Sagalassos - Tarih, coğrafya, doğa… Hepsi bir arada…

Roma İmparatorluğu döneminin en önemli kentlerinden biri olan Sagalassos, günümüze kadar en iyi şekilde korunarak gelen antik kentlerden biridir. Tarihi kalıntıları kadar, gölleri ve doğal güzellikleriyle de dikkate değer olan Burdur ve Isparta, özellikle son dönemlerde hakkettiği ilgiyi görüyor.

Cako TARAGANO Seyahat
4 Ağustos 2020 Salı

Üyesi olduğum Gezginler Kulübünde ‘En Güzel Gezi Anısı Anlatma Yarışması’nı kazanınca, ödülüm Sagalassos turu oldu. Arkadaşlarım da katılmak isteyince, bölge için en ideal mevsim olan ‘Gül Hasatı’ dönemi gitmeye karar verdik. Baharın ilk günlerinde, bir pazar öğlen saatlerinde İstanbul Havalimanından Isparta’ya uçtuk.

Rehberimiz rotamızı önce Burdur’a çevirdi. Yerel bir lokantada açlığımızı giderdik. Menü mercimek çorbası, Burdur şiş köfte kebabı, salata ve Burdur’a has ceviz tatlısı idi. Biz et yemeyenlere pide hazırlandı.

Yemek sonrası Burdur Arkeoloji Müzesine yöneldik. Rehberimiz neredeyse tüm obje ve heykellerle ilgili açıklamalarda bulundu. Burdur, MÖ 7000’li yıllara kadar dayanan tarihiyle Roma, Bizans ve Selçuklulardan sonra Osmanlı ve Cumhuriyet sonrası Türkiye egemenliğinde bir şehir olmuş. Burdur gibi küçük bir şehirde bu kadar güzel bir arkeoloji müzesine hayran kaldım doğrusu.

Müze çıkışı hafif çiseleyen yağmur altında yürüyerek küçük bir şehir turu yaptık. Burdur şehri ve halkı hakkında bilgilendik. Pazar günü olduğundan dükkân ve hanlar kapalıydı. Şehre tepeden bakan surları, Ulu Camiyi ziyaret edip, sokak ve caddelerini fotoğrafladık. Hava kararmak üzereyken otelin yolunu tuttuk. Yaklaşık bir saatlik yolculuk sonrası Ağlasun mevkiindeki Sagalassos Lodge & Spa butik otelimize vardık. Şık, güzel, Spa ve havuzu olan, terasları, bar ve şömineli salonu ile keyifli bir butik otel... Geç vakit açık büfe servis veren yemek salonuna indik. Yemek sonrası kahvelerimizi şömineli piyano barda içip sohbet ederek geceyi sonlandırdık.

ANTİK KENTE YOLCULUK

Ertesi sabah güneşli bir güne uyandık. Keyifli bir kahvaltı sonrası, tura başlamadan, otelin alabildiğine yeşillik, ormanla bütünleşen girişinde, içimizi ısıtan güneşin verdiği enerjiyle ciğerlerimize tertemiz oksijeni doldurduk. Ardından otobüsle Sagalassos Antik Kentine doğru yola çıktık.

Fransız gezgin Paul Lucas tarafından tesadüfen keşfedilen antik kentin kazı çalışmaları günümüzde Belçika Leuven Üniversitesi ekibi tarafından halen devam ediyor. Müthiş bir antik kent. Rehberimiz kazı sonrası ortaya çıkarılan dünyanın en yüksek rakımlı antik tiyatrosu, Marcellum (Gıda pazarı), meclis binası, Antoninler Çeşmesi, Agora, Odeon, Roma hamamı, eski çağlardan beri suları akan Helenistik çeşme, Neon kütüphanesi, Çömlekçiler mahallesini yaklaşık 3 saat süren bir tur ile gezdirip anlattı. Zorlu bir parkur olsa da gördüklerimiz ve dinlediklerimizden büyük zevk alıyor, tepemizdeki güneşe aldırmadan tırmanıp yeni bilgiler edinmenin keyfini çıkartıyorduk.

Antik kent sonrası otobüsle Eğridir Gölü kıyısına indik. Elma bahçeleri, ağaçlıklı yolları ve parkları ile dağ ve göl manzarasının tadını çıkararak göl kıyısındaki balık restoranına vardık. Birkaç soğuk meze, salata ve mezgit tavadan oluşan yemeğimizi buz gibi biralarla taçlandırdık. Manzara güzel, mezeler lezzetli, servis harikaydı. Yemek sonrası göl kenarında biraz turladıktan sonra Yazılı Kanyon’a doğru yola devam ettik. Doğa harikası milli bir park. Yazılı Kanyon adını, ünlü şair Epiktetos’un buradaki kayalara oyarak yazdığı ünlü ‘Hür İnsan Üzerine’ şiirinden almakta. Kanyonda harika manzaraları izleyerek yaptığımız yürüyüş sonrası akşam saatlerinde otele döndük.

Salı günü yoğun programımız Kibyra ve Kremna Antik Kentlerini içeriyordu. Kahvaltı sonrası Kibyra’ya doğru hareket ettik. Gölhisar’a vardığımızda antik kenti keşfe çıktık. Gölhisar’ın kuzeybatı tepelerinde bulunan antik kentin agorası, stadyumu, tiyatrosu ve meclis binasının kalıntıları çok güzel korunmuş. Öğlen yemeğimizi Gölhisar’ın merkezindeki bir esnaf lokantasında yedik. İnanılmaz lezzetteki kuru fasulyesini o kadar beğendim ki İstanbul’a getirmek üzere köylülerden satın aldım. Bulgur pilavı ve turşu, damak çatlatan kuru fasulyenin tamamlayıcı aksesuarları oldu.

Yemeğin ardından Kremna Antik Şehrine yöneldik. Kremna Yunancada uçurum anlamına geliyor. Buraya gelince şehrin neden bu adı aldığını apaçık gördük. Bu tepeden Aksu Vadisi ve Karacaören Barajına doğru uzanan manzarayı panoramik şekilde izledik. Roma dönemine ait harabelere patikalardan geçerek ulaşabildik. Uçurumlarla dolu tehlikeli yolda yürürken adrenalin tavan yaptı. Gruptan bazı arkadaşlar otobüse dönmeyi tercih etti. Parkur çok yorucuydu; güneş battığında tepelerin ayazı içimizi titretmişti. Ancak zor bir deneyim yaşamanın keyfiyle otobüse döndük. Otele vardığımızda sıcak bir duş alıp yorgunluk attım.

Çarşamba sabahı gül hasadını görmek için Isparta’ya yöneldik. Lavanta ve gül bahçelerine vardığımızda ne yazık ki hasat için henüz erken olduğunu gördük. Güller açmamış, lavantalar büyümemişti. Yıllık üretimi, ekim ve hasat dönemleri, toprağın özellikleri gibi teknik bilgileri bizi tarlada karşılayan yetiştiricilerden aldık. Daha sonra, kooperatifin, gül yağından üretilen kozmetik ürünlerinden tutun gül kahvesine kadar satışı yapılan Güneykent gül yağı tesislerinin satış mağazasına geçtik. Gül sabunu, gül kremi, gül suyu, güllü lokum, güllü kahve gibi birçok üründen hediyelik aldık.

MARS YÜZEYLİ GÖL  

Öğlene doğru bir saatlik otobüs yolculuğunun ardından Salda Gölüne vardık. Salda Gölü, Göller Bölgesinde, ormanla kaplı tepeler, kayalık araziler ve küçük alüvyonla ovalarla çevrili hafif tuzlu karstik bir göl. 184 metreye varan derinliği ile Türkiye’nin üçüncü en derin gölü olup, aynı zamanda toprağı Mars gezegeni özelliği gösteren iki yerden biriymiş. Göldeki magnezyum yüklü beyaz kayaların aynısı Mars’ta olduğu için, buraya Mars yüzeyli göl de denmekte. Gölün toprak yapısında sahip olduğu mineraller sayesinde, göl suyunun bazı cilt hastalıkları için tedavi etkisi olduğunu öğrendik. Grubumuzun hanımları hemen çoraplarını fora edip, paçalarını sıyırdıkları gibi göle ayaklarını soktular. Suyun berraklığı ve turkuaz rengi ile kumların beyazlığı adeta Karayip sahillerini andırıyordu. Yemeğimizi göl kenarındaki piknik alanında yedik. Yemek sonrası göl manzaralı cafede güzelim Salda Gölünün fotoğrafını beynimizin bir köşesine kazıdık.

Tarih, coğrafya, doğa ile dolu dört günlük Sagalassos turumuzun sonuna gelmiştik. Dönüş zamanı gelince bu kez Denizli’nin Çardak Havaalanından İstanbul’a uçtuk.

Bir Tutkudur Seyahat…

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün