Cumartesi Anneleri Tatavla Sahne’de Küskün Yüreklerin Türküsü

“Sevgilinin gözlerinde
Annenin kol böreğinde
Sıcak bir kış güneşinde Çocuğunun gülüşünde
Bir gariplik görürsün
Bir eksiklik, bir hüzün
Geçer gider dokunarak
Küskün yüreklerin türküsü…”

Erdoğan MİTRANİ Sanat
14 Kasım 2018 Çarşamba

Kadın, bir tek tümceye sığdırdığı acısını kırk yıla yakındır, bir leitmotiv gibi tekrarlıyor: “Yazıyorum… Adalet istiyorum… Oğlumun yolunu gözlüyorum… Oğlumu özlüyorum.”

Prömiyer gecesi, bir sahneye bir de önümde oturan Emine Ocak’a, ondan güç almak istercesine sarılan bir başka Cumartesi Annesi’ne bakarken gözyaşlarımı tutmaya çalışıyorum…

Tatavla Tiyatro, 3 Kasım 2018’den itibaren Berat Günçıkan’ın ‘Cumartesi Anneleri’ adlı röportaj - kitabından yola çıkarak, Metin Balay’ın yazıp yönettiği ‘Küskün Yüreklerin Türküsü’ adlı belgesel oyunu sahneliyor. Gözaltında kaybolanlar, zorla kaybedildiklerinden beri bir daha bulunamayanlar… Neredeyse kırk yıldır süren bir acı, kırk yıldır kapanmaksızın devamlı kanayan bir yara.

Kısa bir anımsatma yapalım: 20 Mart 1995’te eve dönmesi beklenirken 55 gün boyunca hiç haber alınamayan Hasan Ocak’ın işkence edilmiş bedeninin İstanbul’da bir ormanda bulunduğu, kimsesizler mezarlığına gömüldüğü ortaya çıktığında, 1980 darbesinin başlarından beri bir yakınını gözaltında kaybetmiş 30 kadar kadın, gözaltında kaybolanların bulunması ve sorumluların ortaya çıkarılarak yargılanması talebiyle, cumartesi gününe denk gelen 27 Mayıs 1995’te, İstanbul’da Galatasaray Lisesinin önünde oturmaya karar vermişti.

Oturma eylemi, ilk ayını doldurmadan, polisin müdahalesine uğramış, giderek Cumartesi Anneleri adını alan barışçı eylemcilerle onlarla birlikte hareket eden insan hakları savunucuları tehditlere ve baskılara maruz kalmıştı. Baskıların sürmesi, kayıp yakınlarının ve destekçilerinin daha Galatasaray’a varmadan yolda dövülerek gözaltına alınmaya başlanması üzerine 200. haftadan itibaren oturma eylemine ara verilmişti. 

Kayıp anneleri 1999’daki ağır devlet baskısı ve polisin müdahaleleri nedeniyle sona erdirdikleri cumartesi eylemlerine, 10 yıl sonra, 31 Ocak 2009’da yeniden başlamışlardı. O günden beri sessiz oturuşlarına, evlat hasretiyle ölenlerin yerine gelen kızları ve oğulları eşliğinde Cumartesi İnsanları olarak devam ediyorlar.

Tatavla Tiyatro’nun kurucusu Eraslan Sağlam ve röportaj metinlerinden sağlam bir oyun oluşturup sahneleyen Metin Balay ‘Küskün Yüreklerin Türküsü’nü öncelikle bir toplumsal sorumluluk projesi olarak gördüklerini söylüyorlar. Prömiyer gecesi oyun sonrası hiçbir teşekkür konuşması yapmaksızın sadece Cumartesi Anneleri’ne saygılarını sunmakla yetinmeleri gerçekten de bu sözün arkasında olduklarını gösteriyor.

Bu belgesel oyunun tiyatro tarafı da başarılı. Boş bir sahnede siyahlar giymiş dört kadın, (Arzu Ocak, Ceren Akyıldız, Çiğdem Aksüt ve Tuba Zehra Sağlam) değişe değişe, bir portmantoya asılı giysi ve aksesuarları kullanarak, olabildiğince içtenlikle, aşırı duygusallığa kaçmadan çok sayıda kadının öyküsünü izleyicilere aktarıyorlar. O kadınların içini yakan ateşi bizim tam olarak algılamamız mümkün olmasa da, projeksiyonla verilen gerçek fotoğrafların önünde bu vakur ve mesafeli duruş, acıların daha da içimize akmasına sebep oluyor. Çoğu hikâyeyi anlatan üç kadına piyanosuyla (Müzik: Berktay Akyıldız) eşlik eden, Ceren Akyıldız sonda, kendi iç burkucu öyküsünü piyanosunun başında anlatıyor.

Başlarına gelenleri önce şaşkınlık sonra inanmazlıkla aktaran bütün bu kadınlar öykülerini “bunu insanlar yapamaz” diye bitiriyor; “olsa olsa şeytanın işidir bu” diyor.

Oğullar ölüyor, analar onlara kavuşamadan yitip gidiyor ama şeytan ölümsüz: 25 Ağustos 2018 Cumartesi günü, 700. kez bir araya gelmek isteyen Cumartesi Anneleri’yle onlara destek verenler, meydana yürümek isteyenlere göz yaşartıcı gaz ve plastik mermi ile müdahale eden, çok sayıda kişiyi gözaltına alan polisin engellemesiyle karşı karşıya kaldı. Cumartesi Anneleri’nin sembol ismi, Hasan Ocak’ın annesi Emine Ocak, 1997 yılındaki gözaltına alınışından yirmi yıl sonra, 2018 yılında yeniden gözaltına alındı; ancak polisler tarafından götürülürken, tepkiler üzerine serbest bırakıldı.

Cumartesi İnsanları, hiçbir ablukanın kıramayacağı direnişlerine 10 haftadır İnsan Hakları Derneği önünde devam ediyor. Unutun tiyatroyu. Tatavla Tiyatro bu insanlık trajedisini unutmamaya, unutturmamaya davet ediyor. Sezon boyunca her cumartesi gecesi.

 

DOT’un yeni oyunu: ‘Square go / Çıkışa gel’

DOT, sezonun ilk yeni oyunu olarak iki genç İskoç yazarın Edinburgh Fringe’den sıcağı sıcağına sahnelerimize ulaşan yeni komedisi, Kieran Hurley ve Gary McNair’in, ‘Square Go / Çıkışa Gel’i sahneliyor,

Oyunu, Zinnie Harris’in Türkiye’de oynanan bütün oyunlarını çeviren, Zinine’nin katıldığı bir seminerde olağanüstü simültane-tercümanlığına şahit olduğumuz Erdem Avşar çevirmiş. Avşar, İskoçların “Çık dışarı da dövüşerek hesaplaşalım” anlamına kullandığı “square go” ifadesine zekice “çıkışa gel”i oturtmakla kalmamış, metni dilimizde yeniden yazarken İskoç liseli argosunun Türkçe karşılıklarını ustalıkla var etmeyi başarmış. 

Yeniyetme bir ergen erkek olmanın gündelik dehşetini lise argosunun yaratıcı küfürbazlığıyla anlatan ‘Çıkışa Gel’, bir lise tuvaletinde gizlenerek günün bitiş zilinin çalmasını bekleyen iki kanka arasında geçen keyifli bir oyun. Okul bahçesinin aslında bir savaş alanı olduğunun bilinciyle bu güne kadar zorbalıklardan kaçmayı, gelebilecek yumrukları başlarını eğerek savuşturmayı başarmış iki yeniyetme artık kaçınılmasına imkân olmayan bir erkeklik sınavını tartışmaktadırlar.

Babasının çekip gitmeden önce verdiği güreş kasetlerini devamlı izlemesine karşın dövüşle uzaktan yakından alakası olmayan, nazik, ufak tefek Max Brocklehurst, hışmına uğradığı, okulda herkesin korktuğu kabadayı Danny Guthrie tarafından okul çıkışı dövüşe çağrılmıştır.

Max ve onu cesaretlendirmeye çalışan yakın arkadaşı Stevie Nimmo, okuldaki düşük profilli yaşamlarını, acayip öğretmenlerini, kaçındıkları ürkünç zorbalıkları, Danny’le ilgili mitosları Max’ın sapığın kara listesine nasıl girdiğini konuşurken, güvensizliklerini, kendilerinden şüphe edişlerini perdeleyen ergenlik kasıntılarını, bedensel ve ruhsal yara izlerini göz önüne sererler.

Yönetmen Mert Öner’in Yasin Gültepe ile birlikte oluşturduğu ışık tasarımı, gençlerin fiilen yaşadıklarıyla hayal ettiklerini başarıyla ayrıştırıyor. Dekor tasarımını da Duygum Girginer ile birlikte üstlenmiş olan Öner, yazarlarının interaktif olarak tasarladıkları metni sahneye koyarken, oyuncularını basamaklı bir platformda, geniş bir karenin kenarlarına oturttuğu seyircilerin merkezine alarak onları her an izleyiciyle birebir iletişime sokuyor.

Bir boks ringini çevreler gibi oturan seyirciler, ringin köşelerinde bağıran, gerçek ve hayali zorbalarla ya da birbirleriyle kavga etmeyi hayal ederken değişmeceli, bazen de fiziksel yumruklar atan iki oyuncuyla konuşarak, gülüşerek hatta bilek güreşi yaparak oyuna fiilen katılıyor.

İzleyenleri belleğinin karanlık bölgelerine götürerek karmaşık duygularını paylaşmaya davet eden Max’da Atakan Akarsu, hem kankası Stevie’yi, hem Max’ın melekleriyle başta Danny bütün şeytanlarını canlandıran Umutcan Ütebay çok iyiler. Dört dörtlük oyunculukları kadar müthiş sevimlilikleriyle oyunun başından itibaren seyircilerin kalbini kazanıyorlar. Henüz yirmili yaşlarının ortalarında olmalarına karşın, kendilerinden en az on yaş küçük karakterleri büyük bir inandırıcılıkla yorumluyorlar.

‘Çıkışa Gel’, DOT’un her zamanki sert çizgisinden biraz farklı, eğlenceli, samimi ve tabii ki hınzır bir oyun. Ergenliği ne kadar geride bırakmış olursanız olun, ergen mizahının bu parlak örneği sizi anılar havuzunda keyifle yüzdürecek. Küfürlü konuşmalar sebebiyle (14+) yaş sınırı var. O yaşlarda çocuğunuz veya torununuz varsa mutlaka onlarla beraber izleyin. Kendilerini buldukları bu oyundan aldıkları zevk sizi daha da mutlu edecek.

2019 Ocak ayı ve sezon boyunca DOT Kanyon’da. İyi seyirler dilerim.

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün