Web´den seçmeler

• Ama saldırılardan sonraki hafta Cumartesi günü Sinagoglar önünde İstanbullular toplanıp Musevi komşularıyla dayanışma içinde olduklarını göstermediler. Meclis’te başbakanlar “Şalom” diyerek başladıkları bir taziye konuşması yapmadılar, ardından Tevrat’tan bölümler okunmadı. Birinci haftasında ülkedeki tvlerde Hazanlar ilahiler okuyup, dayanışma için spikerler televizyona Kippa takarak çıkmadı. Elinde bir çiçekle bir Sinagog’a gidip üzüntüsünü bildireni sinagog kapısı önünde pankartla nöbet tutanı da duymadık. YILDIRAY OĞUR - KARAR

İzak BARON Diğer
27 Mart 2019 Çarşamba
  • ÖNCEKİ YILLARDA SİNAGOGLAR BOMBALANDI, ONLARCA YAHUDİ VATANDAŞIMIZI YİTİRDİK BU SALDIRILARDA. BU SİNAGOGLAR ÇİÇEK BAHÇESİNE ÇEVRİLDİ Mİ?

Şimdi herkes oturup bir düşünsün.

Bunun benzeri bizim ülkemizde yaşanabilir mi?

İnsanlarımız tıpkı Yeni Zelanda halkı gibi hiçbir komplekse kapılmadan, bunu bir siyasi şova çevirmeden, salt inanca saygı gösterdiği için böyle bir eylem yapabilir mi? Bu konuda “Kesinlikle hayır” diyemem elbette.

Çünkü en azından Hrant Dink cinayetinden sonraki tepkileri yerinde yaşayan biriyim. Ancak hatırlayın, o büyük tepki bile özellikle “yetmezciler” tarafından bir şova dönüştürülmüştü. Bir başka siyasi kesim de durumu, “Kürt sorunu” bazında propagandaya çevirmeye çalışmıştı.

Yeni Zelanda parlamentosu hafta içindeki bir oturumu Kuran okuyarak başlattı.

Bizim Meclis'imiz benzer bir terör olayında İncil veya Tevrat okuyarak oturuma başlar mı? Yeni Zelandalılar alçak teröristin saldırdığı camilerin etrafını rengarenk çiçeklerle bezeyerek bir süre gece gündüz nöbet tuttular.

Biz bunu yapar mıyız?

Önceki yıllarda sinagoglar bombalandı, onlarca Yahudi vatandaşımızı yitirdik bu

saldırılarda. Bu sinagoglar çiçek bahçesine çevrildi mi?

Şimdi gelin gerçeğe bakalım.

Elin Yeni Zelandalısı, ülkesinde yaşanan bir terör olayının mahcubiyeti içinde kıvranıyor.

Biz ise anında, “Bu bir Hristiyan terörüdür, bakalım şimdi ne yapacaksınız?” diye üst perdeden konuşmaya çalışıyoruz.

Neden?

Çünkü on binlerce insanı öldüren IŞİD, El Kaide, El Nusra ve benzeri örgütlerin adı anılırken “Müslüman, İslam” tanımlamaları yapıyormuş Batı.

Ama Hristiyanlar olursa bunlara terörist bile diyemiyorlarmış.

Yeni Zelanda'nın tavrı ile Türkiye'nin tavrını bir karşılaştırın.

Hangisi size daha uygar, daha özgürlükçü ve daha demokrat geliyor?

CAN ATAKLI

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/can-atakli/biz-bunu-yapar-miyiz-4095209/

 

  • OSMANLI KLASİK MİLLET SİSTEMİ İÇİNDE OLABİLDİĞİNCE HUZURLU BİR HAYAT YAŞAYAN VE ARTIK EKONOMİK OLARAK DA RAHATA ERMİŞ BULUNAN TÜRK YAHUDİLERİ İSE TAM AKSİNE NEREDEYSE HİÇ İLGİ GÖSTERMEDİLER BU PROJEYE

Aslında dünya Yahudileri arasında anti-Siyonist tutum başlangıçta çok daha güçlüydü. Uzun süre marjinal bir görüş olarak kalan Siyonizm’e hemen hiç rağbet göstermeyen cemaat ise Osmanlı Yahudileriydi. Bugün İsrail’in politikalarına yönelik herhangi bir eleştirel yaklaşımın en az görüldüğü veya hiç görülmediği cemaat…

Avrupa’da olduğu gibi sürgünler, katliamlar, pogromlar vs. yaşanmamış bir ülkenin tebaası olarak Yahudiler bugün sanılanın aksine “zimmi statüsü”nden şikayetçi değillerdi. Tanzimat sonrası dönemde gayrimüslimlere tanınan daha geniş vatandaş hakları yanısıra Osmanlı Devleti’nin Avrupa’yla ekonomik alandaki ilişkilerindeki gelişmelerden de en fazla Yahudiler faydalanmış, daha önce ülkenin en yoksul kesimini oluşturan Yahudiler kısa süre içinde yeni oluşan ticaret burjuvazisi içinde yükselip zenginleşmişlerdi.

İki bin yıldır kendilerine ait bir “anavatan”ları da mevcut olmadığından Ermeniler ve Rumlar arasında gelişen ayrılıkçı fikirlerin Yahudilerde karşılığı yoktu. İttihad-ı anasır politikalarını en güçlü şekilde desteklemelerinin sebebi buydu. Hatta Yahudi aydınları arasında bir asimilasyon fikrini savunanlar bile çıkmıştır (Bkz. Moiz Kohen). Ancak burada savunulan Avrupa’daki anlamıyla bir asimilasyon değil. Farklı dini inançlara ve farklı etnik kökenlere mensup insanların -zaten resmi dil olan- Türkçeyi ortak kültür dili olarak benimseyip anayasal bir yönetim altında ve modern anlamda vatandaşlık hak ve sorumlulukları çerçevesinde bir millet olmanın yolu olarak asimilasyon.

Avrupa ülkelerindeki asimilasyon ise özellikle 19. yüzyılda yeniden hızlanan bir gelişme olarak Yahudilerin Hristiyanlaşması hareketidir. Daha önceleri maruz bulundukları şartlardan kurtulma yolu olarak seçmek zorunda kaldıkları bu “gönüllü asimilasyon” bilahare rasyonalizmin ve pozitivist bilim zihniyetinin revaçta olduğu modernleşme sürecinde genç ve eğitimli Yahudiler arasında bu sefer gerçekten “gönüllü” bir tercihe dönüşmüştü. Elbette gerçek anlamda Hristiyan oluyor değillerdi. Toplum çoğunluğundan ayrı bir kimliği üzerlerinde taşımanın yükünden kurtulmuş oluyorlardı yalnızca.

İşte Siyonizm dünyadaki bütün Yahudilere bir “anavatan” vererek asimilasyona alternatif oluşturuyordu. Bu yüzden öncelikle asimilasyon tehlikesinden kaygı duyan Avrupa Yahudileri destek verdiler bu projeye. Ama ilk başlarda bu destek çok da yüksek oranda değildi. İtiraz edenler, kuşkuyla bakanlar daha çoktu. Osmanlı klasik millet sistemi içinde olabildiğince huzurlu bir hayat yaşayan ve artık ekonomik olarak da rahata ermiş bulunan Türk Yahudileri ise tam aksine neredeyse hiç ilgi göstermediler bu projeye.

19. yüzyıl sonlarında Rusya ve Doğu Avrupa Yahudilerine yönelik pogromlar artınca buralardan büyük bir nüfus Amerika’ya, Osmanlı topraklarına ve başta Almanya olmak üzere Batı Avrupa ülkelerine göç etmişti. Bilhassa bu sonradan gelen göçmenlerin oluşturduğu rahatsızlık Almanya’daki bazı aydınlara dünya Yahudilerinin Filistin’e yerleştirilmesi fikrini ilham etti. Bunu dini ve milli motiflerle bezeyip “Allah’ın seçtiği millete vadedilmiş topraklarda bir vatan kurma” projesine dönüştürenler ise dinî inançları bile olmayan bazı milliyetçi Yahudi aydınlarıydı. (Bu arada, Siyonizm’e siyasi destek veren ve Yahudilerin Filistin’e yerleşmesi için dış politika araçlarını gayri resmi şekilde de olsa seferber eden ilk ülkenin -İngiltere’den önce- Almanya olduğunu hatırlatmak gerekir.)

İBRAHİM KİRAS

https://www.karar.com/yazarlar/ibrahim-kiras/yahudiler-ve-siyonizm-9634

 

  • AMA SALDIRILARDAN SONRAKİ HAFTA CUMARTESİ GÜNÜ SİNAGOGLAR ÖNÜNDE İSTANBULLULAR TOPLANIP MUSEVİ KOMŞULARIYLA DAYANIŞMA İÇİNDE OLDUKLARINI GÖSTERMEDİLER. MECLİS’TE BAŞBAKANLAR “ŞALOM” DİYEREK BAŞLADIKLARI BİR TAZİYE KONUŞMASI YAPMADILAR, ARDINDAN TEVRAT’TAN BÖLÜMLER OKUNMADI

6 Eylül 1986 günü, her Cumartesi sabahı olduğu gibi, İstanbul Kuledibi’ndeki Neve Şalom Sinagogu’nda toplanan cemaat Şabat duasını yapıyordu.

09.17’de kapıdan fotoğraf çekeceğini söyleyen iki kişi girdi.

Yanlarında getirdikleri demir sopayı çıkarıp kapıyı kilitlediler, duayı yöneten hahambaşı yardımcısının olduğu yere bir bomba attılar ve ardından üzerlerindeki kısa namlulu silahları çıkarıp etrafa ateş açmaya başladılar. Etraf can pazarına dönmüştü.

Saldırıda, ibadet için o sabah sinagoga gelmiş 21 Musevi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı hunharca öldürüldü.

Üzerlerindeki bombaların patlamasıyla daha sonra Filistinli oldukları ortaya çıkan iki terörist de olay yerinde öldü.

Ve 17 yıl sonra.

15 Kasım 2003 günü, yine bir Cumartesi sabahı, yine Neve Şalom Sinagogu. Şabat duası ve bir çocuğun 13’üncü yaş töreni (Bar Mitzva) için içeride 300 kişi vardı.

Saat 09.14 sularında sinagogun önüne park etmiş bomba yüklü bir kamyonet infilak etti.

Şehrin her yerinden duyulan büyük patlama, çevredeki her şeyi havaya uçurmuştu. Kapıda sinagoga girmek için bekleyen cemaat mensupları, güvenlik görevlileri ve çevredeki esnaftan 18 kişi hayatını kaybetti.

Daha önceki saldırı nedeniyle sinagogun etrafına kurulmuş güvenlik duvarı içeride ibadet eden 300 kişinin saldırıyı yaralanmalarla atlatmasına sebep olmuştu.

İki dakika sonra yine Şabat duası için Musevilerin toplandığı Osmanbey'deki Beth İsrael Sinagogu önüne park edilmiş başka bir kamyonet de patladı. Burada da ibadet için sinagoga gelmiş beş kişi hayatını kaybetti.

Saldırılarda hayatını kaybedenlerin hikayeleri az konuşuldu, isimleri tanıdık isimler olmadığı için sanki başka bir ülkede yaşanmış bir olay gibi davranıldı.

Halbuki terörün kurbanları bu ülkenin insanlarıydı. Annette Rubinstein Talu sadece sekiz yaşındaydı. Yoel Kohen Ülçer 19 yaşında bir üniversite öğrencisiydi. Beş aylık hamile olan 28 yaşındaki Berta ve onun Müslüman eşi Ahmet, sinagog ve camiden ayrı ayrı yolcu edilmişlerdi.

Beş gün sonra İngiliz Konsolosluğu ve HSBC bankalarının önündeki patlamalarda da 31 insan daha katledildi.

Saldırıları El Kaide üstlendi. Kamyonetlerin içindeki intihar bombacısı teröristler Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı çıkmıştı.

Gazetelere gönderilen bildiride Bush ve Batılı ülkelerin başkentleri yeni saldırılar için tehdit ediliyordu. Bir paragraf da Türkiye’ye ayrılmıştı:

“Sana gelince Türkiye... Haçlı ordularından ayrılıp, İslami ulusa dönmenin zamanı değil mi? Ordunuzu Afganistan'dan çekmenin, Siyonistlerle tüm ilişkiyi kesmenin, Irak için Amerika'ya asker sağlamaktan vazgeçmenin ve Haçlı Atlantik İttifakı'ndan ayrılmanın zamanı değil mi? Biz, Türk hükümetini ABD'nin bir numaralı ajanı olarak görüyoruz. O halde, Bush ile barış arasında seçim yapmalı.’’

Her iki saldırının ardından dönemin hükümetleri terörü, ibadet eden insanlara saldırıyı lanetleyen açıklamalar yaptılar. Terörün dini ve ırkı olmadığını söylediler. Başbakanlar Hahambaşılığı’nı ziyaret etti. Başbakan Erdoğan “Bu saldırılarla Türkiye’ye verilmek istenen mesajı ayağımın altına alıyorum” dedi. Cenazelerine bakanlar düzeyinde katılım oldu. Emniyet olayları kısa sürede aydınlattı, suçluları yakaladı.

Ama saldırılardan sonraki hafta Cumartesi günü Sinagoglar önünde İstanbullular toplanıp Musevi komşularıyla dayanışma içinde olduklarını göstermediler.

Meclis’te başbakanlar “Şalom” diyerek başladıkları bir taziye konuşması yapmadılar, ardından Tevrat’tan bölümler okunmadı.

Birinci haftasında ülkedeki tvlerde Hazanlar ilahiler okuyup, dayanışma için spikerler televizyona Kippa takarak çıkmadı.

Elinde bir çiçekle bir Sinagog’a gidip üzüntüsünü bildireni sinagog kapısı önünde pankartla nöbet tutanı da duymadık.

Saldırıların ardından komplo teorileri havada uçuşmuştu. Herkes kendi meşrebince faili bulmuştu. Mesela Dev Maden-Sen başkanı "Özelleştirmelerin olumsuz sonuçlarının basında yer aldığı ve aralıksız devam ettiği ortamda böyle bir terörist eylem, ekonomik tercihlerin tartışılmasını gölgeliyor" demişti.

Museviler, saldırıların yıldönümlerinde az kişinin katıldığı anmalar yaptılar. Sinagogların etrafındaki duvarlar biraz daha kalınlaştı. Cemaatten gençler ibadet günleri sinagog önlerinde gönüllü güvenlik görevlisi olarak çalıştılar.

Buradaki Yeni Zelanda- Türkiye karşılaştırmasının amacı böyle geleneklerin pek olmadığı bizi ayıplamak değil, Yeni Zelanda’da gösterilen dayanışmanın değerini bir kere teslim etmek.

Yoksa, Yeni Zelanda’da siyasetçiler ve toplumun performansı, dünya ortalamasının da hayli üstünde bir insanlığın göstergesi...

YILDIRAY OĞUR

https://www.karar.com/yazarlar/yildiray-ogur/hepimiz-yeni-zelandali-miyiz-9635

 

  • İSRAİL’İN POLİTİKALARINA KARŞI OLMAK İLE YAHUDİ DÜŞMANLIĞINI AYIRDEDEBİLİYOR MU BU MEMLEKET?

Yeryüzündeki çeşitli ülkelerin kendi kültür ve alt-kültürleri de belki payını almıştır, daha doğrusu alması gerekir, bütün bunlardan. Örneğin Türkiye, Yeni Zelanda’nın tuttuğu aynada kendini gördü mü acaba? Yıldıray’ın soruları çok haklı ve yerindeydi. Popüler tarih literatürümüz ve hattâ yer yer ders kitaplarımız, 500 yıl önce İspanya’dan, Engizisyon’dan kaçan Yahudilere kucak açmışlığımızla övünüp durur. Peki ya bugün? İsrail’in politikalarına karşı olmak ile Yahudi düşmanlığını ayırdedebiliyor mu bu memleket? Geçmişte İstanbul’un Yahudi cemaati  çeşitli terör saldırılarına uğrayıp çok sayıda kurban verdiğinde, terörü lânetleme ve güvenlik önlemlerini arttırmanın -- başka bir deyişle, kuru adaletin -- ötesine geçip, Yeni Zelanda örneğine biraz olsun yaklaşan bir sevgi ve dayanışma gösterebildik mi mağdurlara? Açıkçası, bağrımızdaki varlıklarına “lûtfen” tahammül ettiğimiz bir yabancı ve sığıntı grubundan başka ne oldu, Yahudi (ve Ermeni ve Rum ve sair gayrimüslim) topluluklarına bakışımız?

Halil Berktay

http://www.serbestiyet.com/yazarlar/halil-berktay/yeni-zelandalilar-aslen-turk-mu-acaba-848747

 

  • LİKUD’UN BİRKAÇ ON YILDIR DOMİNE ETTİĞİ İSRAİL SİYASETİ SON ON YILDA “SİYASETİN KİŞİSELLEŞMESİ” TRENDİNE YENİK DÜŞEREK BAŞBAKAN BÜNYAMİN NETANYAHU’NUN KİŞİSEL LİDERLİĞİ ÖZELİNDE BİR YÖNETİŞİME EVRİLMİŞTİR

İsrail siyasetinde bugün yaşanan hareketliliğinin baş aktörü konumunda olan muhalefetteki Mavi-Beyaz (Kahol-Levan) bloğunu öncelikli olarak incelememiz mevcut hükümetin seçimlerdeki politikasını analiz edebilmemizde de yarar sağlayacaktır. Likud’un birkaç on yıldır domine ettiği İsrail siyaseti son on yılda “siyasetin kişiselleşmesi” trendine yenik düşerek Başbakan Bünyamin Netanyahu’nun kişisel liderliği özelinde bir yönetişime evrilmiştir. Netanyahu, hükümetin sıkıştığı dönemlerde siyasi hamle çeşitliliğini ve çoğu zaman da Filistin’e karşı baskıcı politikaları arttırarak bu sorunların üstesinden gelmeye çalışmıştır. Uzak Doğu, Afrika ve Latin Amerika açılımlarıyla dış politikayı gündemde tutmaya çalışırken Kudüs’ün sözde başkent ilanının ABD tarafından tanınmasına ön ayak olması ile de şahsına yönelik soruşturma süreçlerini hasıraltı etmeye çalışmıştır.

Ne var ki; yukarıda da bahsetmiş olduğum önemli sebeplerden ötürü şahsına yönelik suçlamalarda “mızrak çuvala sığmaz hale gelmiştir.” Kişisel popülaritesinin sorgulanmaya başlanılmasının ardından da hükümet ortağı küçük partiler pek çok iç politika meselesini bir pazarlık unsuruna dönüştürerek hükümetin ve Likud’un kurumsal kimliğini de sarsmaya başlamışlardır. Bu yüzden erken seçim kararının hükümetten gelmesi, yıllardır pusuda bekleyen muhalefete hazırlanma şansı bırakmayacak bir dönemde tekrar güven kazanma çabası olarak yorumlanabilmektedir. Ne var ki, İsrail politikasının kişisel figürler üzerine yıkılması ve yeni bir lider ihtiyacının karşılanması için muhalefet tahmin edilenin aksine hızlı hamlelerle ciddi mesafeler katetti. Eski genelkurmay başkanı Benny (Bünyamin) Gantz’ın üç senelik yasal dinlenme süresini doldurduktan sonra siyasete atılacağını açıklaması ve ardından da İsrail Direnç Partisi’ni (Hosen L’Yisrael) kurması İsrail kamuoyunda beklenen güçlü bir muhalefet ve yeni lider boşluğunu doldurmaya aday bir hamle olmuştur.

2019’un Şubat ayı sonlarına kadar Direnç Partisi’nin mecliste yeni bir yer edineceği ve hükümeti ne olursa olsun Netanyahu’nun kuracağı iddiaları güçlüyken Gelecek Var Partisi (Yeş Atid) ve lideri Yeir Lapid’in Gantz ile seçim ittifakı kurması tüm dengeleri alt üst etti. Merkez-Sol olarak nitelendirilebilecek İsrail Direnç Partisi ve merkezde olan Gelecek Var ittifakı aynı zamanda bir başka eski genelkurmay başkanı ve Likud eski üyesi Moşe Yaalon tarafından desteklenmektedir. Yaalon 2019 Şubat ayı başında kurmuş olduğu Milli Yenilenme Partisi (TeLeM) ile Mavi-Beyaz ittifakına dahil olmuş ve bilhassa Merkez-Sol görünümlü bu ittifakın şahin isimlerinden birisi olmuştur. Açıkçası bu hamle Mavi-Beyaz’ın seçim sürecinde kendisine Netanyahu ve sağ partiler tarafından yöneltilen/yöneltilecek güvenlik merkezli politikalarda karşı bir hamle olacaktır. Her ne kadar ittifak içerisinde Lapid, Filistin meselesinde nispeten daha yumuşak bir tavır sergilese de Gantz’ın İsrail’in güvenlik hattının Akdeniz ile Ürdün Vadisi arasında olduğu söylemine ek olarak Yaalon’un iki devletli çözüme karşı ve Filistinlileri kansere benzeten tanımlamaları açıkçası Likud’dan bezen sağ seçmen için bir çekim alanı olacaktır. Bu gelişmelerle birlikte Hareket Partisi (Hatnuah), İşçi Partisi ve Güç Partisi (Meretz) gibi Yahudi sol partilerin alacağı oyların önemi de Nisan seçimlerinde bir kez daha artmış oldu.

SELİM HAN YENİACUN

https://www.yenisafak.com/hayat/israilde-taktik-savaslari-ve-degisim-ruzgari-3452074

 

  • YAHUDİ OLAN İNSANLAR SADECE VE SADECE KENDİLERİNDEN NEFRET EDİLECEK KİŞİLER DEĞİLLERDİR

Yahudi kökenli vatandaşlarımız ve başka ülkelerde yaşayan Yahudiler bu olayda KADIN GÜCÜ’nü en etkili şekilde görmektedirler. İşte bu sebeple de kadınların konumu çok önemlidir.

Purim Bayramı’nın diğer bir özelliği de ‘baharın başlangıcı’ olmasıdır. Mart ayına tekabül eden Purim sebebiyle hem oruç tutulur ve hem de oruçtan sonra eğlenceler düzenlenir.

Hayatın baharla buluşma coşkusunun verdiği heyecan, enerji, pozitifliğin üzerine bir de Purim bayramının eklenmesi insanları çok daha fazla hayata bağlamaktadır.

Kostümlü partiler, insanları eğlendiren eğlenceler, oruçtan sonra donatılan sofralar ve hayattan zevk almanın önemsendiği bu anlar Purim’i kendine has çok farklı bir bayram kılmaktadır.

Bütün bunları neden ayrıntılı şekilde aktarıyorum?

Birincisi, dinler sadece öbür dünya endeksli değillerdir. Dinler aslında bu dünya için gönderilmiş ilahi tavsiyelerdir. Bu dünya ile ilgili oldukları için de hem düşünce-tefekkür ve hem de eğlence ve hayattan memnun olmayı içinde barındırırlar.

İkincisi, Yahudi olan insanlar sadece ve sadece kendilerinden nefret edilecek kişiler değillerdir. Yahudi olan insanlar Müslümanların insanlık bakımından kardeşleridirler. Al-i İmran suresinde zaten bu açıkça belirtilmiştir: ‘Hepsi bir değildir; ehl-i kitap içinde istikamet sahibi bir topluluk vardır…’(113)

Üçüncüsü de, kadınlar Mutlak Varlık olan Rabb’in huzurunda insan olarak eşit varlıklardır. Erkeklere kadınlar adına karar verme yetkisi verilmemiştir. Kadınlar da en önemli zamanlarda en önemli görevleri üstlenirler ve başarılı olurlar. Erkek egemen toplumlar kadınları baskı altında tuttukları için kadınlar bu güçlerini gösterip ortaya koyamamaktadırlar.

Araf suresinde geçen ibareleri biz sadece iman etmek ve Müslüman olmakla birleştirerek anlamaya çalışıyoruz. Nedir bu ayet.

‘Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır’. (Araf, 179)

İnsanlara ve hayata dair gerçekler, bakmayı bildikten sonra hep aynıdır. İyi ve doğru insan olmak sadece Müslüman olmaktan geçmez. Kendini Müslüman olarak tanımlayıp başka dinlerdeki insanları ötekileştirmek ayette geçen göremeyen, duyamayan kişiler gibidirler.

Görebilmek, duyabilmek yani İNSAN olabilmek için iyi ve doğru insanların dünyanın her yerinde olduğunu ve bunun ırk ve dinle sınırlandırılamayacağını bilmemiz gerekir.

Sadece Müslüman olanlar değil, farklı dinlere inanan bütün insanlar bu vizyona sahip olmalıdırlar diye düşünüyorum.

SİNAN ESKİCİOĞLU

http://www.ocakmedya.com/ocak_yazar/2019/03/22/purim-bayrami-ve-kadinin-gucu/

 

  • NETANYAHU’SUZ İHTİMALDE İSE, TÜRKİYE İLE OLAN İLİŞKİLERİN SEYRİNİ, GANTZ-LAPİD ARASI İLİŞKİLERİN BELİRLEYECEĞİ AŞİKAR. İKİNCİ İHTİMALDE, KÜÇÜK ADAMIN BÜYÜK ADAMIN FİKİRLERİNİ  ÇELMEMESİNİN, TÜRKİYE'NİN ÇIKARINA OLDUĞUNU VE TÜRK DIŞ POLİTİKASI TARİHİNDE YER ALACAK SİYASETÇİSİNİN ESASEN ÜÇLÜ DENKLEMİN, AĞIRLIK MERKEZİNDEKİ İSMİN OLDUĞUNU BELİRTMEK GEREK

Spesifik bir açıklama yapmasa da, Gantz’ın Mavi Marmara gemisine düzenlenen baskın sonrası, Netanyahu’nun özür dileme politikasını eleştirenlere, “Türkiye ile barış, İsrail’in çıkarınadır” sözünü, 2011 Van depreminde Türkiye’deki depremzedelere yardım etmek için  arama kurtarma ekiplerine talimat verdiğini, bölgesel güvenlik konusunda Türkiye’nin  İsrail ve NATO arasındaki ittifakın geçmişte yaşadığı işbirliğinin yenilenmesine önem verdiği, buna karşın İslam komandolarını destekleyip, Uluslar arası Ceza Mahkemesine diplomatik baskı yapmasından  İsrail'in hayli muzdarip olduğunu, diplomatik üsluba yaraşan win-win çizgisindeki demeçlerini, (o vakitler asker de olsa) gayet güvercin dille söylediğini biliyoruz. Söylemlerinde 'win-win' ilkesinin belirginliği göze çapıyor. Buna karşılık ise Yesh Atid (Gelecek Var) parti lideri Lapid'in günah defteri ise hayli kabarık. Türkiye ile olan ilişkilerde Sol’un şahini olarak tanımlayabileceğimiz Lapid, kriz dönemlerinde sıkça Ermeni soykırım iddiaları bahsini açan, bağımsız Kürdistan saldırısı yapan bir isim. Özellikle Kudüs Ermeni Ulusal Komitesi'ne oldukça yakın bir siyasetçi olarak, Ermeni iddiaları'nın er ya da geç muhakkak kabul edilmesi taraftarı olması da cabası. “Kudüs” ile Ankara arasındaki ilişkilerin eski düzeyde olacağına inancı yok denecek kadar az. Öyle ki, İsrail’in Türkiye’ye karşı çarpıcı biçimde daha agresif bir politika izlemesi gerektiği konusunda, muhalefeti sırasında iktidara baskı yaptığı görülmekte. Akdeniz doğalgazını düşman olma potansiyeli taşıyan Türkler’e ihraç etmek, ekonomik ilişkileri geliştirmek gereksiz.  Hatta, Türkiye’ye ekonomik baskı yapan Trump, tebrik edilmeli.

Hepsinden öte, Mavi Marmara krizi sonrası diplomatik ilişkilerin düzeltilmesi için atılan 2016 adımları, Lapid'in dünyasında "diplomatik bir hata" olarak tanımlanıyor.

"Blue-White"Koalisyonunun'un üçüncü ortağı TELEM'in ise, koalisyon'a etkisi tartışmalı. 81-83 yılları arası faaliyet gösterdikten sonra kapanan parti, 2 Ocak 2019 günü tekrar kuruldu. Parti lideri, eski Savunma Bakanı Ya'alon ise, geçmiş yıllarda Hamas liderlerinin İstanbul'da yaşaması ve Türkiye'nin terör örgürü DAEŞ'ten petrol satın aldığı iddiaları ile Türkiye'ye, "Amerikan çıkarları" üzerinden yüklenmiş bir isim.

Netanyahu’suz ihtimal'de ise, Türkiye ile olan ilişkilerin seyrini, Gantz-Lapid arası ilişkilerin belirleyeceği aşikar. İkinci ihtimalde, küçük adamın büyük adamın fikirlerini  çelmemesinin, Türkiye'nın çıkarına olduğunu ve Türk Dış Politikası tarihinde yer alacak siyasetçisinin esasen üçlü denklemin, ağırlık merkezindeki ismin olduğunu belirtmek gerek. Resmin en net tablosu ise hiç şüphesiz, tripodun Türkiye'ye en yaramaz ayağının Yesh Atid lideri, Lapid olduğu. Nitekim Lapid'in, Ermeni iddiaları karşısında uluslararası camiada, Holocaust'un biricikliğini  koruyucu ve Türkiye ile diplomatik denge gözetici akılcı siyasetten uzak olduğu aşikar. Dolayısı ile, Netanyahu'nun İsrail komoyunu etkilemek için söylediği "Gantz'a oy verirseniz Lapid'i alacaksınız" sözünü de dikkate almalı.

Anket sonuçlarındaki belirgin başabaşlığına rağmen söylemeli: Asker-sivil ilişkilerinin birbirlerine perçinlendiği bir güvenlik devleti olarak, orduda erken emeklilik (temizlik) sisteminin bir sonucu, 2000 yılına dek, ülkedeki savunma bakanlarının sekizi emekli askerlerden oluşmuş, aynı isimlerden üçü de başbakan koltuğuna oturmuştu. Geleneğe paralel olarak, asker kökenli Gantz ise, solun aradığı "liderlik vasıflarını" taşıyan bir isim olarak ön planda.

ERSİN GÜNGÖRDÜ 

https://www.karar.com/gorusler/nisan-2019-israil-knesset-secimleri-turkiye-denklemin-neresinde-1153475

 

  • ABD, UĞRAŞMALARI GEREKENİN İSRAİL DEĞİL İRAN OLDUĞUNU DİKTE EDİP ARAPLARI ‘YÜZYILIN BARIŞ PLANI’NA HAZIRLIYOR

Bir taraftan da İsrailli liderlerin işgalden vazgeçmeye asla niyetlerinin olmadığı, Golan üzerinden başlayan müzakereleri toprak takasına dayalı başka çözüm yollarına götürmeye çalıştığı da söylenegeldi. Netanyahu son demeçlerinden birinde Şam’la pazarlık yaparken Golan’dan asla vazgeçmeyi düşünmediklerini söyledi.

Burada acayip bir cinlik yatıyor. İsrailliler toprak takası meselesini öteden beri farklı platformlarda işliyor. Bir ara “Gazze’yi Mısır’a verip kurtulalım, Batı Şeria’daki Filistinlileri Ürdün’e gönderip burayı hepten ilhak edelim” önerisi revaçtaydı. Şu sıralar Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Golan’ı tamamen İsrail’e bırakan senaryodaki takas önerisi de şöyle:

Ürdün, Batı Şeria’daki Filistinlilere toprak versin; Suudi Arabistan’dan alınacak toprakla Ürdün’ün kaybı telafi edilsin; Suudi Arabistan da 1950’de Mısır’a bıraktığı Kızıl Deniz’deki iki adayı geri alsın, Mısır’a da Sina Çölü’nden bir şeyler verilsin. Golan pazarlığında da aynı yaklaşımdan söz ediliyordu: “Suriye, Golan’dan vazgeçmesinin karşılığında Ürdün’den, Ürdün de Suudi Arabistan’dan toprak alsın.” İsrail’i rahatlatmak için Filistin’i haritadan silen, 4 Arap devleti arasına da toprak virüsü eken bir yaklaşım. Müthiş bir küstahlık! Bu senaryolar, bir süredir ‘Yüzyılın Barış Planı’ diye İsrail’e Arap itirazını tamamen bertaraf edecek ve Filistin meselesini çözmeden tarihe gömecek bir gündemle bölgeyi şerbetleyen Trump’ın damadı Jared Kushner’i de heyecanlandırmış olmalı ki, o da takasa kafa yoruyor. Bir başka cinlik de şu: Filistinli mültecilerin dönüş hakkını ellerinden almak için mülteci tanımını değiştirmek istiyorlar. Bu tanım yeni nesilleri kapsamadığı için 4.5 milyonluk mülteci nüfus 30-40 bine düşecek. Demek ki küresel güç olmak diplomaside moron olmayı da kaldırıyor!

ABD’nin kararı çok şeyi değiştirir mi? Ki bu soruyla meseleyi küçümseyenler olabilir. Teorik olarak haksız sayılmazlar. Fiili ve hukuki durum değiştirmez. BM Güvenlik Konseyi kararları ortada. Golan’ın uluslararası statüsü değişmez. Suriye, Golan’dan vazgeçmez. Körfez’deki Amerikan müttefiklerinin tavrı ne olursa olsun barışı imkansız hale getiren bu türden tek taraflı adımlar, sorunun asıl muhataplarında tutum değişikliği yaratmaz. Aksine direniş cephesinin kararlılığını daha da artırır.

Bunlar hakikat olmakla birlikte Golan jesti gürültüsüz patırtısız sindirilirse İsrail bir süre sonra da Batı Şeria’nın ilhakını gündeme getirip ABD’den bir iyilik de burada isteyecektir. Böyle böyle, kafasındaki barış her ne ise onun koşullarına yaklaşmış olacaktır.

ABD, uğraşmaları gerekenin İsrail değil İran olduğunu dikte edip Arapları ‘Yüzyılın Barış Planı’na hazırlıyor. Mayıs 2017’den beri oluşturulmak istenen Orta Doğu Stratejik İttifakı’nı sadece İran’a karşı ortak cephe arayışı olarak okumak yanıltıcı olabilir. Bu ittifakla İsrail’i mutlak selamete taşıyacak yeni Orta Doğu dizaynına karşı gelecek bütün itiraz noktaları ihata ediliyor.

Araplar arasındaki çekişmeler, İran-Körfez gerilimi ve 8 yıldır Suriye’nin cehennemde yürütülmesi, İsrail’in elini o kadar rahatlattı ki istediğini dayatıyor. Beyaz Saray’ı kuşatan Evanjelist klik için büyük bir fırsat. İsrail’i kendi barış limitlerini bile tepeleyecek kadar aymazlaştıran koşulların yaratılmasında büyük payı olan Türkiye de şimdi Golan için yüksek perdeden itiraz ediyor. Geçmiş olsun! Başkalarının hesabına çalışırken dehlizlerde kaybolmak böyle bir şey.

Fehim Taştekin

https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2019/03/23/kuresel-muhtar-sanki-kupon-arazi-dagitiyor/

 

  • SEZEN AKSU’NUN “TÜRKİYE’NİN ŞARKILARI” ALBÜMÜNDE TÜRKİYE YAHUDİLERİNİN DE MÜZİKLERİ VAR

Sezen Aksu’nun “Türkiye’nin Şarkıları” albümünde Türkiye Yahudilerinin de müzikleri var.

Adı “La Romansa de Rika Kuriel...”

Los Paşaros Seferadis Musevi Müzik Topluluğu söylüyor...

O kadar güzel bir Akdeniz şarkısı ki...

ERTUĞRUL ÖZKÖK

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ertugrul-ozkok/bu-fotograf-karesinden-bin-captain-marvel-cikar-mi-41159716

 

  • GEÇEN CUMARTESİ İSTANBUL’DAKİ SİNAGOGLARDA HAYATINI KAYBEDEN MÜSLÜMANLAR İÇİN ÖZEL BİR DUA OKUNDU

Nefret söylemi, ırkçı saldırılar ve yükselen Neo Naziler sadece Müslümanları değil, çeşitli azınlıkları ve Yahudileri de hedef alıyor. Böyle bir ortamda ortak mücadele ve dayanışma son derece gerekli.

Türkiye Musevi Cemaati, Türkiye’deki Yahudi vatandaşlarımız ve dünya Ortodokslarının dinî merkezi durumundaki İstanbul Rum Patrikhanesi, yayınladıkları mesajlarda Yeni Zelanda ırkçı terör saldırısını güçlü bir dille kınadılar.

Geçen cumartesi İstanbul’daki sinagoglarda hayatını kaybeden Müslümanlar için özel bir dua okundu.

Vatikan, saldırı için terör ifadesini kullanmaktan kaçınırken Ortodoksların dinî önderi Patrik Bartholomeos, saldırıyı net olarak terör saldırısı olarak gördüğünü ilan etti.

Ben, aradaki bu bakış farkını çok önemli buluyorum.

Ülkemizdeki bu önemli kurum ve toplulukların gösterdikleri empatiyi Doğu ve Batı’nın birlikte yaşama kültürünü güçlendiren adımlar olarak değerlendiriyorum.

HAKAN ÇELİK

https://www.posta.com.tr/yazarlar/hakan-celik/irkcilik-ve-nefrete-karsi-dayanisma-2126680

 

  • GOLAN TEPELERİ ARTIK ULUSLARARASI KANUNLARDA DA, İSRAİL KANUNLARINDA DA HATTA YAKINDA ÇIKACAĞINI DÜŞÜNDÜĞÜMÜZ SURİYE KANUNLARINDA DA İSRAİL DEVLETİNE AİTTİR. 52 YILLIK GECİKMİŞ BİR İSYAN / PROTESTO BUNU DEĞİŞTİRMEYECEKTİR

Kaldı ki diğer yandan, 1967’de işgal edilen Golan Tepeleri’nde bugün yaşayan birçok “Çerkes” ve “Durzi” kökenli insan da, o dönemde dağıtılan yerleşim kartları ile İsrail Vatandaşı olmuş, İsrail kanunlarına tabii, vergilerine uyan hatta İsrail Ordusunda askerlik yapan “Yahudi” ailelere dönüşmüş. Yani artık istenilse bile Golan Tepeleri “fiili” olarak Suriye tarafından işgal edilemez.

İsrail’in 20. yy başından beri uyguladığı politikadır bu aslında. MOSSAD bile 1960’dan sonra Avrupa’dan birçok Yahudi’yi gizli-saklı bir gece içinde Filistin topraklarına yerleştirmiş, hatta evlerini bile kurmuştur onlar gelmeden. Gece yatıyorsunuz, sabah bir kalkıyorsunuz 59 tane Yahudi komşunuz var… Bu operasyonlar Hollywood yapımcılarına konu olup, filmleri bile çevrildi…

Hal böyle olunca 1967’de işgal edilmiş topraklar için, 2019’da kalkıp isyan etmek, protestolarda bulunmak, hatta kınamak ya da İsrail’i o bölgede yok saymak oldukça “akıl dışı” bir yaklaşımdır. Ne yazık ki; Golan Tepeleri artık uluslararası kanunlarda da, İsrail kanunlarında da hatta yakında çıkacağını düşündüğümüz Suriye kanunlarında da İsrail devletine aittir. 52 yıllık gecikmiş bir isyan / protesto bunu değiştirmeyecektir.

SERKAN YILDIZ

http://www.ocakmedya.com/ocak_yazar/2019/03/24/golan-tepeleri-hakkinda-bilmek-isteyeceginiz-sey/

 

  • İSRAİL GÜVENLİK YAPILANMASI, SURİYE’YE KARŞI ASKERİ ÜSTÜNLÜK İÇİN GOLAN’IN İŞGALİNİN DEVAM ETMESİNE ÖZEL ÖNEM ATFEDİYOR

Trump Yönetimi Likud çizgisiyle ve Netanyahu ile muazzam bir sinerji yakalamış durumda. İsrail’den ziyade Netanyahu’yu rahatlatacak adımlar atması bunun en bariz göstergesi. Oldukça rekabetçi bir seçim süreci ve yolsuzluk soruşturması geçiren Netanyahu kararı kendisi için bir can simidi olarak görüyor.

Diğer yandan Golan konusunda İsrail’de geniş bir uzlaşı olduğunu da not etmek lazım. Zira Golan bazıları için güvenlik, bazıları için dini, bazıları içinse keyfi öneme sahip. İsrail güvenlik yapılanması, Suriye’ye karşı askeri üstünlük için Golan’ın işgalinin devam etmesine özel önem atfediyor. Bölge Tevrat’taki atıflar sebebiyle bazılarınca olmazsa olmaz. Diğerleri ise bölgenin turistik güzelliklerini bırakmak istemiyor.

ABD Yönetimi’nin, her ne sebeple olursa olsun devam eden işgalin, bölge barışının aynı zamanda orta ve uzun vadede İsrail’in altını oyduğu gerçeğiyle yüzleşmemekte ısrar eden çevrelere bu kadar angaje olması, bölge ve dünya barışı için en büyük tehlikelerden birisi.

UFUK ULUTAŞ

https://www.aksam.com.tr/yazarlar/ufuk-ulutas/once-israil/haber-842217

 

  • “SURİYE’YE BAKANLAR, ZATEN UZUN ZAMAN ÖNCE KAYBEDİLEN BİR TOPRAK PARÇASININ RESMEN EL DEĞİŞTİRDİĞİNDEN ZİYADE, ÜLKEDE YAŞANAN ÖLÜMLERİ VE ACILARI DÜŞÜNÜYOR.”

İsrail zaman içinde bölgeye düzinelerce yerleşke ilan etti. Bölgedeki Yahudi nüfusu yaklaşık 26 bine kadar yükselerek 22 binlik Arap nüfusu geride bıraktı. Bölgenin yeni sakinleri buraya meyve bahçeleri, şarap bağları, butik oteller ve bir de kayak merkezi inşa ettiler; bölgeyi İsrailliler için tatil merkezine dönüştürdüler. İsrail-Suriye arasındaki barış görüşmelerini tekrar gündeme taşımaya çalışan ABD başkanlarının sayısı çoktur. Obama ve Dışişleri Bakanı John Kerry ile de bu çabaların sonuncusunu görmüştük. Sonrasında yaşanan Suriye Savaşı ise her şeyi değiştirdi.

“Suriye’ye bakanlar, zaten uzun zaman önce kaybedilen bir toprak parçasının resmen el değiştirdiğinden ziyade, ülkede yaşanan ölümleri ve acıları düşünüyor.”

BEN HUBBARD

https://www.birgun.net/haber-detay/golan-araplar-icin-onemliydi.html

 

  • ÖYLE GÖZÜKÜYOR Kİ SURİYE TOPRAKLARI ÜZERİNDEKİ BASKI, KAVGA VE GÜÇ KULLANIMI UCU AKDENİZ’E KADAR UZUN BİR ALANA YAYILACAK VE ABD İSRAİL FLÖRTÜ KARŞILIKLI JESTLERLE BÜYÜMEYE DEVAM EDECEK

Şu bir gerçek ki aslında Trump sadece Netanyahu’nun partisi Likud Partisi'nin seçim kampanyasına katılmıyor, aynı zamanda İran ile yapılan nükleer anlaşmadan ABD’nin çekilmesi, elçiliğinin Kudüs'e taşınması ve şimdi de Golan üzerinde İsrail hakimiyetinin tanınması gibi konularda görüldüğü gibi Likud'un görüşleriyle tamamen aynı fikirde ve aynı doğrultuda hareket ediyor.

Yani aslında İsrail sağının, eski ABD Başkanı Barack Obama arasında yıllarca süren karşılıklı düşmanlığın ardından hayallerinin gerçekleşmesi olarak niteledirilebilir. Elbette bu gelişmeler yaşanırken, dünya kamuoyunda da bu flörtün yansımaları söz konusu. Trump’ın bu açıklamasını onaylamayan sadece Suriyelilerin dışında, Türkiye, Rusya ve Filistinlilerin olması beklenirken Avrupa Birliği'nin de hemen akabinde bu kararı tanımayacağını açıklaması; aslında bu kararın uygulanabilirliğini de imkansız hale getiriyor. Washington, Golan'a dair siyasi müzakere ihtiyacını vurgulayarak şimdiden Moskova'yı azarlıyor. Türkiye’ye karşı ise S400 füzeleri üzerinden mesaj veriyor.

Bu aynı zamanda, Rusya'nın Suriye'de İran ile müttefikliğine ve Rusya'nın İran güçlerini ve Hizbullah birliklerini Golan boyunca uzanan sınırdan uzaklaştırmaya yardım edeceğine dair, ABD ve İsrail'e verdiği sözleri tutmamasına gösterilen bir Amerikan tepkisi gibi de görünüyor. Çünkü İsrail Başbakanı Netanyahu, Putin ile son iki yılda yaptığı görüşmelerde Golan tepeleri için destek istemiş ama istediği desteği bulamamıştı.

Filistinliler içinse bu tehlikeli bir teamül teşkil ediyor çünkü Washington, İsrail'in tek yönlü bir eylemini meşrulaştırmış oluyor. Körfez ülkeleri üzerinden baktığımızda ise, son yıllarda baskın Amerikan politikalarıyla İsrail ile ilişkilerde normalleşme atılımı olduğu rahatça söylenebilir. ABD ve İsrail pek çok Arap rejiminin herhangi bir toprak talebinde bulunmaksızın İsrail ile açık ilişkiler dönemine geçecek kadar farklı bir sürece girdiği de görebiliyor.

Yani anlayacağınız, Golan ile ilgili açıklamanın sözde “yüzyılın anlaşmasının” ilan edilmesi öncesi bir atmosferde gelmesi tesadüf değil. Aksine bu açıklama söz konusu anlaşmanın aşamalı olarak tatbik edildiğini doğruluyor. Suriye’nin parçalanmaması ve Filistin direnişinin ayakta kalması, ABD ve İsrail’i Golan ile ilgili bu girişimi tek taraflı olarak dayattığı çok net bir şekilde ortada.

Kanımca bu karar, İsrail ile Şam arasında herhangi bir müzakere ihtimalinin sonu olması açısından önemlidir. Hatırlayacağımız gibi Netanyahu, 2010 yılında, Suriye’nin İran ve Hizbullah ile bağlarını koparması karşılığında İsrail’in Golan Tepelerinden çekilebileceği konusunda Suriyelilerle müzakereler yürütmüş ve iç savaşın gölge düşürdüğü bu görüşmeler Mart 2011’de birden kesilmişti. Suriye’de katliamlar sürerken İsrail’in tutumu da yavaş yavaş değişti.

Aslında bu karar İsrailli stratejistleri ve siyasetçileri de ikiye bölmüş durumda. Bir kısım entelektüel ve siyasetçi, ABD’nin şu anda tek taraflı olarak İsrail’in Golan Tepeleri'ndeki işgalinin meşrulaştırmasının İsrail’e pek fayda sağlamayacağını hatta bitmek bilmeyen ihtilaflara neden olabileceğini düşünüyor. Destekçiler ise elbette bunun bir fırsat olduğu görüşünde. Öyle gözüküyor ki Suriye toprakları üzerindeki baskı, kavga ve güç kullanımı ucu Akdeniz’e kadar uzun bir alana yayılacak ve ABD İsrail flörtü karşılıklı jestlerle büyümeye devam edecek. Ancak unutmayalım ki İsrail bu tavrı ile Ortadoğu’daki Müslüman halkların öfkesini daha da fazla üzerine çekecektir.

ÇETİNER ÇETİN

https://www.haberturk.com/yazarlar/cetiner-cetin/2414128-amerika-israil-flortunde-yeni-jest-golan-tepeleri

 

  • TRUMP EN FAZLA BİR DÖNEM SONRA GİDECEK AMA İSRAİLLİLER VE SURİYELİLER DAİMA BU BÖLGEDE ELLER TETİKTE KARŞI KARŞIYA KALMAYA DEVAM EDECEKLER

Golan ve Golan ile ilgili politikaları nedeni ile de son savaş sürecini yaşayan Suriye şimdi bir değil 3 Golan ile uğraşıyor. Golan’ın kendisi, Kürt Bölgesi ve Fırat Kalkanı ile Zeytin Dalı harekatlarında Türkiye’nin hakimiyeti altına giren bölgeler.

Kürt bölgesi ile ilgili görüşmelerin nereye doğru gideceği henüz belli değil. Ancak anlaşma olmaması halinde yıllarca sürecek bir çatışma/mücadele süreci başlayabilir. Türkiye ise İsrail’in Golan’da gerçekleştirdiği yapılanmanın aynısını yapıyor ve çeşitli düzeyde yönetici atamak da dahil “hiç çıkmayacakmış gibi” adımlar atıyor.

İsrail zaten uluslararası hukuka ve kararlara rağmen Golan’dan çekilmemek bir yana bölgenin su dahil yeraltı kaynaklarını kullanıyor. Öyle ki Golan’da Suriye tarafına akan derelerin ve yeraltı su kaynaklarının yolları bile çevrilmiş durumda. 1967 ve 73 savaşları sonrası Suriyeliler tarafından boşaltılan onlarca yerleşim biriminde yeni yerleşim alanları kuruldu.

İsrail diğer yandan Suriye tarafında kalan Kuneytra ili kırsalında 73’te çekilirken döşediği mayınların haritasını halen Suriye tarafına vermiş değil. Bu mayınlar birçok kişinin sakat kalmasına ve hayatını kaybetmesine yol açtı.

Golan bugüne kadar yukarıda bir kısmını anlatmaya çalıştığımız gelişme ve dönüm noktalarından sonra gelecekte de dünyanın en önemli noktalarından biri olmayı sürdürecek. Ortadoğu’da her an savaş çıkmasına neden olabilecek durumda olmayı sürdürecek. Zira Suriyelilerin Golan’dan vazgeçmesi mümkün değil. Trump en fazla bir dönem sonra gidecek ama İsrailliler ve Suriyeliler daima bu bölgede eller tetikte karşı karşıya kalmaya devam edecekler.

MUSA ÖZUĞURLU

https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2019/03/26/golan-tarihi-nasil-etkiledi/

 

NETTEN OKUMALAR

 

  • BLATT’E YÖNELİK ANTİSEMİTİK YORUMLARA YAHUDİ KONGRESİ’NDEN KINAMA

https://www.eurohoops.net/tr/others-tr/849137/blatte-yonelik-antisemitik-yorumlara-yahudi-kongresinden-kinama/

 

  • ÜÇ RUH HALİ VE MİLLİLİK YARIŞI – ERSELAN AKTAN

https://www.birartibir.org/kultur-sanat/276-uc-ruh-hali-ve-millilik-yarisi

 

  • İŞGAL ALTINDAKİ GOLAN TEPELERİ İSRAİL İÇİN NEDEN ÖNEMLİ? - TURGUT ALP BOYRAZ 

https://www.aa.com.tr/tr/dunya/isgal-altindaki-golan-tepeleri-israil-icin-neden-onemli/1425457

 

  • NUH ARSLANTAŞ’A TEŞEKKÜR – ÖMER LEKESİZ

https://www.yenisafak.com/yazarlar/omerlekesiz/nuh-arslantasa-tesekkur-2049736

 

  • GİZEMLİ BİR KADININ İZİNDE: MADAM MARTA AMATİ - VARTAN ESTUKYAN

http://www.agos.com.tr/tr/yazi/22218/gizemli-bir-kadinin-izinde-madam-marta-amati

 

  • KADIKÖY AŞIĞI İSRAİLLİ MÜZİSYEN - GÖKÇE UYGUN

http://www.gazetekadikoy.com.tr/alternatif-sesler/kadikoy-asigi-israilli-muzisyen-h13939.html

 

  • BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ KÜTÜPHANESİ’NİN ÖNEMLİ BAĞIŞÇILARINDAN MORİS FARHİ’NİN ARDINDAN…

https://haberler.boun.edu.tr/tr/haber/bogazici-universitesi-kutuphanesi-nin-onemli-bagiscilarindan-moris-farhi-nin-ardindan

 

  • HAMAS VE AÇLIK AYAKLANMASI - CİBRİL UBEYDİ

https://aawsat.com/turkish/home/article/1645911/cibril-ubeydi/hamas-ve-a%C3%A7l%C4%B1k-ayaklanmas%C4%B1

 

  • YAHUDİLİĞE GÖRE KUDÜS - ELDAR HASANOĞLU

https://aawsat.com/turkish/home/article/1645411/eldar-hasano%C4%9Flu/yahudili%C4%9Fe-g%C3%B6re-kud%C3%BCs

 

  • ABD 2013’TE GOLAN İSRAİL’İNDİR DEMİŞTİ – MÜHDAN SAĞLAM

https://www.gazeteduvar.com.tr/dunya/2019/03/23/abdde-2013te-golan-israilindir-demisti/

 

  • GOLAN TEPELERİ: TRUMP'IN 'İSRAİL'İN EGEMENLİĞİNİ TANIMANIN ZAMANI GELDİ' DEDİĞİ BÖLGE NEDEN ÖNEMLİ?

https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-47666262

 

  • GOLAN TEPELERİ: NEDEN ŞİMDİ?

https://www.dw.com/tr/golan-tepeleri-neden-%C5%9Fimdi/a-48023382

 

  • İSRAİL'DE 'PURİM BAYRAMI' KUTLANIYOR – ESAT FIRAT

https://www.aa.com.tr/tr/dunya/israilde-purim-bayrami-kutlaniyor/1426359

 

  • KİTAPLA YÜZ YIL DİRENDİK - İLKER NURİ ÖZTÜRK

https://www.yenisafak.com/hayat/kitapla-yuz-yil-direndik-3452832

 

  • YAHUDİ MUHACİRLER-57 – ERALP ADANIR

http://www.yeniduzen.com/yahudi-muhacirler-57-13781yy.htm

 

  • İSRAİL UĞRUNA!.. – TAHA AKYOL

https://www.karar.com/yazarlar/taha-akyol/israil-ugruna--9645

 

  • GOLAN’DAYDIM – GÜNERİ CİVAOĞLU

http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/guneri-civaoglu/golan-daydim-2846918/

 

  • ROMANİYOT, SEFARAD KÜLTÜRÜ VE HOLOKOST DÖNEMİNDE MÜZİK: UNA MATİKA DE RUDA - RENAN KOEN

https://www.youtube.com/watch?v=4yeaHYDJLn0

 

  • İSPANYA’DAN MANİSA’YA SEFARAD GÖÇÜ - SEYHAN ÇAĞLAR EMEN

http://www.manisadagundem.com/ispanyadan-manisaya-sefarad-gocu-makale,391.html

 

  • TÜRKİYE’NİN AKDENİZ HEDEFİ NASIL YOK EDİLDİ - KAYAHAN UYGUR

https://odatv.com/turkiyenin-akdeniz-hedefi-nasil-yok-edildi-25031900.html

 

TAKILAN TWEETLER

 

Av. Özlem Zengin‏ @AvOzlemZengin 23 Mar

Daha fazla

Av. Özlem Zengin Retweetledi: euronews Türkçe

Bu kadar kötülüğü rağmen dünyada iyi işler de oluyor... Panzehirimiz saf iyilik!

 

https://twitter.com/AvOzlemZengin/status/1109430777450848256

 

Mehmet Fatih KACIR‏Onaylanmış hesap @mfatihkacir 22 Mar

Daha fazla

Ulus Özel Musevi Okulları’nı Milletvekilimiz @markaresayan ve @Fersat_Y ile ziyaret ettik. #MilliTeknolojiHamlesi’nde gençlerin rolünü konuştuk. Yediden yetmişe, tüm vatandaşlarımızın katılımıyla başaracak, Türkiye’mizi daha da güçlendireceğiz.

 

https://twitter.com/mfatihkacir/status/1109063369217245184

 

TrakyaBalkan‏ @TrakyaBalkan 22 Mar

Daha fazla

Yunan basketbol koçu/yorumcusu Vangelis Alexandris, David Blatt'in bir açıklamasından bahsederken; "yalan söylüyor çünkü kanında Yahudilik var" ifadesini kullanmış! Bazı Yunanların ırkçı damarı korkutucu. 2.DS'ında Yahudilerin yok edilmesinde sorumluluğun var, insan utanır biraz

https://twitter.com/TrakyaBalkan/status/1108900129359179777

 

bir vakitler Edirne...‏ @birvakitler1 19 Mar

Daha fazla

Eski İstanbul yolundayız. Alyans Mektebi`ne ev sahipliği yaptığı yılların ardından Edirne Yahudi cemaati tarafından hibe edilerek 1942`ye kadar Kolordu Seyyar Hastanesi olarak kullanılan bina, 1944`den bu yana İnönü İlkokulu olarak eğitim hayatına katkı sunmaya devam ediyor...

 

https://twitter.com/birvakitler1/status/1107997530078564353

 

rusen cakir‏ @cakir_rusen 22 Mar

Daha fazla

15 Kasım 2003 İstanbul sinagog saldırılarının ardından yapmadığımız ne varsa Yeni Zelanda'da yapılıyor ve biz de buradan haklı olarak alkışlıyoruz.

https://twitter.com/cakir_rusen/status/1109047234438541312

 

(((rivokkk)))‏ @Rivokhay 22 Mar

Daha fazla

Olay ilginç oldu. Yeni Zelanda saldırısı sonrası millet birbirinin siyasi görüşüne göre “2003 sinagog saldırısı olduğunda neredeydiniz” diye eleştirmeye başlamış. Pek Kimse yoktu vallahi Taksim’in ortası bir metroya atlayıp desteğe gelmeye bakardı. Tutan yoktu

https://twitter.com/Rivokhay/status/1109120819987394562

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün