Semaver Kumpanya’nın yeni oyunu ‘Catch 22 / Madde 22’

Evet, sadece tek bir bityeniği vardı. Madde 22’nin kendisi. Bu maddeye göre yakınındaki gerçek bir tehlike karşısında kişinin kendi güvenliğini düşünmesi rasyonel bir insan davranışıydı. Orr deliydi ve görevden alınabilirdi. Tek yapması gereken bunu istemekti; ama bunu istediği an, deli olduğu kabul edilmeyecek ve daha fazla görev uçuşuna çıkması gerekecekti. Orr, daha fazla görev uçuşu yaptığı takdirde deli, bunu yapmadığı takdirde ise akıllı kabul edilecekti, fakat akıllıysa uçmak zorundaydı. Eğer görev uçuşuna çıkıyorsa deli olmalıydı ve bunu yapmak zorunda değildi; fakat göreve çıkmak istemiyorsa, akıllı olmalıydı ve uçmak zorundaydı. (Catch 22 romanından) Joseph Heller

Erdoğan MİTRANİ Sanat
3 Nisan 2019 Çarşamba

Amerikalı romancı, öykü, senaryo ve oyun yazarı Joseph Heller (1923 –1999), 1942 yılında 19 yaşındayken Amerikan Hava Kuvvetlerine katılmış, iki yıl sonra gönderildiği İtalya cephesinde, savaş pilotu olarak 60 kadar bombardıman görevine çıkmış. Döndüğünde Güney Kaliforniya Üniversitesinde edebiyat öğrenimine başlayan Heller, lisansını New York, mastırını Columbia Üniversitelerinde tamamlamış.

Savaş pilotu anılarından esinlenen ilk romanı ‘Catch 22’yu 1953’te yazmaya başlamış, tamamlaması sekiz yılını almış. Roman 1961 yılında yayınlandığında ABD’de çok çelişkili tepkiler almış; Chicago Sun Times “Son yılların en iyi Amerikan romanı” olarak nitelendirirken, kimi eleştirmenler “düzensiz, aptalca ve anlaşılmaz” bularak yerin dibine batırmış. Yalnızca otuz bin satan ‘Catch 22’, aynı yıl İngiltere’de yüksek bir tiraj yakalamış; ABD’de bir yıl sonra cep kitabı olarak yeniden yayınlandığında, on milyon satarak kült statüsüne erişmiş. 

Günümüzde, bu savaş ve bürokrasi yergisi, 20. yüzyılın en büyük edebi eserlerinden biri olarak kabul görüyor. Anlamı hakkında çok yazılıp söylenen, (güzel Türkçemizde karşılığı “iki ucu b..lu değnek” olan) Catch 22 terimi, ‘absürd ve çelişkili seçeneğin eşanlamlısı’ olarak İngilizceye girmiş durumda.

Semaver Kumpanya, sezonun yeni oyunu olarak Heller’in 1971’de tiyatroya uyarladığı  ‘Catch 22’yu ‘Madde 22’ adıyla, kurucusu Işıl Kasapoğlu’nun yönetmenliğinde sahneliyor. Çevirmeni Çiğdem Girgiç, dramaturgu Bilgesu Kasapoğlu. Son zamanlarda topluluğun çoğu oyununu yöneten Volkan M. Sarıöz, Gülay Şenyüzlü Kırantepe ile birlikte ustalarının yönetmen yardımcılığını yapıyorlar.

Delilikle soğukkanlı mantık arasında kırılgan bir denge kuran ‘Madde 22’, savaştan kaçamasa da boşuna ölmekten kaçınan, savaşın ortasında savaşın parçası olmayarak aklını korumaya çalışan bir adamın öyküsü üzerinden savaş, zafer, vatan için ölmek çığırtkanlığı yapan savaş yanlılarını hınzırca alaya alır. Oyun, II. Dünya Savaşı’nda İtalya’da konuşlanmış Amerikan üssünde geçer. Göreve her çıktığında uçağına ateş edilen, isabet alarak ölmekten korkan bombardıman subayı Yossaryan’ın, yıkılan şehirler, işlenen insanlık suçları, yok edilen medeniyetler pek de umurunda değildir. Çok daha basit bir dileği vardır, sonsuza kadar yaşamak. En azından, sonsuza dek yaşamayı denemek için evine sağ salim dönmek. Uçuş görevinden kaçmak için her türlü yolu deneyen Yossaryan, çareyi önce hastalığa sığınmakta, sonra da doktorları ve üstlerini deli olduğuna inandırmaya çalışmakta arayacaktır...

Işıl Kasapoğlu, ‘Madde 22’yi, son derece karanlık, absürd ve gerçeküstücü bir fars olarak sahneliyor. Herkes öldürmek ya da ölmek için savaşırken, ölümden korkan ve yaşamak için savaş veren gerçekçi bir Yossaryan yorumunun karşısına, ikişer üçer karakteri canlandıran ekibin tümünün abartılı, karikatüre kaçan oyunculuğunu çıkararak, tamamen çıldırmış bir dünyada aklı başında olmanın ikilemini başarıyla aktarıyor. İzleyiciyi şaşırtan, güldüren, algılandıkça taş gibi içine oturan bu karikatürümsü yorum, absürdle gerçekçiyi dengede tutarak, savaşın anlamsızlığını ve çığırından çıkmışlığını müthiş inandırıcı şekilde veriyor.

Başak Özdoğan’ın hem soyut hem somut, çok amaçlı işlevsel dekoru, Okan Kaya’nın müzik ve ses tasarımı, Mustafa Karakoyun’un ışık tasarımı ve Ayşenur Arslanoğlu’nun kostümleri, Kasapoğlu’nun yorumuna başarıyla mekân oluşturuyorlar.
Oyunculuklar olağanüstü. Ahmet Kaynak, Berkay Şekerci, Cansu Saka, Ezgi Ulusoy Tamer, Onur Şenol, Mertcan Ertürk, Metin Alpargun ve Selen Şenay, kılıktan kılığa, karakterden karaktere geçerek sayısız kişiye can veriyorlar. Güçlü Yalçıner, Yarbay Black’in bedeni ve kahkahasıyla ‘Young Frankenstein’ın Marty Feldman’ının anısına müthiş bir selam gönderiyor. Sarp Aydınoğlu ve Sezin Bozacı, cinsiyette engellerini aşan, abartıda sınır tanımayan yorumlarına karşın, gerçek kişiler yaratıyorlar. Sezin’i Wintergreen ya da Sarp’ı Albay Cathcart ya da Danikanın Kayınvalidesi olarak izlemek ayrı bir keyif.

Serkan Keskin’in, bu zıvanadan çıkmış keşmekeşin içinde, kendisine verilen mantıklı mantıksız her görevi yaparken akıl sağlığını koruyan, isyan ettiğinde bile mantık sınırlarını aşmayan, tek aklı başında adamı yorumlayışı ise olağanüstü.

Yılın en heyecan verici tiyatro olaylarından biri. 11, 12, 13 Nisan ve 3, 4, 10 Mayıs Çevre Tiyatrosunda. Kocamustafapaşa’ya yakın oturmuyorsanız bile kaçırmayın derim.

 

Ba-tiyatro’da ‘Julie’

Geçtiğimiz sezon ‘Hafızasını Kaybeden Müzeden Bir Traktöre Mektuplar’  oyununu izlediğimiz, disiplinlerarası çalışan ve performatif işler üreten ba-tiyatro’nun bu sezondaki yeni oyunu, İsveçli oyun yazarı August Strindberg’in 1888’de yazdığı, cinsiyet, sınıf ve güç temalarını ele alan klasik trajedisi ‘Matmazel Julie’yi zamansız bir evde yeniden karşımıza çıkaran ‘Julie’.

Oyun bir parti akşamı, genç ve başına buyruk Matmazel Julie’nin kont babasıyla yaşadığı evin mutfağında, hizmetçi Kristin, kontun yardımcısı Jean ve Julie arasında geçer.

Julie´nin annesi kocasının otoritesini reddederek kontla mücadeleye girmiş, sonunda varlıklı bir erkekle kaçarak kontun iflasına neden olmuştur. Annesinin yetiştirdiği Julie bir yandan erkeklerden nefret etmekte, diğer yandan da babasının içine düştüğü durum nedeniyle annesine hınç duymaktadır. Geleneksel, soylu ev hanımlığından özgür bir kadına dönüşmeyi arzu eden Julie uşak Jean yoluyla erkeklerden öç almaya niyetlidir. Uşaklıktan kurtulup sermaye sahibi bir burjuvaya dönüşmeye çalışan Jean ise, sınıf atlamak için Julie´yi kullanmak istemektedir.

Julie’nin partinin ortasında Kristin ve Jean’la başlattığı güç oyunu giderek Julie ile Jean arasında içinden çıkılmaz, kazananı olmayan vahşi bir yaşamsal savaşa evrilir. Mutfağın savaş meydanına, Julie ile Jean’ın savaşçıya dönüştüğü çatışmanın cephanesi ikilinin ait oldukları toplumsal sınıfları ve kişisel geçmişleri, silahları ise ustalıkla ve acımasızca kullandıkları sözcüklerdir. Bu savaş oyununun galibi yoktur. Uşak Jean uşak kalacak, bir uşak karşısında ondan bile daha soysuz bir pozisyona düşerek onurunu yerle bir ettiği düşüncesi Julie’yi intihara sürükleyecektir.

Julie ve Jean’ın ilişkisini, yaşanmış cinsellik sonrası bir iktidar kavgasına dönüştüren August Strindberg, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ve sınıf çelişkileri sorgulayarak çağını aşan modern bir oyun yazmış. Ferdi Çetin’in oyunu çağcıllaştıran çeviri ve dramaturgisinde takıldığım nokta da bu. Yenileme çabası, ‘Matmazel Julie’yi yarım yüzyıl önce ilk keşfettiğimde hissetmiş ve düşünmüş olduklarıma yeni bir şey katmıyor. Hatta 19. yüzyıl sonundaki orijinal şekliyle sahnelenmesinin metni daha da etkileyici kılacağı kanısındayım. Tabii ki biçem ve biçemin getirdikleri üzerine eleştirim, yönetmen Yusuf Demirkol’un yalın ve sert yorumunu çok beğenmeme engel değil. Julie sahneye girdiği andan itibaren, neredeyse elle tutulurmuşçasına buram buram hissedilen o cinsel çekimi seyirciye başarıyla yansıtıyor. İlişkiden sonra doyuma ulaşmış erotizmin adım adım şiddete dönüşmesi de aynı derecede etkileyici.

Sahne tasarımın da üstlenen Demirkol, aynı yalınlıkta oluşturduğu mutfakta üç oyuncusundan çok etkileyici yorumlar alıyor. Jean’la nişanlı olduğundan onunla rahatça sevişebilen, kontun dindar ve durumunu kabullenmiş aşçısı Kristin’i canlandıran Gizem Erman Soysaldı, hem kadının sarsılmaz inancını hem Jean’la yakınlaşmasını rahatlıkla kişiliğinde birleştiriyor. 

Ahmet Varlı, bireysel başarıya inanan ve ‘kumaşı iyi’ olduğundan kendini soyluluğa layık bulan Jean’ın kendine güvenini, içten pazarlıklı baştan çıkarma çabalarını, bazen taşkınlaşan patlamalarını, bazen gerçekten duygusallaşmasını, aynı karaktere başarıyla mal ediyor.

Nilay Erdönmez, dürtüleriyle hareket eden, sıkıştırıldığı sınıfsal ve cinsel rolden kurtulmak için soyluluğunu reddetmeye çalışan güçlü ve hırslı kont kızı Julie’nin savaşını ve sınırlarını kaldıramadığındaki çaresizliğini çok iyi veriyor. Değişken ruh halleri arasındaki geçişleri inanılmaz başarılı. Çok iyi sahnelenmiş ve yorumlanmış etkileyici bir çalışma. Çağcıllaştırılmasıyla ilgili çekincelerime katılıp katılmamakta tabii ki karar sizin. Ama her hâlükârda mutlaka izlenmeye değer. 9 Nisan CKM’de ve sezon boyunca İstanbul sahnelerinde. İyi seyirler dilerim.

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün