Prof. Dr. İvet Bahar, Kadir Has Üstün Başarı Ödülüne layık görüldü

15. Kadir Has Ödüllerinde bu sene Prof. Dr. İvet Bahar ‘Üstün Başarı Ödülü’ne, Dr. Canan Dağdeviren de ‘Gelecek Vadeden Bilim İnsanı Ödülü’ne layık görüldüler. Bahar ve Dağdeviren 22 Mart Cuma günü Kadir Has Üniversitesi Cibali kampüsünde düzenlenen kalabalık bir törenle ödüllerini aldılar. Prof. Bahar ile nörodejenerif hastalık ve uyuşturucu bağımlılığı başta olmak üzere çalışmaları ile ilgili konuştuk.

Karel VALANSİ Toplum
27 Mart 2019 Çarşamba

Kadir Has Üniversitesi’nin kurucusu merhum Kadir Has adına 2003 yılından beri verilen Kadir Has Ödülleri, Türkiye’nin ulusal ve uluslararası düzeyde önemli başarılara imza atmış, toplumun gelişimine katkıda bulunmuş kişi ve kurumlarını tanıtmayı ve ödüllendirmeyi amaçlamakta. Bu yıl 15’incisi verilen Kadir Has Ödüllerinin ana teması ‘Karmaşık Sistemler: çok sayıda ve çok türde serbesti derecelerinin çok yönlü etkileşmelerinden, özgün ve önemli oluşumları doğuran sistemler’ olarak belirlendi. 22 Mart Cuma günü düzenlenen ödül töreninde iki bilim kadını katkılarından dolayı  bu ödüle layık görüldüler.

2004 yılından bu yana Pittsburgh Üniversitesi Tıp Fakültesi Bilgisayar ve Sistem Biyoloji bölümünde Kurucu Başkanı ve Seçkin Profesör olarak çalışmalarına devam eden Prof. Dr. İvet Bahar, biyolojik sistemlerin fonksiyonel dinamiklerini moleküler ölçekte açıklayabilmek için geliştirdiği kuramsal ve hesaplamalı modeller ve birçok bilim insanı yetiştirilmesine verdiği katkılardan dolayı ‘Üstün Başarı Ödülü’nün sahibi oldu. Düzenlenen törenle ödülünü alan Bahar, bir teşekkür konuşması yaparak çalışmalarından ve akademik çocuklarım dediği öğrencilerinin başarılarından bahsetti. Konuşmasına ailesine teşekkür ederek sonlandıran Bahar,  daha önce İstanbul’da düzenlenen Limmud konferanslarına konuşmacı olarak katılmış ve 2014 yılında araştırmacı yazar Naim Güleryüz’ün düzenlediği ‘Mesleklerinde ilk olan Türk Yahudi Kadınları’ sergisinde yer alan 36 başarılı isimden biri olmuştu.

Kadir Has Üniversitesi tarafından, üniversitenin kurucusu işadamı Kadir Has’ın ismini yaşatmak amacıyla her yıl verilen Kadir Has Ödülleri’nin ‘Gelecek Vadeden Bilim İnsanı Ödülü’ne ise, insan organları üzerine giydirilebilecek kadar esnek ve organların ritmik hareketlerini elektrik enerjisine çevirebilen piezoelektrik aygıtlar yapması nedeniyle Dr. Canan Dağdeviren layık görüldü.

Canan Dağdeviren, 2017’de American Academy of Achievement’ın, Türkiye’den seçilen ilk inovasyon ve teknoloji delegesi oldu. MIT Media Lab’de akademisyen olarak araştırmalarına devam ediyor. Bu ödülün Türkiye’den aldığı ilk ödül olduğu için ayrı bir önemi olduğunu belirten Dağdeviren, başarının paylaşarak çoğalacağını ve başarının bahanelerle ertelenmemesini belirten bir teşekkür konuşması yaparak çalışmalarından örnekler anlattı.

 

İvet Bahar, Karel Valansi ve Canan Dağdeviren

Prof. Dr. İvet Bahar ile son dönemdeki çalışmalarını konuştuk:

Törendeki konuşmanızda kişiden kişiye DNA farkının 0,001 gibi düşük bir oran olduğunu ve bu farkın aramızdaki farklılıkları yarattığını belirtmiştiniz. Bu kadar küçük bir fark olması bize neyi anlatıyor?

İnsanların genetik yapısı %99,9 oranında birbiri ile aynı. Diğer bir deyişle, DNA’mızın sadece binde biri (ve hatta daha küçük bir oranı) farklı. Bir insan ile goril arasında benzerlik ise %96-98 oranında. Aslında bütün canlılar arasında benzerlikler var. Evrim teorisi bu zaten. Zaman içinde farklılaşmış bütün canlılar.

Binde bir küçük bir oran gibi görünmekle birlikte, insanın DNA’sında (23 çift kromozomumuzda) toplam 3 milyar yapı taşı (baz çifti) olduğunu düşünürsek, farklı yapı taşlarının mutlak sayısı yine de 3 milyonu buluyor. Yani oran düşük, ama mutlak sayı yüksek. Sonuç olarak o farklı 3 milyon yapı taşı bizi birbirimizden farklı yapıyor; göz rengimizden, Alzheimer hastalığına yakalanma riskine kadar.

Söyle de düşünülebiliriz, insan DNA’sında yaklaşık 20 bin gen var. Her bir gen yaklaşık 2,000 yapı taşından oluşuyor. O halde, bu yapı taşlarından sadece ikisi farklı. Diğer bir deyişle her bir gende 1-2 mutasyon olma ihtimali var. Bu mutasyonlar zararlı mi? Kesinlikle değil. Büyük bir çoğunluğu sadece bizim farklı fiziksel ve zihinsel özelliklere sahip olmamıza yol açıyor.  Küçük bir oran ise hastalıklara. Bunun bir sonucu, genotip- fenotip (yani gen yapısı ile fizyolojik özellikler) arasındaki bağlantıyı anlamak için aslında sadece sayılı mutasyona yoğunlaşmalıyız, özellikle de hastalıklara sebebiyet veren (disease-causing) mutasyonlara. Yaygın olarak yapılan genetik testlerde (örneğin 23AndMe) bu tür mutasyonlara bakılıyor, genetik yapınızın bilinen hangi fenotipik özelliklere uyduğuna bakıyorlar. Bu konuda bilgi çığ gibi buyuyor. Test sayısı arttıkça bilgilerin istatistiksel doğruluğu da artıyor. 

Kişiye özel tıptan bahsettiniz bu tam olarak ne  demek? İlaç tasarımında nasıl bir gelecek bekliyor bizleri?

Kişiye özel tip tam bu kapsamda devreye giriyor. Kişiye özel (personalized medicine) veya kesin/hassas tedavi (precision medicine) günümüzde giderek önem kazanan bir yaklaşım. Bu yeni yaklaşımda ‘hastalık’ yok, ‘hasta’ var. Amaç sizin genetik yapınıza yönelik tedavilerin geliştirilmesi. Genetik yapınıza göre ilaçlara farklı yanıtta bulunursunuz. O nedenle geniş spektrumlu (ve yan tesirleri olan) ilaç ve tedavilerden ziyade, sizde ne gibi genetik özellikler olduğunun belirlenmesi, genetik yapınızdan dolayı ilaca ne şekilde cevap vereceğiniz dikkate alınarak tedavi yöntemlerinin uygulanması ve geliştirilmesi gerekiyor. Önümüzdeki dönemde bu yönde önemli gelişmeler bekleniyor. Ve tabii ‘hesaplamalı biyoloji/genetik’ (computational biology/genetics) bu alandaki ilerlemelerin gerçekleşmesi için en önemli rolü oynayan temel bilim dallarından biri.

İlaçların yan etkilerinin azaltılması özellikle kemoterapi ilaçlarınınkinin azaltılması da mümkün bu durumda…

Tabii ki. Yine hızla büyüyen veri bankalarındaki veriler kullanılarak ilaçların yan tesirleri konusunda süratle yeni bilgiler, buluşlar yapılıyor. Bizim grubumuz da bu konudaki öncü laboratuvarlardan. Kanser tedavisinde giderek önem kazanan bir yöntem ‘immunoterapi’; yani kanserli hücrelerin çoğalmasına engel olmak için sizin immun sisteminizin tedavi amacı ile harekete geçirilmesi. Immunoterapi önümüzdeki yıllarda giderek önem kazanması beklenen bir araştırma alanı.

Çalışmalarınızda dry lab dediğininiz bilgisayar üzerinden deneyler geliştirdiğinizden bahsettiniz. Anladığımız anlamda beyaz önlüklü ve elinde beher olan laboratuvara nazaran avantajları nedir?

‘Dry lab’ sözcüğü çok yaygın olarak kullanılan ‘wet lab’ sözcüğünün karşıtı. Wet lab, bildiğimiz klasik deney tarzı, dediğiniz gibi beyaz önlüklü ve elinde beher ile. Dry lab ise deneylerin sanal ortamda, bilgisayar simülasyonları yardımıyla yapılması. Biz onlara ‘in silico’ deneyler diyoruz, tıpkı canlı hayvanlarla yapılanlara ‘in vivo’ deneyler dendiği gibi. Lab tezgâhında kimya ve moleküler biyoloji yöntemleri ile yapılanlara da ‘in vitro’ deneyler deniyor. İdeali in silico deneylerle önce bir ön eleme yapılması, daha sonra in vitro deneylerle geçerliliği kanıtlanan bulguların canlılara uygulanması. Böylelikle siz hem zamandan,  hem emekten, hem de paradan tasarruf edebilirsiniz. Örneğin ilaç tasarımında halen deneme-yanılma ile bir sürü çalışma yapılıyor. Oysa bilgisayar modelleri ve simülasyonlarla bir takım ‘rasyonel’ çözümler üretmek ve onları kullanmak çok daha etkin. Dahası, in vitro ve in vivo deneylerden çıkan sonuçları tekrar in silico modellerinize, simülasyonlarınıza ekleyip giderek daha doğru, daha kesin sonuçlar bulabilirsiniz. Giderek önem kazanan ‘machine learning’ yöntemlerinin temeli bu. Yeni bilgileri siz yazılımınıza ekliyorsanız, makinenin daha iyi öğrenmesini sağlıyorsunuz ve makine sizin daha doğru sonuçlar bulmanıza yardımcı oluyor. Burada ‘makine’ dediğim bilgisayar tabii...

Son zamanlarda beyin üzerine ağırlık verdiğinizden bahsettiniz. Parkinson gibi hastalıklarda hastaların hayat standardını yükseltecek gelişmeler var mı? Nörodejeneratif hastalık ve uyuşturucu bağımlılığı ile mücadele konularıyla ilgili çalışmalarınızdan da bahsedebilir misiniz?

Çalışmalarımda temel bilgi; beyin nasıl çalışıyor? Hangi sinyallerin, hangi uyarıcıların etkisi ile merkezi sinir sisteminin iletişimi daha etkin veya daha az etkin oluyor? Beynin çalışmasını ‘normal’ hale getirmek için ne gibi uyarılarda bulunabiliriz? Veya Parkinson hastalığının temelinde olan dopamin transmisyonunda hangi ilaçlarla dopamine taşıyıcılarının veya reseptörlerinin çalışmasını düzenli bir hale getirebiliriz? Odaklandığımız sorular bunlar. Uyuşturucu bağımlılığı ile ilgili çalışmalarımız da aynı yönde. Yine bağımlılık kazanmanın temelinde dopamin transmisyonundaki bozukluklar var. Yaklaşık 5-6 senedir bu konular üstünde duruyoruz, birçok ‘potansiyel ilaç’ buluyoruz.  Bulgularımızı sonra klinikçilere aktarıyoruz, onlar da az önce bahsettiğim türde deneyler yapıyor. Her gün yeni buluşlar ve yayınlar yapılıyor bu alanda.  Yaklaşık 10 yılda bu konuda düzinelerle makale yayınladık, bir çok potansiyel ilacın farelerde etkin olduğunu gösterdik, ama herhangi bir yeni ilacın bulunup kullanılmaya başlanması şu anda ortalama 30 yıllık bir süreç. O nedenle ‘şu ilacı bulduk’ diyemeyeceğim. Ama o yöndeki çabalara ve özellikle moleküler düzeyde nedenselliğin (causality) aydınlanmasına ve rasyonel tedavi yöntemlerinin geliştirilmesine önemli katkılarda bulunuyoruz.

Ekim ayında Pittsburgh Hayat Ağacı sinagoguna bir terör saldırısı düzenlendi. O dönemde şehirde miydiniz? Neler hissettiniz, saldırı sonrası neler yaşandı?

Şehirdeydim. Saldırı çok acıydı. Maalesef dünyanın birçok yerinde, son zamanlarda bazı liderlerin de körüklemesiyle bu tür terör saldırıları olmaya devam ediyor. Pittsburgh’daki saldırıya ne kadar üzüldüysem, dehşet ile karşıladıysam, olayın akabinde toplumun tepkisini görüp bir o kadar ümit ve güven duydum. İnanılmaz bir dayanışma sergiledi Pittsburgh halkı. Trump’ın şehre gelip olayı politize etmesine müsaade etmedi. Olay sırasında hayatını kaybeden veya yaralananların aileleri adeta bir sevgi seline boğuldu. Sade şehirdekiler değil, ülkenin dört bir yanından gelen yardımların miktarı 6 milyon Doları aştı. Buna ABD’deki Müslüman kuruluşların topladıkları 240 bin Dolar da dahil. İşin güzel yani, şu anda Yeni Zelanda’daki acı olay akabinde, Pittsburgh Hayat Ağacı Sinagogu bir bağış toplantısı başlatarak Yeni Zelanda’daki terör olayında mağdur kalanlara 45 bin Dolar yardım gönderdi.  Terör karşısında birlik ve beraberlik içinde el ele olmak tek çare bu tür olaylara karşı koymak için.