“Geleceğimize tasarımlar yön verecek”

Türkiye’nin adını dünyada duyuran isimlerden biri Zeynep Fadıllıoğlu… Şakirin Camii ile dünyanın ilk kadın cami tasarımcısı unvanını alan, BBC’nin İstanbul belgeselinde Türkiye’yi tanıtan Fadıllıoğlu, kısa bir süre önce Design Shanghai Forumu’nda onur konuğu olarak yer aldı. Fadıllıoğlu ile teknoloji ve yaratıcılık arasındaki dengeyi, ses getiren cesur tasarımlarını ve farklı disiplinlerden oluşan ekibini konuştuk.

Zehra ÇENGİL Yaşam
30 Nisan 2019 Salı

Mart ayında Design Shanghai’da VIP konuşmacı olarak yer aldınız ve bu forum 50 bin ziyaretçi tarafından büyük ilgi gördü. Davet edilme süreciniz nasıl oldu?

Bizimle irtibata geçtiler, hem Design Shanghai’da hem Andrew Martin Günü’nde konuşmak için yer alıp alamayacağımı sordular. 15 senedir Andrew Martin’in kitaplarına seçiliyoruz. Bir defasında ilk üçe kaldık ve bir kere birinci olduk. O ekiple gitmek büyük bir şeref diye düşündüm ve hazırlıklara başladım. Tek Türk konuşmacı bendim. İstanbul’u bir kesim için ‘Doğu’nun Batısı’, bir kesim için ‘Batı’nın Doğusu’ olarak gördüklerinden ve bizim tasarımımızın da İstanbul kültürünü yansıttığını düşündükleri için, bu anlamda yer almamıza önem verdiler.

Forumda kültürlerarası etkileşimlerden de bahsedildi. Sizin de dünya basınına yansıttığınız üzere zanaat, teknoloji ve yaratıcılık arasındaki dengeyi nasıl sağlıyorsunuz?

Tabii ilk başta tamamen kendi hissiyatımla yaratıcılık içinde olan bir tasarımcıyım ama zaman içinde belirli yönlerimiz de oluştu. Bizim gibi insanlar her şeyi algılarıyla yaptığı için teknolojiyi kullanmamak mümkün değil. Bir yerlere ulaşabilmek, daha hızlı hareket edebilmek, zamandan kazanmak, daha farklı görsel ortamlar yaratabilmek için kullanıyoruz. Sanatı 1982’den beri işimde kullanıyorum. Bizim ülkemizden ne yazık ki artizanatla meşgul olan gayrimüslimler gittikten sonra epey kısır kalmıştı bu alan. Ben sanatçılarla zanaat üzerine çalışmaya başladım. Bu bizi inceliğe ve zarafete ulaştırıyordu. İkisini bu şekilde harmanladım.

Daha önce Andrew Martin Uluslararası Tasarım Ödülleri’nde ‘Yılın En İyi Tasarımcısı’ seçilmiştiniz. Tasarım yadsınamaz bir şekilde gelecekteki meslekler arasında yerini aldı. Tasarımın gelecekteki rolü nedir?

Hayatın her alanı tasarım gerektiriyor. Nasıl bana sorduğunuz soruları siz tasarladıysanız, aynı bunun gibi. Sabah kızımla buluşmam, torunumla ilişkime kadar hepsi bir tasarım. Kimi daha düşünsel; kimi yazıya, kimi şarkıya dökülüyor. Gelecek ancak yaratıcılıkla ortaya çıkarılabiliyor. Tasarımcının vazifesi hem kolaylık getirmek hem de yeni kullanımlar ve estetikler sağlayabiliyor olmak. Çünkü geleceğimize tasarımlar yön verecek.

 

“ESTETİĞİN İÇİNE DOĞDUM”                                        

Yeniköy’de Garabet Balyan’ın tasarlayıp inşa ettiği bir yalıda büyümek çocukluğunuzdan itibaren estetik duygunuza katkı sağladı mı?

Dolmabahçe Sarayında imzası olan sanatçılardan biri. Çok etkisi oldu tabii. En çok etkileyen, iz bırakan ve hayalini kurduğum ortamların bazını teşkil ediyor. Balyan Ailesi, Osmanlı mimarisine Avrupai bir bakış ve büyüme süsleme sanatında zenginliği getirdi. Çırağan Sarayı, Küçüksu Kasrı, Dolmabahçe Sarayı, Mecidiye Camii ve birçok kışlayı onlar yaptı. Estetiğin içine doğdum aslında.

“Üçüncü okulumu eşim Metin Fadıllıoğlu’nun yanında okudum” demişsiniz bir röportajınızda. Gece hayatının önde gelen isimlerinden olan eşinizin kariyerinize katkısı ne oldu sizce?

Bir müddet birlikte çalıştık, ben idarecilik de yaptım. Her akşam farklı tip yerlerde çalıştık. 50 kişilik lokantadan 1000 kişilik eğlence mekânlarına kadar. Çok farklı insanlarla tanıştık, hizmet sektörünü tanıdım. Hizmet edilenden hizmet edene geçme kültürünü öğrendim. Kendinle rekabeti de Metin öğretti. Hiçbir rakibi yokken bile kendiyle rekabet edip Türk lokantacılık ve otelcilik hayatını dünya çapında bir noktaya taşıyan adamdır bence. Felsefe tarafı da çok kuvvetlidir, toplumu iyi okuyabiliyordu. Toplumun hitap ettiği kesimlerine göre farklı yerler sunabilme tekniği var. Kazanmayı da kaybetmeyi de beraber tattık. Birçok sivil toplum kuruluşunda da senelerce beraber çalıştık.

 

“ŞAKİRİN CAMİİ BENİM İÇİN MİHENK TAŞIDIR”

Şakirin Camii size dünyanın ilk kadın cami tasarımcısı unvanını getirdi. Tasarımını yaptığınız mekânlar arasında sizin için ne gibi bir önem arz ediyor?

En farklı ve etkileyici olarak düşündüğüm işlerimizden biri. Gururlandığım ve benim için bir mihenk taşı olan bir tasarım. Hem çok ürktüm hem de yapabileceğime inandım. Sanat olarak İslam kültüründen çok faydalanmıştım. Yaptığım tasarımlarda referans binalara gidip en çok camilerde çalışmışlığım vardı. Daha önce birçok lokantaya, Les Ottomans gibi bir otele imza atmış biri olarak farklı hassasiyeti olan bir konuya hizmet vereceğimden lojistiğini çok iyi planlamam gerekiyordu. Bina çiziminin değiştirilmesi de olayı daha ciddi boyutlara taşıdı. Müslümanlara, ibadet edenlere servis veren kaliteli, çözümleri doğru yapılmış, iyi bir estetiğe kavuşmuş bir yapı istiyordu Şakir Ailesi. Öyle olması için çok uğraştım. Epey bir psikolojik baskı altındaydım. BBC röportajında anladım ki bu alanda hiçbir kadın çalışmamış. Teologlar ve alanının kıymetli insanlarıyla bir araya geldim. Yaptığım her tasarımdan sonra İslam sanat tarihçilerine gidip görüşlerini aldım. Süreci onlarla birlikte götürdüm.

 

“WALT DISNEY’DEN CİDDİ BİR TEKLİF ALDIM”

Şakirin Camii ile dünyanın da ilgisini üzerinize topladınız. Sonrasında yurtdışından ne gibi teklifler geldi?

BBC, Le Monde Gazetesi, CNN yayınlarından sonra Arap ülkelerinden lokanta ve cami tasarımı teklifleri geldi. Katar’da inşaatını da yaptığımız lokantalar ve camiler tasarladık. Amerika’da Walt Disney’in headhunter’ları Walt Disney Resort’un kreatif direktör yardımcılığını teklif etti. Bilhassa işim olan bir insan olmam dolayısıyla seçildim fakat orada yaşamam teklif edildi ben de o seçimi yapmadım. Aklımda kalan en ciddi tekliflerden biri, unutmaya çalışıyorum (Gülüyor). Bahreyn, Moskova, Köln, Suudi Arabistan gibi yerlerden teklif aldım ve birçoğunu gerçekleştirdik.

 

“BİZLERİN BAYRAK TAŞIMA GİBİ VAZİFELERİMİZ VAR”

BBC için çekilen ‘The Real İstanbul’ belgeselinde Haluk Bilginer, İdil Biret gibi isimlerle Türkiye’yi tanıttınız. Sanatçılara Türkiye’nin modern yüzünü göstermek konusunda nasıl bir görev düşüyor?

Zaten yaptığımız iş dolayısıyla duyulduğumuzda bize böyle teklifler gelebiliyor. Her gelen teklifi, her zaman değerlendirdim çünkü bizler gibi insanların bazı bayrakları taşımak gibi vazifeleri var. Tanıtım yüzü olarak zaman zaman projelerde yer almamız iyi sonuçlar veriyor.

Tasarım konusundaki mükemmeliyetçi tavrınız iş dışındaki hayatınıza da yansıyor mu?

Hem de nasıl! Yoga, meditasyon gibi alanlara yöneliyorum kendimi rahatlatmak için. Perfeksiyonistliğim var her alanda ama benim de dinamiğim bu.

Kendi ofisiniz ve eviniz konusunda nasıl bir tarzı benimsediniz?  Tarihi binalara özel bir tutkunuz mu var? Mekânın ruhuna inanır mısınız?

Çok inanırım, yaptığımız mekânlarda müşterimizin ruhunu yansıtmaya çalışıyoruz. 500’ün üzerinde ev yaptık, mutlak surette kullanıcılarla zaman içinde zenginleşecek bir mekân hayal ediyoruz. Bazı tasarımcılar gördükleri güzellikleri alıp uyguluyor sadece. Onlara copy-paste tasarımcı diyorum. Kendi evim de ruhumla oluşturduğum bir mekân. Rahat ettiğim ve zaman içinde topladığım sanat eserleri, objeler ve renklerle hemhal olmuş bir mekânda yaşıyoruz. İki eski mekânı birbirine bağladım ve tüylerini yönüne taradım diyebiliriz. Ofiste ise belirli bir tasarım kültüründen ziyade tasarım ofisin altyapısını vermeye çalıştık. Bize gelecek herkes farklı yönlerde bir şey isteyecekti, onları baskı altında bırakacak bir çizgi oluşturmak istemedik.

Zeynep Fadıllıoğlu Design’da 35 kişilik dev bir mimar ekibiniz var. Ekibinize insanları dahil ederken nelere dikkat ediyorsunuz?

İlk başladığımda bir mimarla çalışıyordum; sonra bir ressam ve bir mimarla devam ettim. Daha sonra mimar, ressam, sahne tasarımcısı arkadaşlarımızın arasına yurtdışından da işinde çok gelişmiş çalışanları katmaya başladım. Dünyanın sanatı yurtdışında oluşturulurken, o dokular artizanata da yansıyor. Bu zenginliği, memleketime getirebilme imkânına bu sayede ulaştım. Bilgi Üniversitesinde 14 yıl eğitimci olarak görev aldım. Tasarım Yönetimi Kültürü Programı oluşturulmasına ilk seçilen insandım. Çok ciddiye aldım ve kendim de çok şey öğrendim.

 

“CESUR TASARIMLARA YOL AÇAN, YENİLİKÇİ BİRİYİM”

Patron olarak ekibinizle iletişiminiz nasıldır? Güçlü bir markada ekibin önemini nerede görüyorsunuz?

Hep takım çalışması yaptım ve çok önem veriyorum. Çoğunlukla her alanın profesyoneli ile bir fikir ortamı yaratmaya gayret ediyoruz. Kendi eksilerimi artıya dönüştürdüm ve daha büyük bir zenginlik çıktı ortaya. Ekiple çok samimiyet içinde çalışıyorum. Hem idareci hem yaratıcı olmak zor. Şu anda ofisin idareciliğini eşim Metin yapıyor. Ben de her türlü cesur tasarıma yol açan, yenilikçi biriyim.  Kendimi güncel tutarım. Her ne kadar eskiyi çok iyi yansıtsam da o eski bugüne gelmediği takdirde benim için çok tozludur. Bugünün dinamiklerini yakalaması gerektiğini düşünüyorum.

Ürün çizginiz nasıl?

Dünya çapında bazı markalarla ortak projelerimiz var, mesela De Gournay ile yapacağımız duvar kağıdı... Farklı ürünler çiziyoruz, bir modern dalımız var. Birçok insan tasarladığımız masalarımızı alıp farklı detay olarak kullanıyor, fonksiyonel olarak da tercih edenler var. Dünyanın her yerinden talep geliyor. Gençlerin bile evine girmek hoşumuza gidiyor. New York’tan bir mekânın tamamen içini ürünlerimizden satın alan mimarlar oluyor.

Yeni projeleriniz nelerdir?

Dünya çapında projelere çalışmalarımız devam ediyor. Yakın zamanda Boston’ da yaptığımız Dream Group Bünyesindeki Nahita restoran ile Boston Eater ödülleri kapsamında Yılın Tasarımı Ödülü aldık. Yurtiçi ve yurtdışında birçok otel, konut, restoran ve devam eden cami projelerimiz var. İstanbul’da devam eden, Boğaz kenarında, iki çok mühim otel projesi çiziyoruz.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün