Tora´dan hayat dersleri

Büyük resmi ancak Tanrı görür

Hessi ENNEKAVİ Kavram 1 yorum
2 Aralık 2020 Çarşamba

Bir gün bir tabloya bakarken, üzerinde küçük bir böceğin yürüdüğünü gördüm. Böcek, önce tablodaki suratın gözü üzerinde durdu. Sonra ilerleyip kulağın üzerinde durdu. Aklıma o an şu soru geldi. Bu böcek durduğu yerde ne görüyordu? Gördüğünün ne olduğunu, tablodaki resmin bütününün ne olduğunu algılayabilir miydi? Tabi ki hayır… İşte biz de, Tanrı’nın sunduğu yaşam tablosu üzerinde gezen bu böcek gibiyiz adeta… Tanrı’nın sunduğu resmin bütününü algılayamıyoruz. Sadece bulunduğumuz noktayı görebiliyor ve onun ne olduğunu anlamaya çalışıyoruz. Görüşümüz, resmin tamamı konusunda çok kısıtlı. Bu durumu Tora’daki pek çok hikâyede görebiliyoruz. Güzel örneklerden birine de Noah peraşasında rastlıyoruz. Noah’ın, yaklaşık 500 yaşına kadar çocuksuz olduğunu görüyoruz. Noah, belki de kısır olduğunu, soyunu devam ettiremeyeceğini düşünüyor, üzüntü çekiyordu. Ancak Tanrı’nın büyük resmi farklıydı. Aslında Tanrı, günahkâr insanları tufanla yok etmeye ve dönemin en tsadik kişisi Noah’ı kurtarmaya karar verdiğinde, ona büyük bir iyilik daha yapmıştı. 120 sene insanlığa teşuva yapması için verdiği sürede, Noah’ın inzivaya çekilip sadece gemi yapımıyla uğraşmasını ve o dönemde, Noah’ın çocukları olmasını sağlamıştı. Böylelikle çocukları hep Noah’ın etrafında olacak, onu örnek alacak ve günahsız kalarak gemiye binmeye hak kazanacaklardı. Buradan anlıyoruz ki, çoğu zaman talihsizliğimiz olarak nitelendirdiğimiz bazı durumlar, aslında Tanrı tarafından tamamen hayrımıza karşımıza çıkarılmaktadır. Sabırla ve Tanrı’ya güvenerek, büyük resmi sadece Tanrı’nın bildiğini, hatta resmi onun yapmış olduğunu farkında olarak başımıza gelenleri sevgiyle kabul etmemiz gerekir.

Akranımız aynamızdır

Bir bilmecenin cevabı, bana Noah peraşasından alınması gereken bir dersi anımsatır…

İki hırsız bir evi soymak için şömine bacasından eve girer. Şömineden salona girdiklerinde birinin yüzü islenmiş, kapkara olur. Diğerinin yüzü ise temizdir. Bu durumda birbirini gören iki hırsızdan ilk hangisi yüzünü temizlemeye kalkar? Yüzü pis olan mı, temiz olan mı?

Refleks olarak ‘yüzü pis olan’ temizler demek aklımızdan geçse de, doğru cevap, ‘yüzü temiz olan’dır. Çünkü ikisi de birbirini görür ve karşıdakinin yüzünün kirli olduğunu gören hırsız, kendisininkini de öyle sanıp siler. Diğeri ise karşısındakinin temiz yüzünü gördüğünden silmeye gerek duymaz. Bu bilmecenin cevabı, bana Baal Şem Tov’un başına gelen bir olayda “Akranımız aynamızdır” demesini hatırlattı. Kendisi, akranımızda bir kusur görüyorsak, onun aslında, bizde de kökü olan bir kusurun görüntüsü olduğunu belirtmiştir. Nitekim Noah peraşasında, Ham’ın babasının çıplaklığını görüp kardeşlerine anlattığı, kardeşlerinin ise geri geri giderek babalarının durumunu görmeden onu örttüklerini yazıyor. Ham, babasının şaraptan sızmış çıplak görüntüsünü gördüğünde, adeta aynada kendi düşük durumunu görmüş oldu. İşte Tanrı, bir kişinin akranının kusurlarını görmesini, aslında kendi mevcut veya potansiyel kusurlarını görmesi ve gözlerini açıp kendine çeki düzen vermesi için sağlamaktadır.

Peraşalardan Kıssa’lar

Tanrı’ya inanıyoruz da ne kadar güveniyoruz?

Tanrı Noah’a insanlığı yok edeceğini söylüyor ve bir emir veriyor. Kendisi ve ailesi için bir gemi yapmasını istiyor. Noah, Tanrı’nın sözüne güvenerek hemen gemi yapımına başlıyor ve 120 yıl boyunca bu gemi için uğraşıyor. Normalde bu, bizim anlayışımızın çok üzerinde bir inanç ve güven işareti. Yine de Tora Noah’tan sadece kendi neslinde kusursuz ve tsadik biri olarak söz ediyor. Mesela Noah, Avraam’ın neslinde yaşasaydı ve onunla karşılaştırılsaydı bu övgüleri alamayabilirdi. Nitekim Noah’ın, hem Avraam gibi insanları kurtarmak için Tanrı ile diyaloga girmediğini, hem de tufan artık başladığında dahi sular belli bir yere kadar yükselmeden gemiye binmediğini görüyoruz. Diğer bir deyişle Tanrı’nın sözünü başta tereddütsüz dinleyen Noah, iş son aşamaya geldiğinde tereddüt etti. Tanrı’nın, sözünü yerine getirip insanlığı tufanla yok edeceğine güvenemedi. Biz de kendimize soralım; Tanrı’nın varlığına ve sözlerine inanıyoruz da, O’nun sözlerini yerine getireceğine ne kadar güveniyoruz? Tanrı’ya gerçekten inanıyorsak, Tora’da bize söylediği sözlerini er geç gerçekleştireceğine, sözü geçen ödül ve cezaları er geç bize vereceğine de güvenmemiz lazım. Bu bakış açısıyla davranışlarımıza çeki düzen vermeliyiz.

Hırsızlık, neden Tufan neslinin yok edilmesinde başrol oynadı?

Tora’da Tufan neslinin durumu “Dünya yozlaşmıştı ve yeryüzü suçla dolmuştu” şeklinde anlatılıyor. Burada suç olarak çevrilen ‘hamas’ sözcüğü, özellikle hırsızlık ve soygun suçunu vurguluyor. O nesildeki puta tapma, adam öldürme, cinsel sapkınlık suçlarının nihayetinde son darbeyi vuran suç hırsızlık olmuştur. Hırsızlıklar o kadar az miktarlarda ve dolambaçlı yollardan yapılıyordu ki, suçlular o zamanın mahkemesi tarafından cezalandırılamıyordu. Hırsızlar hiç ceza almadan suçlarına devam ediyorlardı.

Bu durum ahlaki yönden topluma büyük zarar vermiş, ahlaki çöküntüye yol açmıştı. Cezalandırılamayan hırsızlık suçları hızla toplumda yaygınlaşmış, utanma duygusu kaybolmuştu. Artık böylesi bir neslin düzelme şansı pek kalmamıştı ve ortadan kaldırılması gerekiyordu!

Tora’daki cümlede önce “Dünya yozlaşmıştı” diyor. Sürekli putperestlik günahı yüzünden insanlar yozlaşmış, giderek yeni suçlara yöneliyorlardı. Bu günahlar, başta gizli olarak yapılırken, yozlaştıktan sonra tüm suçlar aleni olarak yapılmaya başlandı.

İnsanoğlu dünyanın özüydü, o bozulunca dünya da bozulmaya başladı. Nitekim hayvanlar da cinsel sapkınlık, hırsızlık vs suçları işlemeye başladı. Bitkiler daha karışık türler vermeye başladı. İnsanların yüzünden tüm yeryüzü bozuldu ve artık Tanrı tüm yeryüzünü yok etmeye karar verdi. Burada anlamamız gereken bir ders daha var ki, alenen işlenen suçlar, özellikle hırsızlık gibi, en basit insanın bile gerekçesini anlayabileceği türde suçlar Tanrı’yı daha çok kızdırıyor. Hadi karmaşık ve aklın hemen kavrayamayacağı bir emri bir insan ihlal etse, Tanrı ona tolerans gösterebilir. Ama herkesin kavrayabileceği bir emri de alenen ihlal etmek, herkesin önünde bu suçu işlemek artık Tanrı’ya isyan etmek anlamına geliyor.

Tanrı’nın bu nesli yok etmeye karar vermesinin bir başka nedeni de;  Tanrı her yıl Roş Aşana’da insanları yargılayarak onların o yılki parnasalarını tespit etmektedir. İnsanlar hırsızlık yapıp birbirinin mallarını çaldığı zaman, Tanrı’nın bu tecellisine izin verilmemiş oluyor. Başkalarının hakkı gasp edilmiş oluyor. Tanrı, normalde insanlara günahlarından dolayı ilk uyarısını maddi cezalarla verir. Oysaki Tufan neslinde artık insanların çoğu şeyi çalıntıydı. Kimin malı gerçekte kimin belli değildi. Dolayısıyla Tanrı’ya maddi bir ceza verme olanağı bırakmamışlardı. O da doğrudan insanların canına zarar vererek cezalandırmak zorunda kaldı.

Tora ve bilim

1) Bu kadar su nereden geliyor?

Tora’ya göre, tufanın suları hem yeryüzünün derinliklerindeki kaynaklardan, hem göklerin pencerelerinden gelmiştir. Tora suların kaynaklarıyla ilgili başka ipuçları da veriyor. Göğün üstündeki ve altındaki sulardan bahsediyor. Göğün altındaki suların bir yere biriktiğinden ve denizlerin oluştuğundan bahsediyor. İlk yağan yağmurlarla ilgili, yeryüzünden bir sis yükseldiğini ve toprağın yüzeyini suladığını bildiriyor. Yine Tora, başka bir yerde ülkenin, göklerin yağmuru sayesinde sulandığını bildiriyor. Tanah’taki İyov kitabında ise, göklerin Tanrı’nın sisine yağmur döktüklerinden bir bahis var. Şimdi Tora’daki tüm bu değinmeleri bilimsel pencereden bakarak izah etmeye çalışalım.

Dünyanın dörtte üçü deniz ve okyanuslarla kaplıdır. Ama bilim insanlarının son yaptıkları çalışmalar, yeraltında hapsolmuş su miktarının okyanuslardan da fazla olduğunu tespit etti. Yeraltı suları kısmen yüzey sularının aşağı sızmasıyla, kısmen de yaratılıştan beri uzaydan düşen kuyruklu yıldız ve meteoritlerden oluşmuştur. Yeraltı sularında yapılan son araştırmalar, sadece bu meteoritlerde bulunan bir yeşil mineral burada bulunduğunu, bu mineralin yeryüzünde bulunmadığını göstermiştir. Bu yeraltı sularının da bir kısmı volkanik hareketler, yanardağ püskürmeleriyle vs buharlaşarak atmosfere çıkmakta ve bulutlara karışmaktadır. Ayrıca her gün atmosfere çok büyük miktarda meteorit girmekte. Meteoritlerdeki buzlar vasıtasıyla da büyük miktarda su atmosfere girerek bu bulutlara eklenmekte. Sonuçta hem yeraltından, hem yeryüzünden, hem de uzaydan gelen sular söz konusudur. İleriki yazılarda suyun yapısı, özellikleri ve mucizelerinden bahsedeceğim.

2) Tanrı’nın kudretinin üç göstergesi

Tefilanın temelini teşkil eden Amida’nın hemen ikinci berahası, Tanrı’nın her şeye kadir olduğunu ve kudretini ifade eder. Burada kudretinin üç ana simgesi şöyle vurgulanır. Ölüleri diriltmesi, rüzgâr estirmesi, yağmur ve çiy yağdırması… Bu yazıda rüzgâr estirmesinden bahsedeceğim. İleriki yazılarda diğer yönlerini izah etmeye çalışacağım.

Rüzgâr: Rüzgâr deyince nedense aklımıza pek olumlu şeyler gelmez. Çoğu zaman fırtına, soğuk, bir şeylerin uçuşmasını vs çağrıştırır. Oysaki rüzgâr Tanrı’nın en büyük nimetlerinden biridir. Bilimsel olarak rüzgârı açıklarsak; atmosfer basıncı bölgesel olarak farklılık gösterir. Hava, yüksek basınç bölgelerinden alçak basınç bölgelerine doğru akım yapar. İki bölge arası basınç ne kadar çoksa, hava da o kadar hızlı akım yapar. Yani rüzgârın hızı artmış olur. Peki, faydası ne bunun? Yağmurun çoğunlukla yeryüzü sularının buharlaşıp yükselerek belli yerlerde yoğunlaşıp bulutlar oluşturması ve sonra bulutlarda yoğunlaşan suyun tekrar yeryüzüne dökülmesi olduğunu biliyoruz. Amaeğer rüzgâr olmasa, yeryüzünden buharlaşan suyun oluşturacağı bulutlar yine bu suların üzerine yağmuru yağdıracak, toprağa ve onun üzerindeki bitkilere bir faydası olmayacaktı. İşte rüzgâr, bulutları hareket ettirerek toprağın, bitkilerin, ağaçların vs üzerlerine getiriyor, yağmurun gerektiği yerlerde yağmasını sağlıyor. Rüzgârın faydaları bununla bitmiyor. Rüzgâr sporları taşıyarak bitkilerin döllenmesini sağlar. Bazı bitkiler rüzgarsız üreyemez. Tanrı genelde kudretini doğa olayları vasıtasıyla gösterir. Rüzgârın da ne zaman nereye eseceği, ne şiddetle eseceği Tanrı’nın iradesiyle olur.

Bunları biliyor muydunuz?

*Tufan bittikten sonra Noah’ın yolladığı güvercinin bir zeytin dalıyla dönmesinin derin sebepleri olduğunu, zeytinin yedi İsrail meyvesinden biri olduğunu, dalında toplu zeytinler çıktığını, yaz-kış, yağmur ve soğukta yapraklarının dökülmediğini, Tufan öncesi insanların karışık çiftleşme günahına hayvanların, hatta bitkilerin bile katıldığını, ama zeytinin bu konuda istisna olduğunu, saflığını koruduğu için saf zeytinyağı ile menoranın yakılmasına hak kazandığını…

*Noah’ın dedesi Metuşelah’ın, Noah’ın babası Lemeh’in ölümünden beş yıl sonra ve tam Tufan zamanı öldüğünü. Tanrı’nın Tufanı, Metuşelah’ın ölümünü takiben yedi gün sonra başlatarak onun şivasını beklediğini…

*Peraşadaki ‘Mabul (tufan)’ kelimesinin içinde yine mesajlar olduğunu. ‘Bul’ kökünün karışım ve karmaşayı ifade ettiğini ve yeryüzü ile gökyüzü sularının birbirine karışmış olduğunu ifade ettiğini. Baştaki ‘M = Mem’ ekinin gematriyasının 40 olduğunu ve 40 gün boyunca tufanın sürdüğünü ifade ettiğini. ‘Bul’ kelimesinin gematriyasının da 38 olduğunu ve eskiden yağmurların 38 – 40 gün sürdüğünü. Toprağı da 40 yılda bir ekmelerinin yeterli olduğunu…

Sorularla düşünelim

Avraam’ın Sedom ve Amora halkının kurtulması için Tanrı ile yaptığı pazarlıkta, Tanrı sonuçta o bölgede on masum kişi bulursa yok etmeyeceğini söylemişti. Yani adeta on masum kişi minimum miktardı kurtuluş için. Peki, acaba, Tufan zamanı kurtulan sekiz kişilik Noah ve ailesinin yanında iki masum kişi daha çıksaydı, Tanrı insanları affedip Tufan yağdırmayacak mıydı?

Yorum ve paylaşımlarınız

İlk yazımı okuyup olumlu paylaşımlarda bulunan okuyuculara teşekkür ediyorum.Benidaha da motive ettiniz. Bu arada, önceki yazımdaki sorumla ilgili bir arkadaşım güzel bir yanıt verdi. Tora’da Kayin’in Evel’e ne dediğini belirtmeden onu öldürdüğünü bildirmesi, aslında ne dediğinin bir önemi olmadığını, her şekilde öldürmeyi kafasına koymuş olduğunu gösteriyor. Kayin’in kıskançlık seviyesi o kadar yüksekti ki, hiçbir açıklama yapmaya gerek görmemişti. Tabii Tora’da hiçbir şeyin tek cevabı olmadığı gibi, burada da farklı boyutlar vardır. Bir de şu şekilde düşünmenizi rica edeceğim: Acaba Tanrı’nın, Kayin’in değil de Evel’in sunusunu kabul etmesi, Kayin’in bu derece kıskançlık duymasına yeterli miydi? Yoksa onlara iki kardeş olarak değil de, iki erkek gözü ile bakarsak bu kıskançlığa başka nasıl bir cevap bulabiliriz?

Yorum ve paylaşımlarınız için e-mail adresim;  [email protected]

Sevgi ve ışıkla kalın...

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün