Naz Erayda Kurdoğlu’dan ‘İlginç Ötesi Doğaçlamalar’

Naz Erayda Kurdoğlu pandemi günlerinde Okan Üniversitesi Konservatuarı Tiyatro Bölümü öğrencileriyle yaptığı ilginç ötesi doğaçlama çalışmalarını izleyicilerle Vimeo’da paylaşıyor ve tasarımcılığının, yönetmenliğinin ve metin yazarlığının yanı sıra olağanüstü bir eğitmen olduğunu da kanıtlıyor.

Erdoğan MİTRANİ Sanat
24 Haziran 2020 Çarşamba

Çoğunluğun Türk Sinemasının çok sayıda ödül sahibi sanat yönetmenlerinden, Türk Tiyatrosunun sayısız ödül almış dekor ve kostüm tasarımcısı olarak tanıdığı Naz Erayda 1991’de, sonradan yaşam ortağı da olacak yazar yönetmen Kerem Kurdoğlu ile birlikte, günümüzün tüm çağcıl tiyatro topluluklarının öncüsü olan Kumpanya’nın iki kurucusundan biri, has bir tiyatrocu. 

Adını son zamanlarda, mesleki formatının yerine resmi şekli Naz Erayda Kurdoğlu olarak yazan sanatçı, pandemi günlerinde Okan Üniversitesi Konservatuarı Tiyatro Bölümü öğrencileriyle yaptığı ilginç ötesi doğaçlama çalışmalarını izleyicilerle Vimeo’da paylaşıyor ve bu vesileyle tasarımcılığının, yönetmenliğinin ve metin yazarlığının yanı sıra olağanüstü bir eğitmen olduğunu da kanıtlıyor.

Söz konusu doğaçlamaların her biri, konseptini ve yönetmenliğini, Naz Erayda Kurdoğlu’nın yaptığı, eşi Kerem’in danışmanlığını, kızları Maya’nın kurgusunu üstlendiği, özenle filme alınmış birer kısa tiyatro oyunu.

Okullar kapanır kapanmaz eğitimini Zoom üzerinden vermeye başlayan Erayda, önce metinleri elden geçirmiş, sonra da çalışmaları yönetmiş. Her biri ayrı mekânlarda yaşayan öğrenci / oyuncuların bulundukları yerlerde telefon ve bilgisayar kameralarıyla çektikleri videolar, farklı bir mekânda kurgulanarak son şeklini almış.

Bazı oyunlarda ikişer üçer, bazılarında ise daha geniş bir ekip olarak karşımıza çıkan bu çocukların hepsinin adını paylaşmak istiyorum: Cihan Türk, Emre Çakır, Side Balaban,Süleyman SucuoğluAlper MertDiren Coşkun, Eda Demirel, Seher GüllapoğluAli KatırcıAhmet Safa Gerz, Emre Karip. Emin olun yakın bir gelecekte tiyatromuzun önemli oyuncuları olarak karşımıza çıkacaklar.

Birbirinden tamamen bağımsız ve birbiriyle kesinlikle ilintili gibi gelişmeyen bu altı oyunun tamamı izlendiğinde, değişik yönleriyle tüm farklı aşamaları üzerinden doğaçlamanın özünü ortaya çıkaran müthiş bir tematik birliktelik oluşturuyorlar.

‘Belli Bir Yer / O Sırada Dışarıdan Sesler Duydum’ ile ‘Belli Bir Yer / Gömleğinin İçinde Gibiydi’adını taşıyan iki videoda doğaçlamada öykü anlatıcılığı öne çıkıyor. Hepsi di’li geçmiş kipinde anlatılan bu öykücükler, yaşanmış ya da hayal edilmiş bir anıyı, bir düşü ya da sıradan bir olayı anımsıyor gibiler. Bu iki oyunun da en etkileyici yanı, her bir oyuncunun çıplak bir beyaz fon önünde, yazmış olduğu bir metni, sadece yüzü, sesi ve mimikleriyle izleyiciye son derece doğal ve inandırıcı şekilde yansıtabilmesi. 

‘Saçların Uzamış’, iki dakikayı biraz aşan süresiyle kısacık, ama ‘Belli Bir Yer’ oyunlarını ilginç ve farklı bir şekilde tamamlayan bir oyun. ‘Belli Bir Yer’deki gibi monologlardan oluşuyor ama bu kez iç içe geçen bu kısacık monologlar, birbirini tamamlayan bir tek toplu konuşmaya dönüşüyor.

‘Sol Elimle Gardırobun Sol Kanadını Açıyorum’ birbirinden bağımsız dokuz monologdan oluşuyor. Bu kez anlatılan bir anı ya da bir öykü değil, bir eylem. Öyle önemli, etkileyici bir eylem değil; bir kapı açmak, çoraplarını giymek ya da çıkarmak, krem sürünmek ya da bir dilim ekmeğe bolca peynir sürmek gibi basit, sıradan bir eylem. Monologların hiçbir şekilde birbirini tamamlamaksızın, sadece görsel ve işitsel olarak iç içe geçmeleri oyuna heyecan verici bir tempo ve benzersiz bir müzikalite kazandırıyor. 

Ekibin tamamının monologlarıyla yer aldığı ‘Uyuyamadım’, ilk dört oyundan farklı olarak beyaz bir fonda değil, kapısı penceresi olan, içinde mobilyası masası ya da yatağı olan dayalı döşeli mekânlarda geçiyor. Birbirine karışan monologlar anlam olarak birbirini tamamlamasalar da mekânların getirdiği gerçeklik ve inandırıcılık konuşmalara da yansıyor.

Bir ön oyun / prolog, üç ayrı bölüm ve bir son söz / epilogdan oluşan, serinin son ve en uzun oyunu ‘Pencereyi Rüzgâr Kapamış’, biçem ve anlatı olarak tamamının bir sentezi gibi. Side Balaban, Süleyman Sucuoğlu ve Cihan Türk’ten oluşan üç kişilik kadro prologda, Side Balaban ve Süleyman Sucuoğlu’nun ürettiği tamamen anlamsız sözcüklerden oluşan bir ses bandı eşliğinde, doğaçlama mimiklerle anlamsıza anlam vermeye çalışıyor. Bölüm I, görsel olarak çoğaltılarak dokuzluya dönüşen üçlünün bir koro olarak başlayıp sonradan bireysel monologlara dönüşen bir metinle gelişiyor. Bölüm II, epilogdaki ses bandının efektlerle genişletilmiş şekli eşliğinde, köşe teşkil eden iki dik planda ekibin bireysel bedensel doğaçlamalarına yer veriyor. Bölüm III, Bölüm I’e benzer formatta ama farklı bir metinle sürüyor. Epilogda yine bedensel doğaçlamaya dönüş var ama bu kez tüm beden yerine yakın planlarla kısmi görüntülerle aktarılıyor.

‘Pencereyi Rüzgâr Kapamış’, metin çalışması olarak da diğerlerinden farklı. Yine oyuncular tarafından yazılmış ama Meltem AhıskaSevinç Çalhanoğlu ve Kerem Kurdoğlu’ndan alıntılar yapılarak kaleme alınmış.

Danışman olarak Kerem Kurdoğlu’nun tabii ki büyük katkısı olmuş ama ben asıl kızları Maya’nın kurgusundan çok etkilendim. Kadraj kullanımı, her bir kareyi müthiş dengeli bir bütünün içine başarıyla yedirmesi, bazı karelerin karartılıp aydınlatılarak görüntüye müthiş bir hareket ve devinim katması oyunlara büyük katkısı olan yaratıcı çalışmalar. Boşuna ‘armut dibine düşer’ dememişler.

Kumpanya, günümüzde yapılmakta olan ayrıksı ve ilerici her türlü çalışmayı 30 yıl öncesinden denemiş ve başarıyla uygulamış, çağının çok ötesinde bir tiyatro anlayışına sahipti. Kerem Kurdoğlu ve kurucu ortağı Naz Erayda’nın 1990’lı yılların başlarında ürettikleri müthiş işler arasında ‘Fayton Soruşturması’ ve ‘Canlanan Mekân’, unutmak bir yana, bölüm bölüm hâlâ gözlerimin önünde olan çalışmalardır. Kerem Kurdoğlu’nun yazdığı ‘Fayton Soruşturması’na Naz Erayda benzersiz bir derinlik ve görsellik katmıştı. Bu yazıda sadece anılarımla üç haftalık bir yazı konusu olacak bu oyundan değil, Naz Erayda’nın yönettiği iki deneysel çalışmadan, Tarlabaşı Bulvarındaki manastırın büyük bir odasını bir oyun mekânı olarak tasarladıktan sonra içine soktuğu Kumpanya ekibinin mekândan yola çıkarak doğaçlamalarla oluşturduğu benzersiz ‘Canlanan Mekân’dan ve 9. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali için Sevim Burak’ın ‘Everest My Lord’undan Bülent Erkmen’le birlikte oyunlaştırdıkları, Cihangir’de bir binanın üzerine projeksiyonlar ve canlı oyuncularla kotarılan oyundan etmek istiyorum. Çünkü bu son doğaçlamalarda yıllar öncesinden tadı damağımda kalmış olan bu iki oyunun o emsalsiz lezzetini yeniden duyumsadım. 

‘Deneysel’ sözcüğü sizi korkutmasın; bunlar müthiş heyecanla izlenen çok etkileyici oyunlar. 

Sokrates öğrencilerine “Ben hocanız değil, ebenizim” diyerek, onlara yeni bir şey öğretmekten çok, aslında içlerinde var olanı doğurtmak için destek olacağını anlatırmış. Günümüzün bir Sokrates’i gibi Naz Erayda’nın gencecik öğrencilerine doğurttuğu metinler ve bu çocukların metinlere getirdikleri kişisel yorumlar olağanüstü. 

Vimeo’ya girip üst sağdaki arama köşesine Naz Erayda diye yazarsanız hepsi karşınıza çıkıyor. Her ihtimale karşı tam adresi de vereyim. https://vimeo.com/428163312

Mutlaka izleyin derim. Hepinize sağlıklı seyirler dilerim.

 

 

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün