Hayatı kutlayan KURTULANLAR

Kimi dünyanın en zorlu dağlarından birine tırmanıyor, kimi Bar Mitzva’sını kutluyor, kimi bir ülkenin tüm belediye başkanlarını arkasına almış antisemitizmle mücadele ediyor. Hepsinin ortak bir yanı var; tarihte yaşanan en büyük soykırımından kurtuldular, çoğaldılar ve doyasıya yaşayarak hayatı kutladılar.

Selin KANDİYOTİ Kültür 1 yorum
17 Ocak 2020 Cuma

Kilimanjaro’ya tırmanıyordu

83 yaşına basan Nat Shaffir, Tanzanya’nın Kilimanjaro Dağına tırmanan ilk ve tek Holokost kurtulanı olarak tarihe geçti. Shaffir, deniz seviyesinden 19.341 metre yükseklikte buzlarla kaplı doruk noktasına çıktığında aylardan ağustostu ve sıcaklık sıfırın altındaydı. 

Sekiz kişilik ekipte oksijenin yükseldikçe seyreldiği tırmanışı bitirebilen yalnızca altı kişi olmuştu. Sekiz gün boyunca süren macerada Shaffir’i, Swahili dilinde 2Babu’ yani ‘büyükbaba’ takma adıyla çağırıyorlardı. Yolculuğu sırasında kaşerut kurallarından taviz vermeyen Shaffir altı kilo kaybetti. 

1942’de bir rahip yanına bir polis ve iki asker alarak ‘Bunlar Yahudi’ diye işaret etmiş,  6 yaşındaki Shafirr ve ailesini Romanya’daki çiftliklerinde tutuklatmıştı. Yaş şehrinde Socola adındaki gettoya yollandılar. 1943’te Romanya, Mihver Devletleri tarafına katılınca babası otoritelerce alıkoyuldu. Babasının son sözleri “İki kız kardeşine iyi bak, hiçbir zaman vazgeçme” oldu. Küçük yaşına rağmen Shafirr bir yıl boyunca ailesine yemek ve sıcak bir barınak sağlayabildi. Ailesinden 32 kişi katledilmiş, çiftliklerine el koyulmuştu. 1944’te Sovyetler Yaş’ı özgürleştirince babası geri döndü ve ailece İsrail’e taşındılar. 1954’te amcasının yanına Long Island’a taşınan Shafirr, 49 yıl sürecek evlilik hayatına adımını attı. Yıllarca maraton koştuktan sonra sıranın tırmanmaya geldiğini söylediğinde Shafirr 65 yaşındaydı. 

2010 yılından itibaren Holokost tecrübesini her fırsatta gençlerle paylaşan Shafirr, ABD Holokost Müzesinde gönüllü çalıştı. Okullarda, ibadethanelerde ve askeri üslerde sayısız konuşma yapan Shaffir, ‘Birinci Şahıs’ adını verdiği konuşmalarıyla YouTube üzerinden de Holokost’u unutturmamak için mücadele veriyor. Kendi babasının nasihatini aynı beş çocuğu ve 12 torununa da söylediği gibi tekrar ediyor: “Cefa, nefret ve zulüm yaşayan insanlar sakın vazgeçmeyin, kendi dağınızı fethedin.”

İki sene öncesine kadar şpagat açıyordu

Agnes Keleti’nin en sevdiği şaka, kendisine sağlığını sormak isteyen röportörlere soru için teşekkür ederken el sıkışmak için elini uzattığında, adeta dengelerini kaybettirecek kadar güçlü bir şekilde onları kendisine çekmesi. Bir de soruyu patlatıyor “Ben bomba gibiyim, sizdenizler nasıllar?”

99 yaşındaki Keleti’yi Holokost’tan kurtaran ve onu Macaristan’ın yaşayan en başarılı atleti yapan özelliklerinin başında da bunlar geliyor: Kıvraklık, meydan okuma ve mizah duygusu. 

Keleti, 30 yaşından sonra kazandığı on olimpiyat madalyasıyla Olimpiyatlarda en çok madalya kazanan Yahudi kadın. 

1957 ile 2016 arasında İsrail’de yaşayan sonra memleketi Budapeşte’ye dönen Keleti, geçtiğimiz yaz şehrinde yapılan Avrupa Maccabiat Oyunlarının açılış meşalesini yaktı. Kazandığı madalya sayısıyla orantılı olarak 13 bin dolar maaş alan emektar atlet sürekli ulusal televizyonlarda ve resmi davetlere boy gösteriyor.

Keleti’nin kısa süreli hafızasını olumsuz etkileyen demans hastalığı var ancak 1957 yılında ülkenin yıldız atleti olmasına rağmen antisemitizmin artmasından kaynaklı Macaristan’ı terk etmek zorunda olduğunu hatırlıyor. 

Keleti, 18 yaşında II. Dünya Savaşı çıktığında sahte belgeler sayesinde kimliğini saklayarak, hizmetçi olarak çalışarak Holokost’tan kurtulabildi. Babası ve amcaları Auschwitz’de hayatını kaybetti fakat annesi ve kız kardeşi ünlü İsveçli diplomat Raoul Wallenberg sayesinde kurtuldu. 

1946 yılında jimnastik kariyerine devam eden Keleti ilk altın madalyasını 31 yaşında, 1952 Helsinki Oyunlarında kazandı. 1956 Melbourne Oyunlarında ise yarısı yaşta rakiplerini yenerek dört altın madalya kazandı. İsrail milli jimnastik takımını çalıştıran Keleti başarının anne şefkatiyle değil gençleri zorlayarak elde edilebileceğini söyledi. Yalnızca son iki senedir spor yapamayan ‘yaşayan en yaşlı Olimpiyat şampiyonu’ yaşamı her gün kutluyor.

İlham verici bir hatırat yazıyordu

 92 yaşındaki Laureen Nussbaum, Anne Frank’ı bizzat tanıyan, hayatta kalan az insandan biri. Nussbaum’un ailesi Amsterdam’da Franklar ile aynı mahallede yakın komşuluk yapmıştı. Hatta 1947’de Anne’nin babası Otto Frank, Laureen Nussbaum’un düğününde şahitlik yapmıştı. Otto, Laureen Nussbaum’un eşi Rudi ile her gün tren istasyonuna giderek elinde Anne ve Margot’un fotoğraflarıyla kızlarının kaderini öğrenmeye çalışmıştı.

Nussbaum’un tüm ailesi Frankların aksine Holokost’tan kurtuldu. Laureen Nussbaum’un ekim ayında çıkardığı hatıra kitabı ‘Shedding Our Stars: Yıldızlarımızı Çıkarıp Atmak’, ailesini kurtaran Hans Calmeyer’in hakkında insanları bilgilendiriyordu. 1200 Yahudi’yi kurtaran Oskar Schindler’den daha çok Yahudi’yi kurtaran Hans Calmeyer’in İngilizce kaynaklarda hiç geçmediğini belirten Nussbaum, 1992’de Uluslararası Dürüstler listesine girse de kimsenin tanımadığı bu kahramanı herkesin tanıma vaktinin geldiğini söyledi.  

Calmeyer, Yahudi kimliği belirsizlik içeren kişilerin köklerinin araştırılması davalarında üstlerine rapor veriyordu. Calmeyer başvuranların büyükanne ve büyükbabalarının Yahudi oldukları ispatlanamazsa kişilerin Yahudi olmadıklarını ileri sürebileceklerini savundu. Kendisine gelen 5.600 dilekçede usulsüzlükler olduğunu bile bile onları görmezden geldi. Binlerce Yahudi’yi kandırılmış gibi yaparak kurtaran Calmeyer, Nussbaum ailesinin de bu şekilde kurtarıcısı oldu. Anne Frank’tan iki yaş büyük olan 1927 doğumlu Laureen, ailesi ile birlikte 1936’da Frankfurt’tan Amsterdam’a taşındı. Sarı Davud yıldızı takan Yahudiler 1942’de kamplara gönderilmeye başlandığında, Franklar saklanmak zorunda kalırken, Laureen’in ailesi Calmeyer tarafından sağlam belgeleri olduğu için özgürce dolaşabiliyordu; hâlbuki Laureen’in büyükannesi apaçık Yahudi’ydi. Laureen’in gelecekte eşi olan Rudi Nussbaum aynı Franklar gibi saklanıyordu. İkili evlenerek 1959’da ABD’ye yerleşti.

Laureen, Portland Üniversitesinde Alman edebiyat ve dilinde öğretim görevlisi oldu ve tezini Anne Frank’ın hayatı üzerine yaptı. Son çıkardığı bu kitapla Laureen, batıda artan popülizme ve ırkçılığa karşı Calmeyer’in hikâyesinin ilham olmasını umuyor.

42 yaşında bir gelin alıyordu 

Jack Garfein, Auschwitz dâhil tam on bir kamptan sağ kurtulan, daha sonra yönetmen, yazar, oyuncu ve öğretmen olmuş ve 89 yaşında kendinden 50 yaş küçük bir gelin alan renkli ve kıymetli bir kişilik. Çekoslavakya doğumlu Garfein tüm ailesini gaz odalarında kaybetti. Bergen Belsen Kampından İngilizler tarafından kurtarıldıktan sonra, 1946’da New York’a amcasının yanına taşınan Garfein, Broadway’de tam bursla bir drama okuluna başladı. Sayısız tiyatro ve filmde imzası bulunan Garfein aynı zamanda oyuncuların, yönetmenlerin ve yazarların bir araya geldiği köklü bir organizasyon olan The Actors Studio’nun Los Angeles’taki kanadının kurucusu. Kitaplar yazan ve öğretmenlik de yapan Garfein, 2020’e bir gün kala lösemiye hastalığına bağlı olarak hayatını kaybetti. Ağustos’ta 42 yaşındaki Natalia Repolovsky ile yaptığı düğün töreninde kendisi de Holokost’tan kurtulan yakın arkadaşı Jack Terry, çifti şu sözlerle kutluyordu: “1945’te Flossenbürg toplama kampında tanıştığım Jack’in düğününde olduğuma inanamıyorum. Bugün hayatta bile olmamalıydık… Çifte mutluluklar diliyorum.”

Natalia ile Jack Gerfein 2012’de bir partide tanışıp, birbirine âşık oldu. 2016’da nişanlanan ikili düğünlerini sağlık sebebiyle erteledi. Yedi yıl süren birliktelik New York’ta Rodeph Sholom Sinagogunda evlilikle düğümlendi.

İlişkilerine her zaman şüpheyle yaklaşıldığının farkında olduğunu belirten Gerfein, Holokost başta olmak üzere yaşadıklarını düşündükçe mutluluğuna inanamadığını söylüyordu.

Trump’ın Hanuka Partisinde tüm ilgiyi topluyordu

80’lerinde hayatı dolu dolu yaşamaya karar veren, piyano çalmayı ve oyunculuğu öğrenen, dünyayı dolaşan ve 100 yaşında Alaksa’da köpeklerin çektiği kızağa binen Rosalee Glass, Donald Trump’ın 11 Aralık’ta Beyaz Saray’da verdiği Hanuka Partisinin onur konuğuydu. Acıklı bir şekilde partiye giderken havaalanında yanlışlıkla tekerlekli iskemlesinden düşürüldü. Herhangi bir kırığı olmadığı tespit edilen Glass, partiye gitti ve sonuna kadar zevkini çıkardı. Trump onun için, “102 yaşındasın ve harika görünüyorsun Rosalee. Bizim için büyük bir onur. Kalbimizi neşeyle dolduruyorsun. Rosalee’nin ve zulüm görmüş milyonlara Yahudi’nin onuruna tekrar ant içiyoruz: Bir daha asla” sözlerini sarf etti. Partide onlarca kişi Rosalee’nin elini sıkmak için sıraya girdi ve ertesi gün kızı Lillian ona Facebook’ta yüzlerce iyi dilek mesajını okudu. 

Partiden yalnızca üç gün geçmişti ve her şey yolunda gidiyordu fakat kazanın etkisiyle bir kan pıhtısı Rosalee’nin kalbine gitmiş, öğleden sonra uykusundan acı içinde uyanmıştı. Tüm çabalara rağmen Rosalee kurtarılamadı. 

Glass kızının 2018’de çektiği ‘Reinventing Rosalee- Rosalee’yi Yeniden Oluşturmak’ belgeselin başkarakteriydi. Ayrıca Glass, “Rosalee Glass: Hayatın iniş ve yokuşlarında 100 yıllık bilgelik rehberi” adındaki otobiyografisini yazmıştı.

Raisla Talerman olarak 1917’de Varşova’da doğan Glass erkek tişörtleri yapıyordu. Henüz 17 yaşındayken onun için çalışan on kişi vardı. 18 yaşında evlendiği kocası Abraham ile savaş çıkınca Polonya’nın Rusya tarafından kontrol edilen kısmına kaçmayı başardılar. Fakat sonra yakalanıp Sibirya’da kampa gönderildiler ve burada iki çocuklarını kaybettiler.

1951’de hayatta kalan bir oğullarıyla Miami’ye taşınan Rosalee Glass çok başarılı manifatura fabrikası kurdu ve bir kızları daha oldu. Kocasının ardından oğlunu da kaybeden Rosalee bunalımın eşiğindeyken aniden hayatı doya doya yaşamaya karar verdi. Kızıyla dünyayı dolaştı. Vatikan’da Papa 16. Benedict ile tanıştı. 90’ına geldiğinde Blue Cross, Porsche ve Dodge reklamlarında boy gösterdi. Cannes Film Festivalinde kızının çektiği belgeselin gösterimi için kırmızı halıda yürüdü. Yaşamın sırrı sorulduğunda Rosalee’nin cevabı hazırdı: “Kalbinizde sevgi olsun.”  

Bar Mitzva’sını kutluyordu

Brezilya doğumlu tek Holokost kurtulanı olan Andor Stern, 91 yaşında Bar Mitzva’sını São Paulo’nun en eski sinagogu olan Kehilat Israel’de kutladı. Gurur ve keyifle dolu olan kutlama Yahudi tarihin en acı günlerinden olan 10 Kasım 1938’deki Kristallnacht’ın anma törenine özellikle denk getirildi. Herkesin aklındaki soru Brezilyalı bir Yahudi’nin Polonya’daki ölüm kampında ne işi olduğuydu. 1930’da Andor Stern henüz üç yaşındayken, aile Brezilya’dan madencilik işi için Hindistan’a gitti. Sternler altı yıl sonra yine iş için büyükbabasının yaşadığı Macaristan’a taşındılar. Brezilya 1942’de savaşta Müttefiklerin yanında yer alınca Brezilya kökenli aile devlet düşmanı ilan edilerek çalışma kampına gönderildi. 1944’te bu kamptan kaçtıktan kısa süre sonra yakalanan Andor Stern, Auschwitz’e gönderildi. Ailesinin gaz odalarına gidişini net bir şekilde hatırlayan Stern, Amerikan askerlerinin onu gelip kurtardığında 17 yaşında sadece 30 kilo olduğunu söylüyor. Macaristan’da olduğu o yıllarda tefilin takarak Bar Mitzva’sını kutlama şansı yakalayamayan Stern Auschwitz’in kurtarılmasından 75 yıl sonra bu gururu hissettiği için çok mutlu olduğunu belirtiyor. Beş kız, dokuz torun ve sayamadığı kadar küçük torun sahibi Stern, Hitler ve Nazizm’e yanıtını işte böyle veriyor.

600 belediye başkanının desteğini alıyordu 

İtalya’nın yüzlerce belediye başkanı ve binlerce vatandaşı Milano’da 10 Aralık’ta “Liliana! Liliana!” diye bağırıyordu. Antisemit tehditler aldığı için polis koruması verilen 89 yaşındaki Liliana Segre, 13 yaşında Milano tren istasyonundan Auschwitz’e gönderilmişti. Oraya gönderilen 776 çocuktan hayatta kalmayı başaran 25 çocuktan biriydi. Savaştan sonra İtalya’nın Marches bölgesine yerleşen Segre Milano’ya döndü. Segre, 1990’lara kadar kampta yaşadıklarını paylaşmadı fakat sonrasında Holokost gerçeğini okullarda anlatmaya başladı. 2018’de Segre hayat boyu senatör unvanını kazandı. 31 Ekim’de İtalyan parlamentosunda, Segre’nin önergesi üzerine nefret, ırkçılık ve antisemitizmle mücadele eden olağanüstü bir komite kurulması kabul edildi. Bu son hareketi sebebiyle Segre, her gün yüzlerce antisemit tehdit alıyor ve önlem olarak polis koruması ile geziyor. 

Milano’da toplanan binlerce insana seslenen Segre’nin “Nefreti ve bu nefretten doğan korkunç planın nasıl işlediğini gözlerimle gördüm. Benim umudum çocuklardır. Onlar belleğimizin gelecekteki mumlarıdır” sözleri coşkuyla alkışlandı. Segre’nin hayat felsefesi hayatların her dakikasının doyasıya yaşanması gerektiği yönünde, keyifli de olsa cefalı da. 


Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün