“Auschwitz’den sonra her gün bonustur”

Polonya, Krakow yakınlarındaki Auschwitz Ölüm Kampında, Naziler tarafından II. Dünya Savaşı sırasında öldürülen milyonlarca insanın anısına bir müze bulunur. Müzenin koridorları, her mahkûmun kampa varışlarında, SS muhafızları tarafından çekilen binlerce fotoğrafla kaplıdır. Auschwitz’den canlı çıkabilen, 70’li, 80’li ve daha yaşlı insanların portreleri, Harry Borden tarafından çekilerek kitaplaştırıldı.

Sara YANAROCAK Kavram
28 Ekim 2020 Çarşamba

Polonya, Krakow yakınlarındaki Auschwitz Ölüm Kampında, Naziler tarafından öldürülen milyonlarca insanın anısına bir müze bulunur ve orada anma törenleri yapılır. Müzenin koridorları, her mahkûmun kampa varışlarında, SS muhafızları tarafından çekilen binlerce fotoğrafla kaplıdır.

Başları tıraşlı kadın ve erkeklerin resimlerinde, bazıları açıkça korkuyor, diğerleri kameraya meydan okurcasına bakıyorlar. İnsan buna çok şaşırabilir ama kamp hakkındaki önyargılarımıza ışık tutuyor. Yani resimlerdeki insanların yüzleri, bir bakıma kendi karakterlerini yansıtıyor.

Daha da rahatsız edici olanı, yatakhane barakalarındaki odalardan birinde sergilenen bir fotoğraf koleksiyonu. Aslında insanı dehşet içinde bırakan ve etkileyen, bu barakadaki fotoğraflar.

Fransız Yahudilerinin aile albümlerinden alınmış, iyi durumda, orta sınıf ebeveynleri ve çocukları tatilde veya resmi portrelerde 20’li ve 30’lu yıllarda kamera sahibi olabilecek türden aileler tasvir ediliyor. Bu insanların hiç birinin ne olacağı hakkında fikri yok. O kadar mutlu, o kadar kendilerinden emin görünüyorlar ki, birçoğumuzun büyükanne ve dedelerimizin resimlerine çok benziyor.

Auschwitz’den canlı çıkabilen, 70’li, 80’li ve daha yaşlı bazı insanların portreleri, Harry Borden tarafından çekilerek kitaplaştırıldı. Bu kişiler hayatta kaldıktan sonra, ABD ve Avustralya gibi çok uzak yerlerde yeni hayatlar kurdu, ancak nereye giderlerse gitsinler, ruhlarının derinliklerinde, anıları her zaman ağır bir yük olarak kaldı.

Fotoğrafların çoğunda, özneler doğrudan objektife değil, sanki geçmişi anımsar gibi hep uzaklara bakıyor. Her birinin portresinin yanında, kendi orijinal el yazılarıyla duygu yansımaları var. Böylece olaya daha fazla anlam katılmış oluyor.

Bu yazıların birçoğu olumlu, hatta şükür duası gibi… İtalyan Direnişi tarafından saklanan 1920 doğumlu Napolili Lina Varon şöyle yazıyor: “Savaştan ve savaşın sonuçlarından sağ çıktıktan sonra, yaşadığım her gün benim için bir ikramiye, bir bonus gibi.” 1926 doğumlu ve bir dizi çalışma kampından kurtulan Polonyalı Hana Kantor ise şöyle diyor: “Hayat bir rüyadır, çabucak geçip gider. Hayatta risk almak iyidir. Asla umudunu kaybetme.”

Diğerleri dehşet verici çetin sınavlara işaret ediyor. 1944’te ölüm kamplarına gönderildiğinde 20 yaşındaki Olga Berkovitz şunları hatırlıyor: “Auschwitz’e vardığımızda Naziler uygun olmayanlardan birini, annemi seçti. Sevgili annemin koluna yapıştım. Onun götürülmesine engel olmak istiyordum. O anda Mengele yüzüme şiddetli bir tekme attı ve dişlerim kırılıp yere düştü. Bu sevgili annemi son görüşümdü.”

Kitabın arkasında kişilerin daha uzun biyografileri yer alıyor. Bazıları inançlarından bahsediyorlar. Bazılarının dehşetten kurtulabilmelerine ait duyguları, gayet realist bir biçimde anlatılıyor. İsteri duyguları hiç birinde yok.

Örneğin şu anda 84 yaşında olan ve İsrail’de yaşayan Jack Jaget, Polonyalı ebeveynlerinin 1942’de, kendisi yedi yaşındayken komşu bir çiftliğe gittiklerini ve aileye onları koruması için yalvardığını anlatıyor. Annesi çiftçiye, “Bizi saklarsan, sahip olduğumuz bina senin olur” diye söz vermiş.

Çiftlikteki domuz ahırına bir hendek kazıldı, orası tahtalar ve çamurla kaplıydı. Jaget Ailesi, karı-koca ve üç çocukları, 22 ay boyunca o ıslak ve soğuk yerde saklandı. Almanlar şüphelendi ve çiftliğe iki kez baskın düzenleyip aradı, fakat gizli hendeği bulamadılar. Oradan çıktıklarında, Jack’in kız kardeşi ve ikiz kardeşi yürüme yeteneklerini kaybetmişlerdi.

Holokost’u Anma Günü veya Borden’ın fotoğraflarının yanında yazılan mesajlardan herhangi biri bu gün bir slogan görevi görebilir, ancak en felsefi ve umut verici mesajlardan biri, Ravensbruck ve Bergen Belsen Toplama Kamplarından kurtulan emekli öğretmen Peter Stern’e ait: “Her zaman yanımızda olan geçmiş, yaşamlarımız için, hem çapa hem de pusuladır.”

Hana Kantor

Hana Kantor, kızlık soyadı Szcancer, Polonya’nın Strzemieszyce kentinde 1926’da doğdu, ancak kesin tarihi kimse bilmiyor. Gençken, Holokost’tan sağ kurtuldu, bir dizi çalışma kampında korkunç koşullara ve ailesinin çoğunun kaybına göğüs gerdi. O zamandan beri, her gününü hayatını yeniden inşa ederek geçirdi. Savaşın sona ermesinden sadece haftalar sonra, hayatta kalan ve sonradan sevgili eşi olan Anschel Kantor ile tanıştı.

Yerinden edilmişlerin kamplarında yıllarca yaşadıktan sonra, 1949’da New York’a geldiler. Hana’nın Rus ordusu tarafından kurtulmasının üzerinden on yıllar geçmesine rağmen, hâlâ onlara olan minnetinden bahsediyor. Uzun ve mutlu bir evlilikten, dört çocuk, 12 torun, 12 de torun çocuğu var. Hepsi de Holokost’ta hayatta kalmış ve onun gibi göçmen olan bir grup yakın kız arkadaşı var.

Carl Willner

Carl, 1925’te Polonya’da küçük bir kasaba olan Dubrowa Tarnowska’da doğdu. Nazi işgali sırasında iki getto, dört çalışma kampı ve üç toplama kampının ağır şartları altında yaşadı. Büyükbabası Labish Kohane’nin sakalının Naziler tarafından kopartıldığına tanık oldu. Yaşlı adam ölürken son dileği, bunu bütün dünyanın bilmesi ve anlaması idi. Auschwitz’de bir tüfeğin ucuyla yüzünün yan tarafı parçalanan Carl, Auschwitz’deki bir kimya fabrikasında çalışmak üzere 500 kişiden biri olarak seçildi ve kampın Buna bölümünde yaşadı. Ailesi, kuzenleri, teyzeleri ve amcaları da dâhil olmak üzere ailesinden yaklaşık 80 kişi öldürüldü.

Kurtuluştan kısa bir süre sonra kardeşi Charles ile ABD’ye geldi. İlk işi bir guguklu saat fabrikasındaydı. Daha sonra kardeşiyle birlikte Hymie’s adında bir şarküteri dükkânı satın aldılar. 1956’dan 1976’ya kadar işi öylesine büyüttüler ki, en popüler Philadelphia restoranlarından biri haline geldi. İki çocuğu ve üç torunu var. Carl’ın karısı Etta, sekiz yıl önce vefat etti. Son derece olumlu bir kişiliği olan Carl insanların iyiliğine ve Tanrı’ya inanıyor. 30 yılı aşkın süredir liselerde, sinagoglarda ve üniversitelerde Holokost hakkında konuşuyor.

Jack Feldman

Srulek ‘Jack’Feldman, 1926’da Skarzysko-Kamiena Polonya’da dünyaya geldi. Jack’in ailesi, doğumundan kısa bir süre sonra, Sosnowiec Polonya’ya taşındı ve kaptanlık yapan babası, evlerinin birinci katında bir mağaza kurdu. Jack, Sosnowiec’te mutlu bir şekilde yaşadı. Okula gitti, okuldan sonra İngilizce, Almanca ve İbranice öğretmenleriyle çalışarak bu dilleri iyi derecede öğrendi. Her gün arkadaşlarıyla futbol oynardı. 1939’da savaş patlak verdikten sonra, ailesi Sosnowiec Gettosuna taşınmak zorunda kaldı. 1940 yılında, 14 yaşındaki Jack gettoda bazı çocuklarla birlikte yürürken, Naziler onu yakaladı ve götürdü. Bergen-Belsen, Buchenwald, Annaberg, Fallsbruck, Gleiwice, Ludwigsdorf ve Auschwitz-Birkenau dâhil bir dizi Nazi çalışma ve ölüm kampına gönderildi. Jack, 23 Temmuz 1944’te Auschwitz’e geldi. Koluna A-17606 numarası dövme yapıldı.

17 Ocak 1945’te, Sovyet Ordusu Auschwitz’e yaklaşırken Jack, birçok mahkûmla birlikte, Polonya’dan Almanya’ya ölüm yürüyüşüne zorlandı. 5 Mayıs’ta, Almanya’ya çok yaklaştıkları sırada, Müttefik kuvvetleri tarafından kurtarıldılar. Kurtuluştan sonra Jack, evine geri döndüğünde yakın aile üyelerinin hiç birinin hayatta olmadığını öğrendi. Evsiz ve kimsesiz olduğunu öğrenen delikanlı ‘Feldafing Displaced Persons’ (yerinden edilmişler) kampına girdi. Orada evlendi ve bir oğlu oldu. 1949’da karısını ve oğlunu yanına alarak USS Marine Flasher gemisiyle ABD’ye gitti. Bu gün Jack’in üç çocuğu, yedi torunu ve altı torun çocuğu bulunuyor.

Irving Roth

Irving Roth, 1929’da babasının kârlı bir kereste işine sahip olduğu Çekoslovakya, Kösice’de doğdu. Savaş başlayınca, aile Macaristan’a kaçtı ve 1944’e kadar orada saklandı. O ve erkek kardeşi Auschwitz’e götürüldü, trenle yapılan nakliye işleminde, oraya varan 4 bin Yahudi’den sadece 300’ü Auschwitz-Birkenau varış peronundaki ilk seçimden sağ çıktı. Irving, kurtuluştan sonra eve döndüğünde, anne ve babasının hayatta buldu. Kardeşi ölmüştü. Bilinen son yeri Bergen-Belsen’di.

Irving, Holokost Kaynak Merkezi-Judea Manhasset Temple’ın müdürü ve Maine Üniversitesinde yardımcı profesördür. Antisemitizm ve Holokost konusunda tanınmış bir konuşmacıdır. ABD, Kanada ve Avrupa’daki kolej ve üniversitelerde sık sık öğretim görevlisi olarak ders vermektedir. İki çocuğu, dört torunu ve iki torun çocuğu var.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün