Arnavutluk’taki Müslüman kurtarıcılar

1934’te ABD’nin Arnavutluk Büyükelçisi Herman Bernstein şunları yazmıştı: “Arnavutluk’ta Yahudilere karşı herhangi bir ayrımcılık yapıldığına dair bir iz yok, çünkü günümüzde ülke üç inanca bölünmesine rağmen, dini önyargı ve nefretin olmadığı Avrupa’daki ender topraklardan biri.” Bu yazı kahraman Veseli ailesi; Vesel, Fatima ve çocukları Refik, Hamit, Kemal ile Ali Sheqer Pashkaj’ın öyküsü…

Sara YANAROCAK Kavram
18 Kasım 2020 Çarşamba

Mandil ailesi, Moshe’nin çok ünlü bir fotoğrafçı olduğu Yugoslavya’dan geldi. Almanlar, Nisan 1941’de Yugoslavya’yı işgal ettiğinde, aile Yahudilerin göreceli olarak korunduğu, İtalyan kontrolündeki Kosova eyaletine kaçtı. 1942 yazının sonlarına doğru kaçaklar, nüfusun çoğunluğunun Müslüman olduğu, İtalya’nın kontrol ettiği bölgeye, Arnavutluk’un daha içlerine doğru taşındı. Moshe ve Ela Mandil, çocukları Gavra ve İrena ile Tiran’a taşındılar. Fotoğrafçılık yapmak üzere dükkân ararken, Mandil eski çıraklarından Neshed Prizerini’nin sahibi olduğu bir dükkânı buldu. Prizerini Mandil’e yalnızca çalışma teklifinde bulunmakla kalmadı, aynı zamanda aileyi evinde kalmaya davet etti.

Fotoğrafçı Moshe Mandil, annesinin köyü Kuja’dan fotoğrafçılığı öğrenmesi için gönderdiği, Prizerini’nin 17 yaşındaki çırağı Refik Veseli ile dükkânda tanıştı. Almanların, Arnavutluk’u işgalinden sonra, durum Yahudiler için tehlikeli hale geldi. Refik Veseli, Mandillerin, kendi ailesinin dağlardaki evine kaçmalarını önerdi. Veseli ve Mandiller, kayalık arazide katırlarla uzun bir yolculuğa çıktılar. Alman ordusuna yakalanmamak için, yan yollarda yolculuk ediyorlardı. Geceleri yolculuk yapıyor, gündüzleri dağlardaki mağaralarda saklanıyorlardı.

Kuja köyüne vardıkları zaman, Moshe ve eşi Ela ahırın üzerindeki küçük bir odada gizlenirken, çocuklar Veselilerin evinde sanki onların çocuklarıyla kardeşlermiş gibi yaşıyorlardı. Refik’in erkek kardeşi Kemal, gelişlerinden bir süre sonra, Tiran’dan Ruzhica, Yosef Ben Yosef ve Yosef’in Finica adlı kız kardeşini getirdi. Böylece evde iki Yahudi aile olarak gizlenmeye başladı. Mandiller ve Ben Yosefler; birlikte, 1944’te ülke Almanlardan temizlenene kadar, o dağ köyünde saklanıp hayatta kalabildiler. Savaşın sonuna doğru bölgedeki askeri faaliyet yoğunlaşmıştı. Almanlar partizanlarla savaşmaya başlayınca köy bombalandı ve aramalar yapıldı. Fakat Veselilerin gizlediği Yahudi ailelerini ele geçiremediler.

Savaş sonrası

Savaştan sonra Mandiller Yugoslavya’ya döndüklerinde, aile Novi Sad’da yaşamaya başladı. Moshe yeniden bir fotoğrafçı dükkânı açtı. Refik Veseli’yi oraya hem kendileriyle birlikte yaşamaya hem de fotoğrafçı olarak eğitimine devam edebilmesi için davet ettiler. Veseli, Mandiller daha sonra İsrail’e göç edene değin onlarla yaşamaya devam etti. Daha sonra aralarındaki mesafeye rağmen temaslarını asla kaybetmediler.

1987’de Gavra Mandil, Yad Vaşem’e bir mektup yazarak ailesinin Holokost hikayesini anlattı. Arnavut halkına ve özellikle kurtarıcılarına bir borç olarak bir meblağ ödenmesini rica etti. Mektubunda, Arnavutluk’ta hayatta kalan bütün Yahudiler adına bir yükümlülük hissettiğini yazıyordu. “Goethe ve Schiller mirası hakkında eğitim almamış olabilirler, ancak en doğal ve anlaşılır şekilde, insan yaşamına büyük önem verdiler” diye yazdı. Arnavutlar tarafından, zulüm gören Yahudilere yapılan olağanüstü yardım, bir şeref sembolü olan ‘Besa’ sayesinde yapıldı. ‘Besa’ kelimenin tam anlamıyla ‘sözünü tutmak’ anlamına geliyor. Besa’ya göre hareket eden biri, sözünü tutan, güvenebilecek biridir. Bu sembol, Arnavutların yorumladığı gibi, Müslüman inancından kaynaklanıyordu.

23 Aralık 1987’de, Kudüs’teki Holokost Müzesi Yad Vaşem, Vesel ve Fatima Veseli ile oğulları Refik Veseli’yi, ‘Uluslararası Dürüst’ unvanı ile onurlandırdı. Yad Vaşem tarafından tanınan ilk Arnavutlar onlardı. Gavra Mandil, Arnavutluk Devlet Başkanı’na yazdığı bir mektupta, çok sert bir idareye sahip ve Stalinist Komünist bir ülke olmasından ötürü, Refik Veseli ve karısının İsrail’e seyahat edebilmeleri ve Yad Vaşem’de, onlar için yapılacak olan törene katılabilmeleri için özel izin talep etti. Mektubunda, “Tehlike ve ölümün etrafta olduğu o günlerde, küçük ve cesur Arnavut halkı büyüklüklerini kanıtladı. Hiçbir sıkıntı yaşamadan ve karşılığında hiçbir şey istemeden, Arnavut halkı temel insanlık görevini yerine getirdi. Yahudi mültecilerin hayatını kurtardı” diye yazdı. Gavra mektubuna babasının, Arnavutluk Cumhurbaşkanı Enver Hoca’yı gösteren, 28 Kasım 1944’te zafer geçit töreni sırasında çektiği resimleri de ekledi.

Refik Veseli ve eşine seyahat izni verildi ve Yad Vaşem’de onurlarına yapılan törene katıldılar.

23 Mayıs 2004 tarihinde, Yad Vaşem, Hamid ve Kemal Veseli’yi de ‘Uluslararası Dürüst’ unvanı ile onurlandırdılar.

ALİ SHEQER PASHKAJ: Holokost sırasında bir Yahudi’yi kurtaran şerefli Müslüman Arnavut

“Benim babam neden hayatını ve tüm köyünü tehlikeye atarak, bir yabancıyı kurtardı? Babam dindar bir Müslüman’dı. Bir hayat kurtaranın, cennete gireceğine inanıyordu.”

Bu hikâyeyi artık hayatta olmayan Ali Sheqer Pashkaj’ın oğlu, Enver Alia Sheqer anlatıyor:

“Bizim esas evimiz Puke’de. Babamın gıda maddeleri sattığı büyük bir mağazası vardı. Çevredeki en çeşitli gıda maddeleri satan dükkân onunki idi. Bir gün 19 Arnavut mahkûm ağır çalışma cezası alarak dağlara götürülürken, kamyona bindirilen mahkûmlar arasında bir de Yahudi genç vardı. Naziler onu da infaz etmek üzere kamyona bindirmişlerdi. Babam mükemmel Almanca konuşurdu. Kafasında bir plan tasarladı. Nazilerle Almanca konuşarak onları dükkânına davet etti ve yiyecekler eşliğinde şarap ikram etti. Nazi subayları sarhoş olana kadar, onlara şarap vermeye devam etti.

Bu arada bir kavun keserek içine bir not yazdı ve Yahudi gence verdi. Notta, ormandan geçerlerken kamyondan atlamasını ve ormanda saklanmasını, daha sonra kendisinin onu ormanda bulup, emin bir yerde saklayacağını yazıyordu. Naziler babamla vedalaştılar, fakat birkaç saat sonra öfkeyle geri geldi. Babamı sorguluyor ve Yahudi’yi nereye gizlediğini soruyorlardı. Babam devamlı aynı yanıtları veriyordu: ‘Ben masumum, kimseyi saklamadım.’ Onu bir duvarın önüne getirdiler, öldürmekle tehdit ediyorlardı. Tam dört kere başına tabancayı dayadılar. Babam kararlılıkla hiçbir şey söylemedi. Nazi subayları sonunda pes etti ve araçlarına binip gittiler.

Babam daha sonra ormana gitti ve Yahudi genci alarak bizim eve getirdi. O’nu savaş bitene kadar iki yıl boyunca gizledi ve yaşamasını sağladı. Köyümüzde 30 aile vardı, ama hiç kimse babamın bir Yahudi’yi sakladığını bilmiyordu. Yahudi delikanlının adı Yeoshua Baruchowiç idi. Yeoshua hala hayatta; bir diş hekimi ve Meksika’da yaşıyor.”

18 Mart 2002’de Yad Vaşem, Ali Sheqer Paşkaj’ı, ‘Uluslararası Dürüst’ unvanı ile onurlandırdı.

Arnavutların BESA geleneği

Mültecileri kurtarmaya Arnavut geleneğinde ‘BESA’ deniliyor. Daha çok ‘şeref sözü’ anlamında kullanılan bu kelime, aynı zamanda yardım isteyene el uzatma, konuk etme geleneğini ifade ediyor.

Bu gelenek 15. yüzyılda hüküm süren Arnavut lideri Leka Dukagin tarafından Kuzey Arnavutluk’taki aşiretleri yönetmek için çıkardığı kanuna dayandırılıyor. Ama ‘Besa’nın çok daha eski bir gelenek olduğunu, kanunun sadece bunu yazılı hale getirdiğini söyleyenler az değil. Kanunda yazılı cümlelerden biri buymuş: “Bir ev, sahibinden önce Tanrı’nın misafirinindir.”

Kosova Savaşı, Arnavutların karşılaştığı en büyük kriz olsa da, bu sorun ne ilkti ne de son olacağa benziyor. Fakat kimsenin pek bilmediği bir şey var; II. Dünya Savaşı’nda, Yahudileri gizleyen ve hayatta kalmalarını sağlayan tek Avrupa ülkesi Arnavutluk olmuş. Kendi içindeki Yahudileri koruduğu gibi, çevre ülkelerden gelen 2 binden fazla Yahudi’ye kucak aşmış, İtalyan faşistlerinin ve Alman Nazilerinin baskısına rağmen, onları teslim etmeyi reddetmişti. Törelere göre böyle bir şey, ev sahibine sadece utanç getirmez, aynı zamanda kanı yerde bırakmama sorumluluğu yükler.

Arnavutluk bu kez de Ortadoğu’dan gelen mültecilere Besa geleneğini uyguluyor. Yüzlerce İranlı mültecinin yanı sıra, Suriyeli mültecilere de kapılarını açtı. Başbakan Edi Rama, Arnavutluk’ta yaşayan 500 bin Kosovalıyı örnek göstererek, AB’nin mülteciler konusunda çok daha fazla şey yapması gerektiğini söyledi.

Bütün bunlara rağmen mütevazı Arnavutların bu kadar insana yaptığı bu büyük hizmet görülmüyor. Dünyanın her yerinde, mültecilerin sınır kapılarından geri çevrildiği bu dönemlerde, bu küçük ve yoksul Balkan ülkesinin onlara kucak açmasından öğrenilecek çok şey var.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün