksine roman teknik ve üslubunda yeni bir çığır açan Nabokov, Umberto Eco, Kafka, Proust, James Joyce, Faulkner, Conrad, Wirginia Woolf ve İtalo Calvino gibi roman müdavimleri, modern roman söylemini yapıbozumuna uğratarak yeni bir roman türünün oluşumuna öncülük etmişlerdir. Yukarıdaki mezkur romancılar, özellikle birey ve bireyin içine düştüğü çelişkileri, arayışları, yabancılaşmaları farklı bir üslupla (çoğulculuk, ironi, metinlerarasılık, üstkurmaca, pastij, kolaj…) romanlarında tahlil etmeye çalışmışlardır. Bu yazarlar böylece, modern romanın kalıplarını yıkarak ‘postmodern’ bir roman ve roman anlayışının üreticileri olarak avangard romancılığın taşıyıcılığını üstlenmişlerdir.

Bu bakımdan bizde bir manifesto ve başkaldırı yapıtı olarak, “Türk edebiyatında biçim ve içerik olarak ilk postmodern roman hangisidir?” gibi muayyen bir soru sorulsa, herhalde cevabı Oğuz Atay’ın ‘Tutunamayanlar’ı olurdu. Yetmiş küsur sayfalık noktalama işaretsiz bölüm bile mevcut romanın yerleşik kalıplarını yıkarak okuyucuya militan tahakkümünü dayatır. Bu bölüm, ihtiyatla, itidalle okunmazsa bütün cümle ve olay örgüsü düşüyor; okuyucu ne kelimelere ne de cümlelere tutunabiliyor. Oğuz Atay, adeta ‘ötekileşen entelektüel/ler’in empatisini okura yaşatmak için, kelimeleri libaslarından (noktalamalarından) soyarak; kelimeleri çırılçıplak bırakarak okuyucuya “Hakikatin saf ve yalın haline ne kadar tutunabiliyorsunuz?” der gibi, Tutunamayanlar’ın arkeolojisini dayatır.

Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar romanının çok katmanlı, metinlerarası bir tür olmasının nedeni, elbette onun gerek kişiliğinin etkisi (teknokrat, akademisyen, yazar) gerekse de politik ve toplumsal durumun buna müsait oluşudur. Türkiye’de 1945’te çok partili hayata geçilmesiyle beraber 1960’larda iyice yerine oturan kozmopolit bir siyasal alanın varlığı, 27 Mayıs 1960 darbesi sonucu 61 Anayasası’nın getirdiği yeni açılımlar, iki kutuplu Soğuk Savaş Dönemi ve 68 öğrenci ayaklanmaları gibi toplumsal, politik/apolitik değişimler bireylerde (orta sınıf burjuva ve elitist bireyler) yeni bir kaçışın (distopyadan ütopyaya) kapısını aralamıştır. İşte tam da böyle bir vasatta Atay, bu kaçışın kapısına başkaldıranların manifestosunu asar. Tutunamayanlar…

İlk baskısı 1971-72 yıllarında yayımlanan Tutunamayanlar’ı postmodern bir metin olarak öne çıkaran saiklerin başında, onun çerçeve yöntemini kullanması (birden fazla konu tümelden tikele doğru birbirlerini kapsayacak şekilde anlatılır) zengin biçimsel farklılığı ve esasen postmodernitenin ürettiği ‘metinlerarası’ bir tür olarak karşımıza çıkmasıdır. Romandaki ironileştirilmiş önsözler, ansiklopedik bilgiler, mektuplar, kutsal kitaplara yapılan göndermeler, analojiler ve anakronik olmayan olay örgüsü postmodern biçimin tüm bileşenlerini barındırır.

Tutunamayanlar’ı, “Hem söyledikleri hem de söyleyiş biçimiyle bir başkaldırı” olarak niteleyen Berna Moran, eseri şöyle ifade ediyor:

“Atay’ın Tutunamayanlar’ı burjuva düzeninin kurallarına, değer yargılarına, beğenisine, yaşam biçimine ayak uydurmayan, topluma yabancılaşmış yalnız insanlardır. Yazar, küçük burjuva aydınlarını silkelemek için onların kültür değerleriyle, ideolojik tutumlarıyla, yaşamda bağlandıkları konvansiyonlarını da yıkmaya çalışır.” (a.g.e syf:262)

Moran’ın belirttiği üzere Atay’daki karakterlerin baskın özelliği; Türk aydınının ayak bastığı toplumsal vasatta, kendini bir türlü konumlandırılamayışından, bir türlü muayyen bir kalıba giremeyişinden doğan kimlik bunalımının derinleştirdiği uçurumların kıyısında yer almalarıdır. Atay, bu yabancılaşma ve konumlan(ama)mayı hem Selim hem de Turgut’un şahsiyetlerinde idealize eder. Selim Işık ve Turgu Özben dikotomisi, ideal Türk aydını tipolojisinin yansısıdır adeta. Arkadaşı Selim’in intiharını bir gazeteden öğrenip yıkıma uğrayan Turgut’un bu müessif haberle, aslında Marx’ın ifadesiyle ‘yanlış bilinç’ durumundan kurtulup praksise (aksiyon,hareket) geçerek, hakikatini arayan bir Türk aydınının romanıdır Tutunamayanlar.

Oğuz Atay’ın alışılmadık analojilerle idealize ettiği Selim Işık, gayet hümanist ve elitist bir tavır ve duruşun adıdır. Dostoyevski’nin Yeraltı’sının hasta adamıdır. Fakat bütün moral değerlerin çöktüğü bir vasatta, yeraltı insanı gibi insanlardan tiksinmez. İnsanlara karşı sevecen, neşeli, alaycıdır Selim ve Atay’ın engin ironisi ile rutin ve ciddi aktüaliteyi mizahlaştırır kelimeleriyle. Selim hayatı pek ciddiye almaz; hayatı bir oyun alanı olarak gören bir ‘homo ludens’tir. Oğuz Atay, Bertolt Brecht’in epik teatral anlayışını Selim merkezinde okuyucuya temaşa ettirerek, gerçeklik ve kurmaca arasındaki ince nüans ile romanın fizik gerçekliğini muammada bırakır. Gonçarov’un Oblomov’u, Kafka’nın Gregor Samsa’sı, Cervantes’in Don Kişot’u ne ise Tutunamayanlar’da Selim odur. Selim bir yanıyla Oblomov’dur fakat Oblomovluğu ataletten değil; düşünsel anlamda mevcut yerleşik düzene karşı koyamadığını anlayınca kabuğuna/mağarasına çekilmesindendir. Gregor Samsa’dır Selim; fakat dönüşümünden, farkındalığından asla şikayetçi değildir. Don Kişot’tur Selim. Gayet soylu ve başkaldıran bir yüreği vardır yozlaşık dünyaya karşı. Fakat yel değirmenlerine karşı birlikte hareket edebilecek havarileri yoktu Selim’in.

Oğuz Atay, metaforik anlatım dilinin tüm olanaklarını kullanarak, analojiye başvurarak Hz. İsa figürünü Selim Işık ile bağıntılandırır. Hz. İsa figürü, deforme olmuş bir toplumsal alanda, yerleşik değerlerine yabancılaşmış Türk aydınının sefaletini ortaya koyması bakımından arketip bir şahsiyet olarak belirir. Atay, Hz.İsa ile Selim’liği mistifike eder, efsaneleştirir, onu soyutlaştırır. Böylece Selim, Hz. isa ile bütünleşerek Tutunamayanlar’ın yol göstericisi olur. Selim Işık, soyadı ile müsemma olarak Atay’ın ideal olarak gösterdiği bir aydın bir tip, bir pusuladır Turgut Özbenler için.

Tutunamayanlar’ın diğer önemli kahramanı/antikahramanı Turgut Özben, soyutlaştırılmış Selim’in aksine maddi hayatın, aktüalitenin içinde kalan kişidir. Bir nevi Selim’in ölüm haberini alana kadar bir ‘tutunandır’ o. Evli ve bir çocuk babasıdır. Belli mükellefiyetleri vardır hayata karşı. Grileşmiş oligarşik bürokrasinin kamusallığına hapsolmuştur. Fakat bu bürokratik alanın katı kuralları, çelişkileri onu da rahatsız eder bir süre sonra. Atay, yine analojik dehası ve ironik dili ile bu katılaşmış kuralları, kutsal metine göndermede bulunarak Kitab-ı Mukaddes’in On Emri’ni Turgut Özben’e söyletir. Böylece Atay bürokratik alanın mutlakıyetini, ilahi kelâm ile yapıbozumuna uğratır.

Turgut aynı zamanda kişilik bölünmesinin, kayıp benliğin temsilcisidir. Stevenson’un gerçeküstü kahramanı Dr. Jekly ile Mr. Hyde’ın kişilik bölünmesini yaşayan sentez tipidir Turgut. Fakat Turgut itidallidir; Dr. Jekly gibi kötü bir sonun kurbanı olmaz, ailesinden ve toplumdan uzaklaşarak Selim’lik olmanın davasına adar kendini. Atay, simgesel alanda bunu da romanın muhtelif yerlerinde Turgut’un monologlarında karşısına konumlandırdığı, hayali Olric ile simgeselleştirir. Turgut efendidir, Olric ise uşaktır. Turgut’un her söylemini, eylemini olumlar Olric. Sadık bir hizmetkardır Olric. Atay esasen Olric ile Hegel’in ‘köle efendi diyalektiğine’ göndermede bulunarak benliğini, özerkliğini arayan Turgut’un nesnel gerçekliğini sorgulatır. Olric, maddi hayattan kopup benliğini bula(maya)n bireyin Sanço Panço’sudur Don Kişotluk davasına istinadı olanlara.

Aydın duyarlılığın, diyalektiğin zirvelerinde at koşturan Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ı, bu yazının müellifine de sirayet ediyor. Galiba, tutunamıyoruz azizim/azizem…


Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün