Moda Sahnesinde ‘Ver Parayı!’

Erdoğan MİTRANİ Sanat
5 Şubat 2020 Çarşamba

Moda Sahnesinin 23. İstanbul Tiyatro Festivali’nde prömiyer yapan oyunu ‘Ver Parayı’ ironik ve çarpıcı bir ekonomik kriz oyunu.

Almanya’nın genç kuşak oyun yazarlarından Andreas Sauter ve Bernhard Studlar, son derece detaylarla kaleme aldıkları oyunda; toplumun farklı kesimlerine ait hayatları ekonomik darboğazda başarıyla buluşturuyorlar.

1974 yılında Zürih’te doğan Andreas Sauter ile 1972’de Viyana’da doğan Bernhard Studlar, 1998-2002 yılları arasında sahne yazarlığı eğitimi aldıkları Berlin Sanat Okulunda tanıştıktan sonra birlikte oyun yazmaya başlamışlar. Ver Parayı, birlikte yazdıkları ve 2017 başlarında yine Moda Sahnesinde izlemiş olduğumuz ‘A. ist eine andere / Bir Başkadır A.’ gibi, ilk bakışta eğlenceli, hınzır bir güldürü olarak algılanabilecek, ancak bittiğinde ağızda güldürünün değil, komedi kılığına girmiş trajedinin tadını bırakan bir oyun.

Uzun çalışma saatleri, uç uca eklenen kredi borçları, iki alana bir bedava kampanyaları, seks işçiliği yapan öğrenciler, telefonun ucundaki dolandırıcılar, milyon dolarlık futbolcular, göçmenler, enflasyon, işsizlik, kıt kanaat geçinen ve hızla yoksullaşan orta sınıf; öte yanda krizin hep teğet geçtiği süper zenginler. Kimi lüks cipini satarak bulur ekonomik dengeyi, diğeri doğalgazı ve yemeğini kısarak… Krizin olumsuz etkileri dalga dalga bütün topluma yayılırken dengeler, adaletsiz gelir dağılımının da yardımıyla ekonomik kriz kocaman bir canavar gibi halkı ağzında çiğnemeye başlar…

Ver Parayı bir başyapıt değil, bildik ve ne yazıktır ki yaşadığımız konuları zekice ele alan seviyeli bir traji-komedi. Ancak Kemal Aydoğan ve  Çağlar Yalçınkaya’nın usta işi sahnelemesiyle soluk soluğa izlenen müthiş etkileyici bir olaya dönüşüyor.

Öncelikle sıkı bir dramaturgi çalışması yaparak, hem Moda Sahnesinin hem sanırım Kemal Aydoğan’ın tarihlerinde ilk kez bir uyarlamaya girişmişler. Ana metinle fazla oynamaksızın, sadece isim ve mekânları değiştirerek oyunu bizdenleştirmeleri, benzer olayları çoklukla yaşayan Türk seyircisini iyice oyunun içine alıyor. Ayrıca adaptasyon, üst fonda, mekânların ve hava durumunun projeksiyonla belirtildiği ince uzun akranda, Demirel’den Çiller’e, Erdoğan’dan Albayrak’a önde gelen siyasilerimizden kısacık demeç alıntılarıyla kriz tarihçemizi çarpıcı bir mizah duygusuyla irdeliyor.

Bengi Günay’ın fonu boydan boya kaplayan iplerden oluşan bir paravanın arkasına kulisleri alan sahne tasarımı, sahneyi minimum aksesuarlarla neredeyse çıplak bırakıyor. Bu minimalist yaklaşım, fondaki projeksiyon, bir-iki aksesuar, Günay’ın her zamanki gibi çok başarılı kostüm ve peruk tasarımı ve İrfan Vanlı’nın ışık tasarımının desteğiyle olayların geçtiği tüm mekânları oluşturuyor.

Süreyya GüzelÖner AteşMehmet SolmazCihat SüvarioğluAli BüyükkartalZeynep Güngörenler ve Elif Gizem Aykul, dur durak bilmeyen bir enerjiyle, birkaç saniyede kostüm ve karakter değiştirerek oyunun bütün kişilerini var ediyorlar.

Keyifli güldürü tonlamasına karşın epey sert bir oyunun çok başarılı sahnelenmesi.

Mutlaka izleyin derim. 14, 21 Şubat ve sezon boyunca Moda Sahnesinde.

 

Semaver Kumpanya’nın yeni oyunu   William Shakespeare & John Fletcher’den: ‘Cardenio’ 

Haliç’in öte yanındaki tiyatromuz Semaver Kumpanya, bu yıl repertuarına ‘kayıp oyun’ olarak bilinen, yazıldığından asırlar sonra ortaya çıkan, William Shakespeare’in John Fletcher ile yazmış olduğu söylenen ‘Cardenio’yu katıyor.

Shakespeare’in ‘Fırtına’dan bir yıl önce yazdığı, yaşlılık oyunlarından Cardenio’nun metninin ilginç bir macerası var. Usta Cardenio’yu, sağlığının bozulduğu son yıllarda Cervantes’in Don Quijote’unda yer alan aynı adlı öyküden esinlenerek, kendisine yardımcı olarak verilen genç yazar John Fletcher ile birlikte yazmış. Ana öyküyü kendisi yazarken ikincil öyküyü Fletcher’e yazdıran Shakespeare, en sonda düzelterek son şeklini verdiği metni el yazısıyla yazıp Globe Theatre’a verir. Oyunun 1613’teki ilk sahnelenmesinden bir süre sonra Globe’da çıkan yangında Cardenio’nun metni de yanıp kül olur. Shakespeare’in ölümünden sonra, aktörlerin ellerindeki kendi oyun bölümlerini birleştirerek tekrar bir araya getirdikleri metni 1656’da John Fletcher kendi adına kaydettirir. Daha sonra kaybolan metin, 200 yıl önce British Museum kütüphanesinde ortaya çıkar. Metni inceleyen yazı uzmanları, Shakespeare’in tüm yazı özelliğini taşıdığını ve onun el yazısı ile yazıldığını saptar. 1990’lardan itibaren de bu metinden yola çıkılarak, Cardenio ABD ve İngiltere’de sahnelenmeye başlar.

İktidar, zorbalık, aşk, iffet ve ölüm temalarıyla şekillenen Cardenio’da, kadınların sahip olduğu değerlerin üstünlüğü anlatılır.

Kral Cardenio, nişanlısı Lucinda ile evlenmek üzereyken, Lucinda’ya çılgınca aşık olan Cardenio’nun kardeşi Fernando, kadını elde etmek amacıyla tahtı gasp eder. Cardenio’ya aşık olan Lucinda, Fernando’yu reddeder, adam ona zorla sahip olmaya çalışınca da zorba krala teslim olmamak için kendini öldürür. Lucinda’nın öldüğü gerçeğini kabullenmeyen Fernando, onu lahdinden çıkarttırarak saraya getirtir. Sevdiği kadının mezarını ziyarete giden Cardenio, ona başına gelenleri anlatan ve ruhunun huzura kavuşması için bedenini mezarına iadesini isteyen Lucinda’nın hayaletiyle karşılaşır. Kılık değiştirerek saraya giren Cardenio Fernando’yu öldürerek tekrar tahta geçer ve Lucinda’yı defneder. Oyunda Cardenio’nun öyküsünün paralelinde, Anselmus, Votarius ve Camilla karakterlerini içeren ikincil aldatma öyküsü de ölümcül şekilde sonuçlanır.

Yönetmen Volkan Sarıöz ve dramaturg Bilgesu Kasapoğlu tüm şiirselliğine karşın, inandırıcılıktan epey yoksun olan bu metni bol kanlı ve bol ölümlü bir tragedya olarak sahnelemektense, 2012’de Işıl Kasapoğlu’nun ‘Titus Andronicus’ için yapmış olduğu gibi karanlık bir güldürü olarak ele almayı yeğlemişler. Mustafa Karakoyun’un ışık, Deniz Çağrı Bilgili’nin dekor tasarımlarının ve Bilgili’nin çılgın peruk ve kostümlerinin de desteğiyle, temposu dur durak bilmeden gelişen çılgın bir fars olarak ele almışlar. Shakespeare’in bambaşka metinlerini az biraz değiştirerek metne katmaları güldürüye keyifli bir tat kazandırmış. Lucinda’nın en olmadık yerde “olmak veya olmamak” diye konuşmaya başlaması, aşağılanan hizmetçi kızın ve Lucinda’nın cesedini saraya taşıdığı için eline ölümün kokusu bulaşan askerin büyük ciddiyetle Shylock’un ve Lady Macbeth’in tiradlarına girmeleri, izlenceye nefis bir parodi tadı katıyor.

Sahneleme de çok başarılı. Onur Şenol, Metin Alpargun, Uğur Senkeri, Onur Yalçınkaya, Berkay Şekerci, Ergün Metin, Mehmet Konu, Evren Canbulat, Rukiye Yenigül, Ezgi Ulusoy, Nur Güven, Caner Coşkun, Muhammet Türkoğlu ve Sercan Gedik’ten oluşan kalabalık kadro dört dörtlük bir takım oyunculuğu sergiliyor.

Ancak, bu üzerinde epey düşünülmüş metin, çok iyi çalışılmış sahneleme bana biraz coşkudan yoksun, biraz ruhsuz gibi geldi. İki buçuk saati bulan süresince hiç sarkmadan akan oyunu, eğlenerek, gülerek izledim usta bir aşçının en iyi malzemeleri kullanarak pişirmiş olduğu bu yemeğin nedense damağımda yavan bir tat bıraktığı duygusuna kapıldım. Bunu da, metnin pek de olağanüstü olmayışına bağladım. Bu kişisel izlenimim. Son karar tabii ki siz seyircilerin. 14, 22, 28, 29 Şubat ve sezon boyunca Çevre Tiyatrosunda.

 

Ezop Sahne’de bir Ephraim Kishon oyunu “Tarla Kuşuydu, Juliet”

“Bulutların üzerinde insanı gezdiren aşk nasıl olur da böyle bir hâle gelir?” 

İsrailli yazar ve sinema yönetmeni Ephraim Kishon’un ünlü oyunu ‘Tarla Kuşuydu Juliet’in, Engin Alkan’ın yönettiği, Deniz Çakır (Juliet & Dadı), Engin Alkan (Romeo & Rahip), Fatih Al (Shakespeare) ve Mert Şişmanlar’ın (Lukretia) oynadığı yeni bir yorumu, Ezop Sahne yapımı olarak sahnelenmeye başladı.

Kishon’un zeki, zarif ve müthiş komik oyunu, seyirciyi, ölümden son anda dönen Romeo ve Juliet’in evliliklerinin 30 yıl sonra iyice cehenneme dönüştüğü zamana götürür. Huysuz, mutsuz ve umutsuz ev kadını Juliet’le, vurdumduymaz ve uyuşuk ev erkeği Romeo’nun dünyayı birbirlerine zindan etmelerine artık tahammül edemeyen Shakespeare, mezarından kalkarak bu kepazeliğe son vermek için evlerine gelir…

Cihan Aşar’ın sahneyi, Juliet’in hamurunu açıp, ince ince kestiği ev yapımı makarnanı haşlanabildiği, Romeo’nın sosunu hazırladığı makarnayı servis edip, tabii ki kavgalarını sürdürerek, iştahla yedikleri gerçek bir mutfağa çeviren dekoru çok başarılı, Ekibin toplu oyunculuğu da çok iyi. Dadı ve Rahip yorumlarını, Fatih Al’ın Shakespeare’ini ve Mert Şişmanlar’ın Lukretia’sını çok etkileyici buldum.

Ancak artılarına karşın, önemli eksileri de var: Enstrüman çalmakta ve şarkı söylemekte başarılı ekip oyunu müzikli güldürüye dönüştürmüş ama, hem yaptıkları müziğin pek tadı tuzu yok, hem de araya giren şarkılar, aksiyonu bölerek oyunun akışını sekteye uğratıyor.

Cadı Avı’nı müthiş başarılı bulduğum Engin Alkan’ın, Tarla Kuşuydu Juliet’in magazin ve pop kültürüne yakın duran bu son yorumunun, Kishon’un zarafetini ve inceliklerin göz ardı ederek, oyunu giderek arabeskleşen, kaba saba, neredeyse bayağı bir güldürüye çevirmiş olmasından epey rahatsız oldum. Oyundan, bu kadar düzeyli bir metnin böyle bir muameleyi hak etmediğini düşünerek çıktım. Tabii ki karar sizlerin.

5 Şubat Yunus Emre, 16 Şubat Kenter, 24 Şubat Duru Ataşehir ve sezon boyunca İstanbul sahnelerinde. Yurt içinde turneye de çıkıyorlar. İyi seyirler dilerim.

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün