Suudi Arabistan ile İsrail ilişkilerinin normalleşmesi olası mı?

Küçük Körfez ülkelerinin Yahudi devleti ile diplomatik ilişki kurmaya başlamasıyla, Suudi Krallık, bölgedeki ‘dışlanmış’ olarak algılanmamak için kollarını sıvadı.

Dünya
28 Ekim 2020 Çarşamba

Bahreyn’in Birleşik Arap Emirlikleri’nin ayak izinden gitmesi, Bahreyn’in attığı bir adım olduğu kadar Suudilerin de İsrail ile normalleşme sürecine karşı olmadıklarını gösterdi.

Şii Müslüman nüfusun çoğunlukta olduğu Bahreyn’de, Suudi ordusunun desteğiyle 2011’deki hükümet karşıtı protestoların bastırılmasından bu yana, karar alma süreçlerinde Suudi Krallığın etkisi büyük. Dolayısıyla Bahreyn’in, Suudi rızası olmadan İsrail’le diplomatik ilişki kurma kararı alması beklenemezdi.

Bahreyn’in hamlesini takip eden Suudi Krallığın bazı hareketleri de, lider konumunda olmasa bile, Arap - İsrail normalleşmesini destekleyeceğini işaret etti. İyi niyet göstergeleri arasında Suudi hava sahasının İsrail’in ticari uçuşlarına açılması, bir düşünce kuruluşunda Veliaht Prens yönetiminin dini eğitim sistemini modernleştirme eğilimde olduğunu öven rapor yayınlanması ve ülkedeki dini otoritenin okul kitaplarındaki aşırılıkçı anlatı tarzının ılımlı İslam anlayışındaki bir retorik ile değiştirilmesinin teşvik edilmesi yer aldı.

Bunlara ek olarak Kâbe İmamı Abdulrahman Sudais’in verdiği bir cuma hutbesi İsrail ile normalleşmeye hazırlık olarak değerlendirildi. Sudais, hutbede Hazreti Muhammed’in Yahudilerle olan arkadaşça ilişkisine değindi.

Başkan Trump’ın, Suudi Kralı Salman’ı BAE’nin izinden gidip İsrail’i tanımaya ikna etme çabalarının başarısız olarak değerlendirilmesinden sadece bir gün önce Kabe İmamının yaptığı açıklamalar, Suudi kamuoyunu İsrail ile ilişkilerin normalleşmesine hazırlamak için atılan bir adım olarak nitelendirildi.

Sosyal medyada yer alan eleştiriler ise Körfez ülkelerinde kamuoyunun bu konuya dair görüş birliğine varamadığını gösteriyor. Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki muhalif sesler bastırıldığı için ise farklı görüşler sürgünde olanlar ile sınırlı kaldı. İfade özgürlüğünü ve toplanma hakkını kısıtlayan bir diğer ülke olan Bahreyn’de ise küçük çaplı protestolar patlak verdi. Bahreyn Barolar Birliği dahil olmak üzere siyasal ve sivil toplum kuruluşları İsrail’le diplomatik ilişki kurulmasına karşı çıkan bir açıklama yayınladı. Açıklamada, "İlişkilerin normalleşmesi halkın çoğunluğunun desteğini almayacak zira nesillerdir Bahreynliler Filistin davasının arkasında" ifadeleri yer aldı.

Bahreyn uzun yıllardır Yahudi toplumuna ev sahipliği yapıyor. Ayrıca Bahreyn, bir Yahudi’yi ABD büyükelçisi olarak atayan ilk ve tek Arap ülkesi olma özelliğini elinde tutuyor.

Eleştiriler, bazı Körfez ülkelerinde yeni yapılan seçim sonuçlarına yansıdı. Sonuçlar, halklar için Filistin’in başlıca bir dış politika unsuru olduğunu gösterdi.

Washington Institute for Near East Policy’den David Pollock araştırmasında Arap dünyasında Filistin’in İran’dan sonra ikinci sırada önem arz ettiğini ortaya koydu. 2018 yılında James Zogby tarafından yürütülen bir anket de, emirlik ve Suudi Arabistan kamuoyu için, Filistin’in en önemli dış politika unsuru olduğu sonucuna ulaşmıştı. Ankete göre Filistin meselesini İran takip etti.

Pollock, Filistin’e ilişkin bir röportajda “Suudi yetkililer, dikkatli davranmaları gerektiğine inanıyor. İsrail’le ilişkileri normalleştirmeyi küçük adımlarla yapmak istiyorlar; İsrail’in varlığını kabul etmek, barış ihtimalini tartışmaya başlamak gibi… İki ülke arasında güçlü ilişkiler kurulması durumunda kamuoyunun bunu kucaklamaya hazır olmadığının farkındalar" ifadelerini kullandı.

Bu yılki Arap Düşünce Endeksi, İsrail ile halka açık şekilde ilişki kurmayan tek Arap ülkesi Katar’ın ve Filistinlilere destek konusunda öncü Müslüman ülke konumundaki Türkiye’nin halkın saygınlığı sıralamasında Çin, Rusya ve İran’ın üstünde yer aldığını gözler önüne serdi.

Katar’ın siyasal İslam ve devlet kontrolünde, hükmedene mutlak itaat görüşüne karşı BAE destekli kurulan Müslüman grupta oluşan çatlak Filistin meselesinin halkın nezdinde duygusal bir konu olduğunu bir kez daha gösterdi.

Suudi Arabistan konusunda ise analistler konunun Filistin olması yanı sıra, yönetimin isteklerine boyun eğen dini liderlerin güvenilirliğini kaybettiği yönündeki sinyallerin de alınmaya başladığını belirtiyor. Suudi din adamlarının yeni vaazları, “Yahudilerin Peygamber’in katili olduğu” ve “dünyanın pislikleri” olduğu yönündeki eksi söylemleri ile çelişiyor.

Bu eleştiriler ve Suudi Arabistan’daki dini otoritenin Prens Muhammed’in korona virüsü salgını ile mücadele yöntemlerinden memnun olmadığına yönelik farklı işaretler, Suudi Arabistan’ın İsrail ile ilişkilerini resmileştirmek yerine iyi niyet göstergeleriyle yetinmesinin sebebi olarak gösterilebilir.

İddialara göre Suudi yetkililer, mart ayında İslami akademisyen Şeyh Abdullah Saad’ı sosyal medyada hükümetin toplu cuma namazlarını yasaklamasını eleştiren bir ses kaydı paylaşması üzerine tutukladı. Mekke’deki bir imam ise Suudi hapishanelerinde salgının yayıldığına dair kaygılarını dile getirdikten kısa bir süre sonra kovuldu. Krallığın Kıdemli Din Adamları Kurulunun salgının başlangıcında camileri kapatmanın İslami ilkelere ters düştüğünü belirten fetva taslağı hazırladıkları ancak hükümetin bu görüşü duyurmamaları için kurula baskı uygulayarak ikna ettiği de biliniyor.

Krallığın aşırı muhafazakar din adamları arasında, ülkeyi yöneten Suudi ailenin, dini kesim ile ülkenin kuruluşu sırasında varılan güç paylaşım anlaşmasını bozacakları yönünde endişeler mevcut.

Akademisyenler, yöneten ailenin din ve devlet işlerini birbirinden ayırmayı düşündüğünden kuşkulanıyor. Bu kuşkunun sebepleri arasında ise Prens Muhammed’in dini otoriteyi itaate yöneltmesi ve milliyetçiliği vurgulayarak dinin etkisini önemsizleştirebileceği yer aldı. Suudi dini otoriteleri bu konuda, Sudan’ın isyan sonrası, yakın zamanda aldığı, dinin devlet üstündeki hükmünün kaldırılması kararını da dikkate alıyor.

Aşırı muhafazakarlar, Prens Muhammed’in vadettiği politikalara karşı bir tehdit oluşturmuyor. Kadınlara yönelik kısıtlamaları hafifletmek de dahil olmak üzere sosyal reformlar, cinsiyet ayrımını azaltmaya yönelik liberalleşme ve henüz gerçekleşmeyen genç nüfusa daha fazla fırsat yaratma sözüne halkın önemli bir kısmı olumlu tepki verdi.

Ancak bu sebeple, İsrail ile resmi ilişkiler kurulması gerektiğini savunan Prens Muhammed, halkın tutku ve duygularını canlandıran bu konu hakkında dikkatli ve stratejik adım attığını gösteriyor.

İşte bu nedenle, İsrail’le ilişkileri normalleştirmeye inanan Prens’in, halkın eski tutkularını uyandıracak kararlar konusunda dikkatli olması gerekiyor.

Kaynak: İsrael Hayom, “Is normalization between Saudi Arabia and Israel in the cards?”, 12 Ekim 2020

Çeviri: Fiona Doenyas

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün