Türkiye ekonomisinde oyuncu değişikliği

Ekonomi matematiği de haliyle bir matematik. Yapısal reformlar yapılmadıkça, yani denklemdeki sayıların toplamı değişmedikçe, x’i karşı tarafa geçirmeniz gerçekte hiçbir şey değiştirmeyecektir. Yapısal reformların önemini tüm ekonomistler anlattı. Şimdi Türkiye ekonomisinin geldiği noktada, yapısal reformlar gerçekleştirilmeden sadece denklemdeki değişkenlerinin yerini değiştirebileceğimizi ve sonucu değiştiremeyeceğimizi şu an yaşadığımız canlı örnek üzerinden anlatmaya çalışacağım.

Kadirhan ÖZTÜRK Ekonomi
7 Ağustos 2019 Çarşamba

Türkiye ekonomisine ilişkin, uzun yıllardır cari açık problemini konuşuyoruz. Türkiye’nin cari açık problemini çözmek için neler yapması gerektiğini, yüksek teknoloji ürünlerin üretimini ve ihracatını yapmayı nasıl başarabileceğini tartışıyoruz. Fakat 2018 yılının yaz aylarında yaşanan döviz kuru kriziyle birlikte, cari açıkta ciddi bir daralma yaşandı. Nisan 2018 - Nisan 2019 döneminde cari açık 8 milyar dolar seviyesine kadar geriledi. Ağustos ayında 12 aylık cari açığın kapanması hiç de uzak bir ihtimal değil. Yani Türkiye ağustos ayında, son 12 aylık dönemde cari fazla veren bir ülke haline gelebilir. Peki, Türkiye’de işsizlik tekrar % 15 seviyelerine kadar yükselip, ekonominin % 2 civarında küçülmesi beklenirken, cari açık problemi nasıl çözüldü?

Aslında cari açık problemi çözülmedi. Yazının başında bahsettiğim gibi, sadece denklemdeki değişkenlerin yeri değişti. Geçen yıldan bu yana, yüksek teknoloji üretiminde gözle görüşür bir değişiklik yok. Sadece kurun aşırı yükselmesi nedeniyle, ithalatımız düştü. İhracatta ise yüksek kur nedeniyle görece bir fayda kazandık. Fakat cari açığın kapanmasındaki belirleyici unsur, ithalatımızın sürekli olarak düşmesi oldu. Zaten aylık olarak açıklanan cari denge rakamlarındaki detayları incelersek, sürekli olarak ithalatın sert düştüğünü, ihracatın da hemen hemen yerinde saydığını ya da düşük miktarda arttığını görebiliriz.

Cari açığın tüketimin kısılması sonucu kapanmasıyla birlikte haliyle ekonomi de küçüldü. Örneğin araba satışları yaklaşık olarak % 44 düşüş gösterdi. Haliyle artık galericiler ve bunun alt sektörleri küçüldü. İthalatın düşmesi ile birlikte ekonomideki küçülmeye küçük bir örnek. Peki, ithalatın küçülmesiyle ne oldu? Malumunuz Türkiye’de bir araba satın aldığınızda aslında bir tane de devlete satın alıyorsunuz. Dolayısıyla devletin çok ciddi vergi kaybı yaşandı. Vergilerin büyük bölümünün gelir üzerinden değil, tüketim üzerinden gerçekleştirildiğini Türkiye’de (Doğrudan vergiler % 35, dolaylı vergiler % 65), böyle kriz ortamlarında tüketimin aniden sert şekilde düşmesi sonucu, yaşanan vergi kaybı ile bütçe açığı problemi ortaya çıkıyor.

Bütçe açığının ortaya çıkması, Türkiye ekonomisinin sağlam kaldığı ve bağını koruduğu son çıpayı da kaybetmesi anlamına geliyor. Artan bütçe açığına paralel olarak vergiler daha da artacak. Bunu söylemek için kâhin olmaya gerek yok. Kapanan cari açığa karşılık, artan bütçe açığı. Aslında değişen bir şey yok. Sadece aynı resme farklı bir noktadan bakar hale geldik.

Yapılan bu oyuncu değişikliğinin, elbette hayatımıza da yansımaları olacak. Cari açığın kapanması, artık daha istikrarlı bir ekonomi olacağımız anlamına gelebilir. Örneğin artık bir yıl % 7,2 büyüyüp, sonraki yıl küçülme ihtimalimiz düştü. Muhtemelen takip eden yıllarda, vasat bir büyüme performansında istikrar sağlayacağız. Buna karşılık ekonomi yüksek bütçe açık vermeye devam ederse, enflasyon da yüksek kalacak, cari açık düşük miktarlarda seyredecek ve yurtdışından net dövize olan ihtiyacımız düşecek. Bu da kurda biraz daha sakin bir dönem olabileceğine dair bir işaret veriyor. Kısacası Türkiye bu şekilde devam ederse, car açığın kapanmasının bedelini, çok düşük büyüme, yüksek işsizlik, yüksek bütçe açığı olarak ödeyecek.

HERKESİ KANDIRABİLİRSİNİZ AMA MATEMATİĞİ KANDIRAMAZSINIZ

Bütçe açığı ile ilgili bir önemli husus da şu. Son yıllarda sürekli olarak Türkiye’nin IMF’e gitmesi gerektiğini söyleyenler oldu. Fakat bu söylem, bugüne kadar doğru değildi. Çünkü IMF, cari açıktan ya da kur riskinden dolayı yardım istenilecek bir kurum değil esasında. Türkiye daha önce IMF’ten yardım istediğinde de, asıl problemi bütçe açığı olmasıydı. Yani kabaca, memur maaşlarını ödemekte zorlanınca, IMF’e gidiyorsun fakat merkez bankası rezervleri düşük diye IMF’e gidilmez diyebiliriz. Şimdi, cari açık kaynaklı riskler azalmış olmasına karşın, bütçe açığı nedenli risklerde ise ciddi artış gözüküyor. Bütçe açığı bu hızla artmaya devam ederse, bu kez gerçekten Türkiye’ye IMF yolu gözükebilir.

Toparlayacak olursak, hepimizin bildiği gibi aynı şeyleri yapmak aynı sonuçları verir. Türkiye’de bir yapısal reform gerçekleşmedi. Sadece oyuncu değiştirdik. Cari açık problemi yerine, işsizlik, düşük büyüme, bütçe açığı problemine sürüklendik. Herkesi kandırabilirsiniz ama matematiği kandıramazsınız. Denklemde bir şeyi değiştirmek istiyorsanız, bir değişkeni değiştirmek zorundasınız. Bunu ben söylemiyorum El Harezm söylüyor, David Hilbert söylüyor, Leonardo Fibonacci söylüyor, Gauss da onaylıyor.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün