‘Ohal’de anlayış

Bahar FEYZAN Köşe Yazısı
27 Temmuz 2016 Çarşamba

Türkiye’den kalkan anlayış treni ve uzlaşma kültürü darbe girişimi sonrasında istasyona yeniden uğrayabilir mi? Neden olmasın…

Elbette daha birkaç hafta öncesinde, bizdeki anlayış treni, “Buradan devlete sesleniyorum bize anlayış getirsin” modelinde olduğundan, haliyle istasyon da yekten çökmüştü. Anlayış istenmez, hâlihazırda ortada sana bakar, sen de gözüne baka baka, ona bir yumruk atarsın kültürünü yerleştirmiştik. Sosyal ‘darbe’ ile birbirimize sokakta, toplulukta, twitter’da tahammül dahi edemedik. Televizyona çıkan her yorumcu zaten kendi sesini sevdiğinden, ne dediğini de anlamadık. Böyle gergin günlerin sonunda bir cuma akşamı, hiç beklemediğimiz bir anda, kendimizi darbe girişiminin kapanında bulduk. Üstümüzden geçen uçaklardan bahsetmek bile istemiyorum. Terörden canımız sıkılmışken, 2016’da darbe yapılabileceği ihtimaline bile inanmazdık. Ama tuhaf bir şekilde oldu. İstihbari zayıflığı, skandal saysak da oldu.

Hâlihazırda çok soru var. Zaten herkes yeterince tartışıyor. Yok efendim darbe böyle mi olurmuş diyenlerden, hainlere şöyle yapıldı, böyle oldu diye sallayanlara kadar geniş bir bantta anlatılıyor. 1999’da deprem uzmanı kesilen herkes, şimdi darbe uzmanlığına terfi etti. Jeolojinin ansızın gelen depremi varsa, siyasetin de sinsi darbesi oldu. Konu önce, “O gece neredeydin”den başlayıp, “Bu işin arkasında kimler var”dan uzuyor da uzuyor. Dünyada birçok ülkeyi dolaşmış biri olarak, hiçbir yerde bu derece siyaset konuşulduğunu görmedim. Ama Türkiye’de artık herkes fahri politikacı…

Realitede ise ülke genelinde ilan edilen ohal durumu var. Bu şartların şu an tam farkında olmasak da her an, neyin içinde olacağımızdan emin değiliz. Hatta haklarımızı ‘ohal’ şartlarına göre nasıl savunmalıyız, bundan da pek haberimiz yok gibi. Buraya bir süre virgül koyalım. Çünkü henüz bunları tartışabileceğimizi düşünmüyorum. Psikolojik yanına bakalım. Sorum basit.

Biz nasıl normalleşeceğiz?

Sadece darbe girişimi öncesi günlerden bahsetmiyorum. 2009’daki uzlaşma günlerine de dönebilecek miyiz?

Başbakanın deyimiyle, “Bir musibet bin nasihatten daha iyi” ise biz bu yaşananlardan ne ders aldık, alıyoruz? Neyi artık eskisi gibi yapıp, yapmamaya devam edeceğiz? Henüz cevabı bulmuş değilim çünkü televizyonlara bakarsan çoğu şey aynı. Şüpheli kişilerin sistem dışına çıkarılması ya da gözaltı süreçleri sadece değişiklik olarak gözümüze çarpıyor. Ancak benim ve eminim birçok kişinin özlediği resim başka. Mesela geçtiğimiz gün, tüm liderlerin bir araya gelip, uzlaşma kültürünü topluma hissettirmesi tüm bu süreçten çıkartacağımız en iyi ders olabilir. Ya da Gezi Parkına kışla değil ama şahane adımlarla orayı güzelleştiriyoruz, olabilir. Sonuç olarak, aslında bizi bölenin, içimizdeki çatışmalardan beslendiğini bir kabul etsek! Şu egoları sessizce bir yere bırakabilsek! Şaka değil en azından ‘ohal’de yapabilsek! Bakarsınız severiz anlayış kültürünü, ortak akıl kalplerimizi de pamuk gibi yumuşatır ve biz artık birbirimize tahammül etmeye başlarız! 

Öte yandan, panik haldeki insanların duygularını sömüren kimileri ise “Bir an için bile gitmeyi düşündüysen, sen de darbeci sayılırsın” diyebilecek kadar insaniyetten uzak ve darbeyi diğer uçtan üstümüze doğru indiriyor! İnsanları etiketlemekten usanmayanlar var. Doğru. Ohal’de onlara rağmen demek istiyor insan.

Bizim bu girişimden alacağımız en büyük derslerden biri, gerçek darbecilerin dışında, içimizdeki fikri darbecileri de uzlaşmaya davet etmek.