Korona sonrası dijitalleşme

Dünyayı etkisi altına alan korona virüsü sebebiyle zor günlerden geçiyoruz. Korona kaynak değil, bir hızlandırıcı. Birçok şey zaten hareketlenmişti, bizler görmezden gelmeyi tercih ediyorduk. Şimdi bu olgular o kadar hızlandı ki, görmezden gelme ihtimali de kalmadı.

Yaşam 1 yorum
20 Mayıs 2020 Çarşamba

Akan Abdula - Doris Cemel

 

Bugünlerde sürekli yeni normallerden bahsediyoruz. Oysa korona öncemiz de normal değildi ki, yeni normaller bekleyelim.

Türkiye’de yıllardır yaşanan ekonomik krizlerin, siyasi dalgalanmaların, darbe girişiminin, depremin yarattığı anksiyete karşısında ne yapacağımızı bilmez bir şekilde bekliyorduk. 

Masaların altına gizlenmiş yetişkinlerdik. Paralize olmuştuk ve yetişkinliği kaldıramıyorduk. 

Korona ise belirsizliği olmayan bir salgın. Geldiği ülkeyi, şehri, pazarı, yürüdüğü yolları biliyoruz. Nasıl önlemler alacağımızı öğreniyoruz. 

Korkunç ama belirsiz değil. Neden korkacağınızı bilirseniz, nasıl savaşacağınızı da bilirsiniz. Bu savaşta en büyük silahlarımızdan biri ‘dijitalleşme’ oldu. Yeni hayatımıza dijitalleşerek adapte olmaya çalışıyoruz. 

Evlere kapandık ve işleri yürütmenin kendimizce yollarını bulmak için savaşıyor, çaba gösteriyoruz. 

Verilere baktığımızda korona öncesi “Alışverişlerimi dijital kanallar üzerinden yapmak istiyorum” diyenlerin oranı yüzde 10’lardayken artık bu oran yüzde 43 seviyelerinde. 

Dijitalleşme arzumuz çok yüksek peki pratikte durum ne?

Kimimiz bu dijital dönüşüme çok daha hazırlıklıydık ve hızlıca hayatımızın birçok alanında dönüşümü gerçekleştirebildik. Örneğin, kapanan dükkanlar e-ticarete yöneldi, öğrenciler derslerini çevrimiçi almaya başladı, kafelerde/restaurantlarda geçirdiğimiz saatlerin yerini video konferanslar aldı, alışverişler internetten yapılmaya başlandı, bankada çevrimiçi yapamadığımızı sandığımız işlerimizi çevrimiçi çözmeye başladık ve aslında tüm dijital teknolojilerin çok da zor olmadığını gördük, kolayca benimsedik.  

Ancak her şey mi internet aracılığı ile olacak? Bu Türkiye demografisi ve trendleri için imkânsız. 

Türkiye’de teknolojiden uzak, gelir seviyesi düşük, banka hesabı dahi olmayan nüfusun oranı yüzde 42. Bu kitle dijitalleşmeyi arzulasa da önlerinde birçok bariyer var. Nasıl dijitalleşeceklerini bilmiyorlar, dijitalleşme olanakları yok denecek kadar az ve onlara yol gösterebilecek kimse de ortada yok. 

Ayrıca Türkiye’de kentleşme süreci devam ediyor. Gelecek on senede Türkiye 90 milyonluk bir ülke olacak ve ülkenin yüzde 85’i, 15 şehirde yaşayacak. Bu şehirlerde insanlar asgari yaşam koşullarını maalesef bulamayacaklar. Mahallelerinde yürüyecek, nefes alacak yerler olmayacak. Bu insanların da nefes alabilmek için büyük metrekarelere ihtiyaçları olacak. Bu ihtiyaçları alışveriş merkezleri tamamlayacak. Haliyle bu insanlar bu sosyolojik ihtiyaçları için buralarda kalmaya devam edecek. 

Peki ya korona sonrası yeni dönemde dijitalleşme sürecinde bizi neler bekliyor?

Artık sanal entegrasyon çağına girdik. 

Çin’in Wuhan salgınını yönetme şekli, hepimizin kafasındaki dijitalleşme anlayışını derinden sarstı. Dijitalleşme sadece dijital kanalları kullanmak değil. Örneğin, Çin Hükümeti inanılmaz bir veri yönetimi ile koronaya savaş açtı. Sokak kamera sistemleri üzerinden yüz okuma sistemleri ile her vatandaşı takip ettiler ve bu kişilerin telefonlardaki uygulamalarıyla birleştirdiler. Eğer bu kişi hastalanırsa, son 14 günde gittiği tüm yerler veri tabanlarında zaten yer alıyordu. Gittiği ve buluştuğu her kişiye SMS yollandı ve kendilerini karantinaya almaları söylendi.

Dijitalleşme artık sosyal medya değil. Dijitalleşme büyük veri, yapay zekâ. Peki, daha neleri görmeye başlayacağız?

Yapay zekâ artık eğitim, adalet, sağlık gibi her alanda varlığını daha çok göstermeye başlayacak. ‘Sanal gerçeklik’ ve ‘artırılmış gerçeklik / augmented reality’ gibi kavramlar hayatımıza sızacak. Sevdiklerimiz sanki karşımızdaymış gibi üç boyutuyla karşımızda olacak. Bu teknolojilerle hayaller ve gerçekler birleşmiş olacak. Örneğin, evimizde köpek görmek istiyorsak, artık google’a yazmamız yeterli olacak. 

Dokunarak, görerek, hissederek almayı sevdiğimiz alışverişler bile online alışverişe dönüştü. Yeni dönemde daha da büyüyecek. Korona döneminde son bir ayda üç kişiden biri zincir marketlerin online sipariş uygulamalarını, Trendyol ve Hepsiburada gibi online alışveriş siteleriyle Banabi, Getir, İstegelsin gibi mobil sipariş uygulamalarını alışveriş rutinine dahil etmiş durumda bile. Tüm bu dönüşüm ve adaptasyon süreci bireyleri nasıl etkileyecek?

Dijitalleştikçebireysel özgürlüklerimiz de azalacak. Dijital dünyada geçirdiğimiz süreler arttıkça daha çok ayak izi bırakacağız. Bunun sonucu olarak daha fazla takip edileceğiz, daha fazla kaydedileceğiz. Algoritmalar bizi içinden çıkamayacağımız ‘yankı odalarında’ hapsedecek. Sadece bize benzeyenlerin olduğu, dünyanın sadece bizim yaşadığımız çevreden ibaret olduğunu sanarak bu yankı odalarında hayatımıza devam etme tehdidiyle karşı karşıya kalacağız.

Korona hepimizi ama özellikle markaları büyük bir savaşa sokmuş durumda. Bu savaşta susmayıp tüketicisinin yanında cephede yer alan, dijital dönüşümüyle gücünü gösteren, eğiten, yol gösteren markalar bu dönemi başarılı bir şekilde atlatacak. Konuşmaya korkanlar ise bedelini ağır ödeyecek gibi gözüküyor. 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün