Siyah, Beyaz ve Renkli’nin yeni yapımı: ‘Fanatik’

Biz çocuğumuzu yetiştirirken nasıl biri olmasını istiyoruz? Peki çocuk bunu istiyor mu?

Erdoğan MİTRANİ Sanat
18 Mart 2020 Çarşamba

Siyah, Beyaz ve Renkli’nin yeni yapımı ‘Fanatik’, Michael Önder’in yazdığı, Çağrı Şensoy’un yönettiği, dekor tasarımını Cihan Aşar’ın, ışık tasarımını Emir Uğurçağ’ın, kostüm tasarımını Naz Özturna’nın üstlendiği bir oyun. Sahne aralarını geçen sezonlarda ‘Elektra’da hayran olduğumuz kontrtenor Nuri Harun Ateş’in söylediği nefis Ave Maria dolduruyor.

1984 İzmir doğumlu, İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı mezunu Salih Bademci, 2006’da ‘Barda’ filmiyle başladığı başarılı sinema ve televizyon kariyerinin yanı sıra, kurucusu olduğu ve çoğu oyununda görev aldığı Siyah, Beyaz ve Renkli bünyesinde sağlam bir tiyatro faaliyeti de sürdürüyor.

Kendi topluluğu dışında da ilginç ve etkileyici oyunlarda rol almış olan Bademci’nin Siyah, Beyaz ve Renkli için seçtiği oyunların ortak paydası, mutlaka toplumsal ve insani açıdan söyleyecek bir sözleri olmasında. Bu bakış açısı, ticari başarısı ve bol sayıda ödülüyle öne çıkmış olan ‘Tesir’ için de, maddi getiri beklentisi olmaksızın çok sağlam metninin hatırına sahnelenen kalabalık kadrolu masraflı ‘Senaryo’ için de geçerli.

Topluluğun yeni oyunu ‘Fanatik’ de, eğlenceli bir aile komedisiymiş gibi yaparken, Türk toplum yapısındaki bağnazlıklara sert eleştiriler getiren hınzır bir güldürü.

1977’de İngiltere’de doğan Michael Önder Galatasaray Lisesini ve Boğaziçi Üniversitesi Felsefe Bölümü’nü bitirmiş, Warwick Üniversitesi Film ve TV Bölümünde yüksek lisans yapmış, Londra’da 12 yıl film endüstrisinde,  kamera asistanlığından ışık şefliğine, görüntü yönetmenliğinden yönetmenliğe çeşitli görevler üstlenmiş. 2017’de Jozef Erçevik Amado, Tuvan Yalım, Kaan Yazgan ve Timur Çambol ile birlikte kurmuş olduğu Bluff Film bünyesinde, adını poker oyununun filmde oynanan versiyonu Texas Hold’em’den alan ilk uzun metrajı ‘Taksim Hold’em’i, yazıp yönetmiş.

O yılın en etkileyici sinema olaylarından biri olarak anımsadığım, bizde çok az rastlanan oda sinemasının çok başarılı bir örneği olan Taksim Hold’em tek mekânda geçmesine karşın, inandırıcı öyküsü, hiç aksamayan temposu ve derinlikli karakter betimlemeleriyle, Önder’in ileride tiyatro yazarı olarak da çok başarılı olacağını hissettiriyordu.

Gerçekten de ilk oyunu Fanatik, müthiş etkileyici, usta işi bir metin. Futbol fanatiği bir babanın beş yaşındaki oğlunu, nerdeyse çocuk istismarına girecek bir şekilde kendi takımını tutmaya ikna çabasıyla başlayan oyun zekice bir viraj alarak, çocukları için en iyisini yapmaya çalışan annenin, babanın ve de babaannenin yaptırım güçlerinin çatıştığı, çok daha ürkünç bir fanatizmi irdelemeye girişiyor: Her aile ferdinin çocuğu kendi istediği yöne çekme dayatması ya çocuğu kendi istedikleri gibi birine dönüştürecek, ya da çocuğun kolu ellerinde kalacaktır. Çünkü “Fanatizm taraf tutmak değildir, haklı bile olsa diğer tarafı reddetmektir.”

Fanatizmin özü

Olayları geniş bir toplumsal ve psikolojik perspektifte, üç karakterini, artıları ve eksileriyle, yargılamadan, taraf tutmadan ele alarak aktaran Önder, fanatizmin özüne inmeyi başarıyor. Futbolun kendisinden neredeyse hiç söz edilmeyen oyunun en masum fanatiği Tanju’nun bile derdi futbol değildir. Galatasaraylı olmanın en feci tarafı, Fenerli olmamak, yani ‘öteki’ olmaktır. Ve Önder’in elinde Fanatik, takıntının ya da Türk aile yapısının kusurlarını irdelenmesini aşan, toplumumuzun en önemli sorununun, “yalnız ben haklıyım”cılığın, ‘öteki’ düşmanlığının, kutuplaşmanın tokat gibi bir yergisine dönüşüyor.

Yeni ölmüş olan dedenin cenaze gününde, Tanju (Salih Bademci) ve Eda (Neslihan Arslan) 5 yaşındaki oğulları Atlas’a, büyükbabanın nereye gittiğini akılcı bir şekilde açıklamanın yolunu aramaktadırlar. Modern bir anne-baba olarak amaçları, Atlas’ı kolay yoldan teselli etmek yerine, anlayacağı dilde gerçekleri anlatıp ona kendi çıkarımlarını yaptırmaktır. Fanatik Fenerli Tanju oğlunu karşısına aldığında, o gün duyup duyacağı en acı ikinci haberi alır: Babası ölmeden önce Atlas’ın aklını çelerek onu gizlice Galatasaraylı yapmıştır! Tanju oğlunu bu “illetten” kurtarmak için ona Galatasaraylıların öbür dünyada cehenneme gideceklerini, cenaze ritüelinin üzerinden anlatmaya çalışır. Cenaze evine, aşırı çağcıl ve inançsız bulduğu gelininin aksine, torununa öbür dünyayı kendi inancına göre anlatmak isteyen Tanju’nun annesi (Nurhan Özenen) gelir. Annenin bir ikinci görevi de, kocasının ölmeden önce kendisine ilettiği son arzusunu yerine getirmektir…

Topluluğun çok sayıda oyununu da yönetmiş olan Çağrı Şensoy bu hem müthiş komik, hem de alttan alta müthiş irkiltici oyunu sahneye koyarken, Michael Önder’in sağlam metnini üç oyuncusunun müthiş başarılı yorumlarına emanet etmiş.

Oyunculuklara geçmeden önce dekor ve ışık tasarımlarını çok başarılı bulduğumu belirtmek isterim. Cihan Aşar’ın birden çok mekâna dönüştürülebilen dekoru çok başarılı. Ben özellikle hiç görülmeyen ve repliği olmayan Atlas karakterinin Emir Uğurçağ’ın ışık tasarımının da desteğiyle var edilme yöntemini çok beğendim.

Oyunculuklar

Gelelim oyunculuklara:

Salih Bademci, insanların artık normal karşıladığı futbol fanatizmine farklı bağnazlıklar da katan, annesiyle karısı arasında kaldığında her iki tarafı da, çoklukla yüzüne gözüne bulaştırarak, idare etmeye çalışan, hem sevilesi hem dövülesi müthiş bir Tanju olmuş.

ikincikat’tan Devlet Tiyatrosuna, oradan da tiyatroadam’a yolculuğunda çıtayı hep bir tık daha yükseltmiş olan Neslihan Arslan’ın, çağcıl, gerçekçi, batıl inançları olmayan, ama sıkışınca Allahtan medet uman ya da tahtaya vuran bir anne yorumu çok etkileyici. Bir yandan, tatsızlık çıkmasın diye, kaynanasının sahte sevgi gösterisinin gizleyemediği husumeti görmezden gelirken, diğer yandan kocasının çocuksu ama çığırından kolaylıkla çıkabilecek takıntısını idare etmeye çalışan Eda’ya müthiş bir inandırıcılık katıyor.

Uzunca bir aradan sonra tiyatroya dönen AST’ın kıdemli oyuncusu Nurhan Özenen, oğluna aşırı düşkün, birçok erkek annesi gibi ona hiçbir kadını uygun bulmayan, gelinine laf sokuşturmaya çalışan, torunu için inandığı yoldan ‘en iyisini’ yapmaya çalışan, bunun için de, aileye verdiği maddi destekle şantaj yapmaktan çekinmeyen babaanne olarak çok başarılı. Neslihan Arslan ve Nurhan Özenen, iki kadının karşılaştıkları andan itibaren, göreceli sevgi ve saygı kisvesi altındaki düşmanca mücadelesini olağanüstü bir beden diliyle anında seyirciye duyumsatıyorlar.

Aslında her üç oyuncunun da diksiyonları ve ses kullanımları çok başarılı ama, oyunu izlediğimiz mekân mikrofon kullanmayı gerektirdiği için, elverişsiz ses düzeni seslerin dağılarak kimi konuşmaların zor anlaşılmasına sebep olmuştu. Her şerde bir hayır vardır; üçü de olağanüstü bir çaba göstererek, müthiş bir inandırıcılıkla repliklerden eksik kalanları mimikleri ve bedenleriyle izleyiciye aktararak bizlere farklı bir tiyatro olayı yaşattılar.

Çok başarılı bir metnin çok etkileyici bir yorumu. Yılın en iyilerinden. Mutlaka izlenmeli.

23 Mart Kenter Tiyatrosu, 24 Mart Baba Sahne, 10 Nisan Fişekhane ve sezon boyunca İstanbul sahnelerinde. Lütfen korona virüsü önlemleri yüzünden olabilecek tarih değişikliklerini kontrol etmeyi unutmayın.

Hepinize sağlıklı ve iyi seyirler dilerim.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün