D22´nin yeni oyunu Laurent Gaude´den ‘Bir Avuç Kül’

Erdoğan MİTRANİ Sanat
30 Ocak 2019 Çarşamba

1972 Paris doğumlu Laurent Gaudé, edebiyat üzerine master ve doktora yaptıktan sonra, genç yaşına karşın 14 oyun, 12 roman, şiir ve uzun hikâye kitapları yazmış. D22, bu sezonun yeni çalışması olarak Gaudé’nin 2001’de yayınlanmış ‘Cendres sur les mains’ oyununu repertuarına dâhil ediyor. Metni Türkçeye ‘Bir Avuç Kül’ adıyla çeviren D22 üçlüsünden Can Kulan, oyunun yönetmenliğini de üstleniyor.

Belki geçmişte, belki günümüzde, belki gelecekte, savaşın harap ettiği bir ülke... Cesetlerle dolu bir “no mans land”de iki adam, kendilerine verilmiş cesetleri yakarak yok etme görevini titizlik ve coşkuyla yerine getirmekteler… Savaşın şekli, durmaksızın gelen cesetlerin düşmanlara mı, bir iç savaşın muhalif güçlerine mi ya da bir etnik temizliğin kurbanlarına mı ait olduğu belli değil… Zaten bu mezarsız ölülerin, aptal ve çalışkan oldukları için seçilmiş iki mezarcısı için bunun hiç önemi yok. Onlar, aynı sözcükleri, aynı hareketleri tekrarlayarak ezelden ebede devam edecek bir imha döngüsünü, ölüleri kül ve dumana çevirerek sonsuza dek sürdürecek gibiler… Ta ki son ceset sevkiyatının içinden, kim olduğu, katliamdan nasıl kurtulduğu belli olmayan canlı bir kadının çıkana kadar... Düşmanla işbirliği yapmakla suçlanmamak için önce doyurdukları bu kadını köle olarak çalıştırmaya karar verirler.

Kadın ceset yakma işinde onlara yardım etmeye başlar. Ancak, aralarında hiç iletişim kurulmaz. Adamlar kadınla yakınlaşmaya cesaret edemezken o da onlarla tek bir kelime konuşmaz. Sadece, büyük bir sevecenlikle ölülerle konuşur, onları yokluğa göndermeden önce cansız bedenlerini elleriyle tanımaya, anılarını belleğinde muhafaza etmeye çalışır… Küllerin kemirdiği ciltler daha fazla kaşınmaya başlarken, ölülerin varlığı giderek canlıları ele geçirecek gibidir… Devamlı talep ettikleri, uğruna grev yapmaya bile kalkıştıkları kireç geldiğinde, küllerin ve dumanların zararlı etkisi azalacak mıdır? Ya da?...  

İlk bakışta bir ‘grand guignol’ estetiğiyle müthiş etkileyici olabileceği izlenimi bırakan bu dehşet ve barbarlık dolu metin, Can Kulan’ın Beckett’e, İonesco’ya, Kafka’ya yakın duran, böylesine çılgın bir anlatı için oldukça sakin sayılabilecek yorumuyla izleyiciye, daha da çarpıcı, daha da iz bırakıcı bir şekilde aktarılıyor.

Bütün oyunculuk altyapısı olan yönetmenler gibi Kulan da üç oyuncusundan kusursuz performans elde ediyor. Mezarcılara sevecenlikle can veren Serkan Rutkay Ayıköz ve Tanıl Yöntem, karakterlerin trajikomik yönünü başarıyla veren müthiş bir ikili oluşturuyor. Sahneye, bir ölüm meleği, düşmüş bir tanrıça gibi giren, iki uzun monoloğunu bir anlatıcıdan çok bir iç ses olarak başarıyla seyirciye aktaran, ölülere elleriyle hitap eden ‘kadın’ olarak, Duygu Üzüm Kulan olağanüstü. Hele o yemek yediği sahne unutulur cinsten değil.

Ve de sahnelemenin o benzersiz görselliği… Siyah plastik poşetlerle var edilen ceset ve küller… Giderek o plastikten çıkıp, ışıklandırılmaları ve gölgeleriyle birer haraketli heykele dönüşen o üç ölü figürü… Müthiş etkileyici yorumlanmasına ve nefes kesici oyunculuklarına rağmen, o iki muhteşem kadın, sahne tasarımıyla Başak Özdoğan ve ışık tasarımıyla Ayşe Sedef Ayter olmasa oyun bu kadar etkileyici olmayabilirdi. Hazar Kayaaltı ve Gönenç Kayaaltı’nın müzik ve ses tasarımının da büyük katkısı var.

Yılın en aykırı ve heyecan verici işlerinden. 5, 21, 28 Şubat Toy İstanbul, 15 Şubat Toy İzmir ve sezon boyunca Toy sahnelerinde. Mutlaka izlenmeli.

 

Çağın en büyük göç dalgasına Türkiye’den bir tanıklık çabası…

 ‘Misafir - İyi Bir Güneş’

Gülce Uğurlu’nun yazdığı, göç kavramından yola çıkılarak ortaklaşa üretim yoluyla, bağlamı yazar tarafından belirlenen doğaçlama çalışmalar yoluyla oluşturulan, dramaturjisini ve yönetmenliğini Ata Ünal’ın üstlendiği ‘Misafir - İyi Bir Güneş’, Suriye’de iç savaş olarak başlayan ancak büyüyerek II. Dünya Savaşı’ndan sonraki en büyük göç dalgasına yol açan yangının günümüzde yaşanmakta olan sonuçlarına sorgulayıcı bir tanıklıkla yaklaşıyor.

Bir apartman dairesinde yanına henüz taşınan üvey oğluyla kendi dertlerine gömülmüş yaşayan kentli bir kadın ve yaşadığı binanın bodrumuna sığınmak zorunda kalan Suriyeli bir mülteci kadın. ‘Misafir’, İstanbul’da yolları kesişen bu üç karakterin hikâyesini anlatırken farklı olana karşı geliştirilen kendini koruma refleksi ile öteki olanı reddetme arasındaki geçişkenliğe de, bugün yaşananların izini binyıllar öncesinin mitoslarında, özellikle Phaedra ve Hippolytos’un karanlık ilişkisinde sorgulayarak dokunmaya çalışıyor. Böylece, bir olay üzerinden birçok katman oluşturarak mültecilik olgusuyla birlikte iktidarı ve şiddeti, yası ve travmayı, tutkuyu ve nefsi karşı karşıya getiriyor.

Parlak sahneleme, Güneş Sayın, Gülce Uğurlu ve Korhan Karabal’ın başarılı takım oyunculuğu kadar Meryem Bayram’ın sahne tasarımının da büyük etkisi var. ‘Evvel Zaman’ın ana karakterlerine dönüşen ahşap elemanlarının yerini ‘Misafir’de ahşap sırıklar alıyor. Giderek oyuncuların bir uzantısına dönüşen bu elemanlar sadece fiziksel varlıklarıyla değil, dekoru oluşturan ahşap dairesel zemine çarpma ve sürtünme sesleriyle de öne çıkıyorlar.

Sezon boyunca İstanbul sahnelerinde. İzlenmeli.

 

Göç sorununa farklı bir yaklaşım NoAct Sahne’de ‘Ben Cuma’

Bir mülteci ve bir kayıt odası… Uçup giden kelimeler… Duvarlara çarpan öfkeler… Ortaya saçılan duygular… Gördüğümüz - bildiğimiz başka Cuma’nın anlattıkları bambaşka! Hiçbir yere ait olamayan ama kim olduğunu unutmak istemeyen bir gencin hikayesi. Bu hikayeyi bir de ondan dinleyin.

3-2-1 KAYIT

GalataPerform’un 2016’daki Yeni Metin Yeni Tiyatro Festivali’nin doruk noktası, genel sanat yönetmenliğini Yeşim Özsoy’un, proje direktörlüğünü Ahmet Sami Özbudak’ın yaptığı, Balat’ta, eski bir binanın odalarında monologlar ve kısa oyunlar aracılığıyla hayatların ve hikâyelerin sergilendiği  ‘Balat Monologlar Müzesi’ydi.

Sergilenen sanat eserlerinin, sesler, hikâyeler ve karakterler olduğu, tiyatronun ne kadar farklı mekânlarda değerlendirilebileceğinin, hayallerin sahneden çıkıp insanlarla özgürce her yerde paylaşılabileceğinin göstergesi olan bu müze kavramı o kadar büyük ilgi gördü ki, Fener’de eski bir Rum okulunun farklı sınıflarına farklı birer oyun yerleştirilerek 2016-2017 sezonu boyunca devam etti.

Önemli bir parantez: Yuvakimyon Kız Rum Lisesinde başlayan bu serüven, yeni metinler ve yeni sahnelemelerle ayda iki pazar, 15.00’te devam etmekte. Sadece tiyatroyu sahne dışına taşırarak yaşamın ta kendisine indirgeyen farklı bir deneyim yaşamak için değil, hepsi de tiyatro adına sağlam ve etkileyici çalışmaları izlemek için de her yıl yeni deneyimlere açık, mutlaka katılınması gereken bir çalışma.

Geçen mevsimin monologlarından Salihcan Sezer’in yazdığı, Ilgın Sönmez’in yönettiği ‘Mutluyum Çünkü Burada Uçaklar Yok’da, Suriye’den kaçmış genç bir adamın Balat sokaklarında abisine (ya da ölmüş abisinin hayaletine) rastladığında kendi hikâyesini yeniden yaşamasını ele alan çok etkileyici bir kısa oyundu.

Metnin aktarabileceği potansiyelinin farkında olan Salihcan Sezer, olayı daha gerçekçi bir temele oturtarak 50 dakikalık yalın ve çok sağlam bir tek kişilik oyuna dönüştürmüş: ‘Ben Cuma’. Bu kez Suriyeli Cuma’nın öyküsü, yaşayıp yaşamadığını bilmediği, (ya da öldüğünü kabullenmek istemediği) abisine medya üzerinden ulaşabilmek için çekmekte olduğu video kaydından izleniyor. Oyunu Pınar Çağlar Gençtürk yönetiyor, Cuma’yı ‘Balat Monologlar Müzesi’nde de yorumlamış olan Adnan Devran canlandırıyor.

Görselliği, video projeksiyonları ile hareket kazanan etkileyici çalışmanın can damarı tabii ki Cuma. Öğrencilik yıllarından beri çok yetenekli bulduğum Devran’ın Balat’taki performansını çok beğenmiş, Ocak 2017’de okuma tiyatrosu olarak yazdığı ve yönettiği, resim ve tiyatroyu aynı mekân ve zamanda birleştiren ‘Simurg Şem-ü Pervane’ oyununa hayran olmuştum.

Oyunculuktan gelen Pınar Çağlar Gençtürk, 1992 doğumlu genç oyuncudan müthiş sağlam bir yorum elde ediyor. Bir yandan bütün bedeniyle kamera karşısındaki beceriksizliğini verirken, bir yandan da öyküsünü içtenlikle, yaşayarak ve yaşatarak anlatıyor. Şive çalışması da çok başarılı.

1 Şubat Kadıköy Theatron, 7 Şubat NoAct Sahne ve sezon boyunca İstanbul sahnelerinde. Kaçırmayın derim. İyi seyirler dilerim.

 

 

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün